
Fügüran TÖZ
Cemrelerle gelen yaz ve ateşin ardındaki gerçek
Şubat’ın 21’i, 28’i ve Mart’ın 7’si… Havaya, suya ve toprağa sırasıyla düşen cemrelerle baharın habercisi olan o kadim döngü yeniden başladı. Ardımızda Nevruz’u da bırakırken, yavaş yavaş yaza göz kırpmaya başladık.
“Yaz” dedim çünkü Aydın’da uzun zamandır mevsimler ikiye indirgenmiş durumda: yaz ve kış. Baharın tadını doğru dürüst alamadan kendimizi ya sıcağın kavuruculuğunda ya da kışın sertliğinde buluyoruz. Yaz aylarının gelişiyle birlikte Kuşadası ve Didim kıpırdanmaya başlar. Afrodisias, Alabanda, Tralleis, Nysa, Magnesia… Tarih kokan antik kentler adeta ziyaretçi akınına uğrar. Her köşesi ayrı bir güzellik barındıran Aydın, Evliya Çelebi’nin “dağlarından yağ, ovalarından bal akan şehir” sözünü bir kez daha haklı çıkarır. Herodot’un “gökyüzünün altındaki en güzel yer” dediği bu topraklar, bir kez daha hayat bulur.
Ancak yazın gelişi sadece hareket, neşe ve canlılık getirmez. Aynı zamanda dikkat edilmediği takdirde geri dönülemez felaketlerin de habercisi olabilir. Özellikle ormanlarımız için...
Yaylalara çıkan, dağların serinliğine sığınan, mangal keyfi yapmak isteyen vatandaşlarımızın küçücük bir ihmali, koca bir ormanı küle çevirebilir. Bu sadece ağaçların yanması demek değil. Orada yaşayan canlıların yuvası, biyolojik çeşitliliğin kalbi, doğanın akciğerleri yok oluyor. Erozyon, sel, hava kirliliği… Bir zincirin halkaları gibi peş peşe geliyor felaketler.
Üstelik bu hatanın bedeli sadece doğaya değil, insana da büyük. Geçtiğimiz yıl Efeler’e bağlı Ambarçık Mahallesi’nin üst tarafında çıkan yangında olduğu gibi... O yangın sonucu genç bir vatandaşımız halen yargılanıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, 30 milyon TL'lik zararın karşılanmasını istiyor. Dile kolay: 30 milyon TL. Düşünsenize, bir anlık dikkatsizlik, hayat boyu sürecek bir yük haline gelebiliyor.
Kimseyi suçlamak kolay değil. Herkesin yazlık evi, köy evi yok. İnsanlar doğayla baş başa kalmak, biraz nefes almak istiyor. Doğal olarak dağlara çıkıyor, gölgede oturup mangalını yakmak istiyor. Suçlamak değil, çözüm üretmek gerek.
İşte burada devreye belediyeler giriyor. Yerel yönetimlerin, halkın doğayla iç içe vakit geçirebileceği, güvenli mesire alanları oluşturması şart. Bazı belediyeler bu konuda güzel adımlar attı. Örneğin Afyonkarahisar’da Emre Gölü kenarında kamelyalı, çeşmeli, kontrollü mangal alanları oluşturuldu.
Doğasıyla öne çıkan Aydın’da, neden daha fazlası olmasın? Neyse ki umut verici adımlar atılıyor. Kuşadası’nda Belediye Başkanı Ömer Günel’in, Sevgi Plajı’ndaki Ada Camping ile Kampinova arasında kalan 10 dönümlük alanı mesire alanına dönüştürmesi bu adımların en güzel örneklerinden biri.
Başkan Günel şimdi de, halk arasında Kesedağı olarak bilinen bölgede yeni bir mesire alanı için çalışmalara başladı. Yaklaşık 51 bin metrekarelik bu alanda düzenleme çalışmalarının hızla devam ettiği müjdesi verildi.
Güzel mi?
Evet.
Ama yeterli mi?
Asla.
Bu sadece bir başlangıç olmalı. Aydın’ın her köşesine yayılmalı bu anlayış. Kontrollü, düzenli, güvenli alanlar oluşturulmalı ki vatandaş da doğanın tadını çıkarırken kendini suçlu gibi hissetmesin.
Cemreler düşüyor, bahar uyanıyor. Doğa bize kucak açarken biz de ona sahip çıkmalıyız. Bir kıvılcımın neye mal olabileceğini unutmayalım. Ateşle aramıza mesafe koymazsak, o mesafeyi bir ömür boyu vicdan azabıyla ölçmek zorunda kalabiliriz.
Doğayla iç içe, nefes alınacak alanların çoğalması, hem bugünün hem de geleceğin kazanımı. Nazım Hikmet'in dediği gibi:
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim..."
Bu şehir bizim...
Sevgiyle kalın…

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.