Şerif KUTLUDAĞ
‘Enes Kara’lar ölmesin
Enes KARA
Elazığ Fırat Üniversitesinde o, bir Tıp Fakültesi öğrencisiydi.
Geçen hafta kaldığı özel öğrenci yurdunun 7. Katından atlayarak hayatına son verdi.
O günden bugüne basının, medyanın ve sosyal medyanın gündeminde en çok yer alan bir haber konusu ve köşe yazarlarının en çok işlediği ortak konulardan birisi oldu bu konu.
Böylesine çok konuşulan, yazılan çizilen olay konusunda ahkâm kesecek değilim… Ancak gerek öğrenciliğimle gerekse kırk yıllık eğitimci kimliğimle yaşadığım bazı duyguları ve anıları yazımı okuyan anne babalara yararı olur düşüncesiyle paylaşmak istiyorum.
1969 yılında, 15 yaşında Denizli’nin Güney ilçesinden Orta Okulu bitirince okumak için çıkmış ve Cihanoğlu Camisindeki Aydın Vakıf Talebe Yurdunda- yatılı öğrenci olarak Aydın Lisesinde bir yıl okumuş birisiyim…
15 yaşında evinden çıkmış, mektup dışında iletişimin mümkün olmadığı dönemlerin karmaşık psikolojisinden şöyle bir misal vereyim: İlçeden ilk kez çıkan ve aileden ilk kez ayrılan birisi olarak Aydın’da kendimi öyle yalnız hissederdim ve bizim oraların tabiriyle köyümüzü öylesine özlerdim ki, hafta sonlarında Aydın’ın içinden geçen şehirlerarası yola iner, Güney-İzmir arasında günde bir tek sefer yapan ve İzmir’den dönüş yapacak olan ilçe otobüsümün geçişini görmek için yol kenarında saatlerce beklerdim.
Ne zaman ki Güney otobüsü geçip gitti; o bir kaç saniyelik sürede bir akrabamı görmüş gibi sevinir, sanki ruhumu doyurmuş olarak yurduma dönerdim. Tesadüfen ayda bir kere bir yolcu indirmek için otobüs durursa o arada muavine birkaç kelam eder onun sesini duyduğumda dünyanın en mutlu kişisi olurdum.
Ankara’da DTCF öğrencisi olarak yaşadığım 1973-1977 arasında anarşiyle geçen üniversite yıllarında bazı arkadaşlarımızın ortama dayanamayıp memleketlerine döndüklerine; arada nadir de olsa bazı ailelerin de çocuklarını alıp götürdüklerine tanık olduk.
Şimdi sizlerle şunu paylaşsam ne dersiniz: 15 yaşında Güney’den çıktığım andan itibaren üniversite bitinceye kadar eğitim öğretim hayatımın hiçbir anında ailemin okullara kaydım dahil, rapor almak dahil, sınavlar vb mezuniyet vb dahil bir müdahale, yönlendirme, fikir beyanı, kaldın mı, geçtin mi, niye kaldın, niye geçtin tarzında ne engellemeleri, ne yönlendirmeleri olmadı, olamadı:
Çünkü, bizim analar babalar nesli okur yazar olmayan nesildi. Onun için de eğitim konusunda çocuklarına her hangi bir katkısı olmazdı, olamazdı: Tamamen öğretmenlerin yönlendirmesiyle hareket edilirdi. Annelerin babaların yegane gayesi, çoluk çocuğunu muhannete muhtaç etmeyecek şekilde yaşatabilmekti. Onların en büyük derdi, geçim derdiydi. Yaz boyunca ailecek çalışılır, elde edilen kazanç neyse o kazancı aile yıl boyunca yetirmeye çalışırdı. Okul dönemlerinde aile kaç para verirse, az çok denmez o harcanırdı o dönemin çocukları tarafından…
Şimdi, “Bu anlattıklarının ne ilgisi var Enes Kara ile?” diyebilirsiniz değerli okurlarım. Şunun için yazdım. Bizim okuduğumuz yıllarda, okumak isteyen hemen her çocuk ve ailesi diğerine benzerdi. Yani, yokluk yıllarıydı. Aileler çocukları yatılı okulları kazandıysa gönderebilirdi. Şimdilerde 60-70 yaş ve üstündeki emeklilerin hayat mücadelesi hemen hemen birbiriyle aynıydı. O dönemlerde her çocuk mücadele edebilirse ayakta kalırdı.
Fakat şimdi durum değişti. 1980 sonrasında yaşanan dünyaya açılma ile birlikte kazanç yolları değişti ve farklılaştı. Yabancı sermaye girişi, turizm, ticaret derken paranın sosyal hayatta belirleyici olduğu bir dönemi yaşar olduk.
“Paran kadar konuş!” , “Parasız adam gereksiz adam!” , “Benim memurum işini bilir!” anlayışlarıyla sosyal dokuda paranın yarattığı farklılıklar sonucunda dar gelirli ailelerin çocukları; farklı amaçları olan pek çok karanlık emelli oluşumun kendi kadrolarını oluşturmak için maalesef malzeme oldu. Kimisi dağa çıktı kimisi illegal yapılarda yer aldı… Bu konuda en çok zararı da zekî, çalışkan, başarılı fakat genelde de dar gelirli ailelerin çocukları gördü.
Kırk yıllık eğitimci kimlik sürecinde on binlerce öğrencimizle muhatap olduk. Hayatın içerisinde yaşanan sayısız karmaşanın, adaletsizliğin ve zıtlıkların örneklerini gördük.
Bir ülke, bir devlet ve bir milletin sosyal dokuları bir zincirin halkalarına benziyor. Hani “Bir zincirin gücü zincir halkalarının en zayıfının dayanma gücü kadardır!..” derler ya!.. Bu noktadan baktığımızda, aile, çevre, mahalle, köy/şehir/belde, toplum, medya, bürokrasi, devlet organlarının tamamı, Sivil Toplum Örgütleri vb yapılanmanın birbirini doğru değerlerle beslemesi ve desteklemesi gerektiğini bilmem ki söylemeye gerek var mı!..
Hani meşhur örneğiyle; “Sivri sinekleri tek tek ortadan kaldırarak onlarla baş edemezsiniz; önemli olan bataklığı kurutmaktır!..” derler ya!.. İşte ona misal, sadece Enes KARA’yı konuşarak, sadece yurdunu, sadece ailesini, sadece ortamını suçlayarak bu türden vakaları önleyemezsiniz; önleyemeyiz…
Bu noktada beklenen kurtarıcı önlemlerin başında bütün kurum ve kuruluşlarıyla devlet aklı ve bu aklın hayata geçirilmesi gelir, ülkenin aydınlarının aydınlatıcı aklı gelir, kültür ve sanat erbâbının konuya katkısı gelir, dünya ölçeğinde de iletişim araçlarının doğru kullanımı gelir.
Sözü çok mu uzattım değerli okurlarım…
Konu bir delikanlının; Enes Kara’nın geride bıraktığı mektubu, videosu ile hayata vedası söz konusu olunca yazdıklarımız da uzun oluyor.
Başka Eneslerin hayatına kıymadığı, çocuklarımızın yaşama sevinçleriyle hayata dört elle sarıldıkları sevgi dolu insanca yaşadıkları bir dünya dileğiyle noktalıyorum sözlerimi.
Sevgilerimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.