Orhan ERDEM
Türk Arap ilişkileri (2)
“Atatürk devrimlerinin batıya dönük bir nitelik taşıması, bu sırada batıya karşı bağımsızlık mücadelesi yürütmekte olan Arapların Türklerle yollarını bir kez daha ayırıyordu.”
1930’lardan sonra Türkiye hızla batıya yanaşmaya çalıştı. İşte bu paradoks gelişme, Türkiye ile Arap ülkelerini dolaylı olarak birbirinden uzaklaştırıyordu. Bu sırada Arap ülkeleri İngiltere ve Fransa’nın müstemlekeleri İdi.
Türkiye batı ile ilişkilerini geliştirdikçe Arap bağımsızlık hareketine karşı ilgisizliği artıyordu. Fransa 1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık vermeyi kabul edince 1921 Türk Fransız Ankara ihtilaf namesi gereğince Hatay’ın “İskenderun sancağı” nın Türkiye ve Fransa’nın ortak teminatı altında, ayrı bir varlık olması sağlanmıştır. Daha sonra Hatay adını alacak olan İskenderun sancak meclisi 1939 yılında Türkiye’ye katılma kararı vermiştir. Bu durum Türk Arap ilişkilerindeki soğuma ve uzaklaşmaya somut bir nitelik kazandırmıştır.
Türkiye ile Arap ülkelerinin yolları 2.Dünya savaşı sonrasında bir kere daha ayrılmıştır. 2. Dünya savaşından sonra Avrupa ve Orta doğu’da, İngiliz vesayeti yerine ABD vesayeti başlamıştır. 1945-1946 Sovyet tehdidine karşı Türkiye tam manası ile batı ittifakına yönelmiştir. Batı ile bağımsızlık mücadelesi veren, Arap ülkeleri bu durumu kabullenememiştir. Türkiye ile batılılar arasında bağlar kuvvetlendikçe bu durum daha kesin bir görünüş kazanmıştır.
1948’de batılılar İsrail’in bağımsızlığına tam destek verirken, İsrail devletini tanıyan ilk Müslüman devlet olan Türkiye, Arap dünyasından kopuyordu.
2.Dünya savaşı sonrası ABD ile SSCB Avrupa ve Ortadoğu’nun bir kısmı ile Asya’yı hâkimiyet alanları olarak paylaştılar. Batı Avrupa ve Türkiye ABD hâkimiyet alanına girerken, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya S.S.C.B hâkimiyetine bırakıldı. Kafkasların Sovyet hakimiyetine terk edilmesi, Kars ve Ardahan’ın Sovyetlere ilhak etme meselesi konuşulmaya başladı. Buna karşı Türkiye’nin karşı koyması mümkün değildi.
Batı ittifakına tam üyelik ile toprak bütünlüğünü, Sovyet tehdidine karşı korumak durumundaydı. Türkiye’nin endişesi büyüktü. ABD’nin Misurli zırhlısının İstanbul’u ziyaret etmesi Türkiye’nin batı ittifakını kabul edeceğinin bir işareti olarak algılandı. Halk ve resmi çevreler bundan büyük bir memnuniyet duydu.
ABD’nin yanında, Kore savaşına askeri birlik gönderilmesi batılılara şirin görülmek amacına yönelikti. Böylece Türkiye siyasi, askeri, kültürel olarak Amerika’nın çizgisine geliyordu. 1960 yılında ihtilal yapan subayların ABD’nin muvaffakiyetlerini alması ilişkilerinin ne kadar içli dışlı olduğunu gösterir.
1963 sonunda patlak veren Kıbrıs buhranında batılı ülkeler ve Amerika’nın tutumu Türkiye’nin batıya bağlı dış politikalarının sorgulanmasına yol açmıştır. Türkiye Kıbrıs meselesinde Uluslar arası ilişkilerde yalnız kaldığını, görüşmelerde bu diplomatik yalnızlıktan kurtulmak için dünyaya açılması gerektiğini kesin olarak anlamıştır.
1965 Birleşmiş Milletler genel kurulunda Kıbrıs ile ilgili müzakerelerde hiçbir Arap ülkesi Türkiye’yi desteklememiştir. Hatta Arap ülkeleri Türkiye karşısında yer almış ya da çekimser kalmışlardır. Araplar Cezayir bağımsızlık savaşında Türkiye’nin Fransa yanında yer almasını ve bağımsızlığını tanıyan en son ülke olmasını bir türlü kabul edememiş ve bunu unutmamışlardır.
Batı faktörü Türkiye’nin Araplarla olan ilişkilerini bir daha gözden geçirilmesi gerektiğini teyit etmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs buhranından sonra Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerle ilişkilerini kuvvetlendirmesi suretiyle, batılılar karşısında manevra sahasını genişletmesi, Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinde olumlu bir etki yapmıştır. Türkiye’nin 1967 Arap- İsrail savaşında tarafsız kalması (Araplara yatkın bir tarafsızlık) izlemesi Arap ülkelerinde sempati ile karşılandı.
Arap ülkelerinin Kıbrıs davasında Türkiye’ye geçmişinden daha yakın bir tutum içinde olduğu görülmüştür. 1970 Eylülünde Zambia’nın başkenti Musaka’da yapılan 3.cü Müslüman ülkeler bloksuzlar konferansında Kıbrıs Rum lideri Makarıos, 1964 Ekiminde Kahire’de yapılan konferanstaki gibi Kıbrıs’ la ilgili Rum tezine yakın bir karar çıkarmıştır. Makarıos’un çabalarına en fazla tepkiyi Arap ülkeleri göstermiştir. Fas, Suriye, Cezayir gibi ülkeler de Türkiye’yi desteklemişlerdir.
1964-1970 arasında Türkiye’nin Orta doğuda daha esnek bir politika izleyerek Arapların gönlünü kazanırken ırk ayrımına karşı, B.M de uyguladığı aktif tutumuyla Afrikalılara da sevimli gözükmüştür. Türkiye’nin hazır bulunmadığı Musaka konferansında, Türk tezinin savunulması önemli bir olaydır. 1950’lerden itibaren SSCB’nin Mısır’ın yanında Orta doğuya girmeye başlamasının üzerine, Sovyet faktörü Türkiye’nin Ortadoğu politikasını doğrudan doğruya etkileyen bir unsurdur. SSCB 1955’ten itibaren Türkiye Arap ilişkileri olumsuz yönde ve doğrudan doğruya etkileyen bir faktör haline gelmiştir. Mısır’ın 1950 yılı ortalarından itibaren Sovyetler birliği ile yakınlık kurmaya başlaması Türkiye’yi endişelendirmiştir. Bu tarihten itibaren ABD ve SSCB arasında yeni bir çatışma alanı haline gelen Ortadoğu’da, Türkiye’nin batı ile ilişkilerini daha da derinleştirmiş ve kesinlik kazandırmıştır. Perde arkasında ABD ile SSCB karşı karşıya geldiği Araplar arası uyuşmazlıklarda da Türkiye batıya yakın yönetimlerin yanında yer almıştır. Böylece Türkiye bir kısım Arap ülkeleri ile yakın, bir kısmı ile ise dostane olmayan ilişkiler içine girmiş oluyordu. İşte 1960’ların ortalarından itibaren batı ile olan ilişkilerdeki değişime paralel olarak; Arap ülkeleri ile olan ilişkilerinde tam bir yakınlaşma ortamı yaratmış oluyordu.
NOT: Türkiye, Filistin-İsrail ilişkileri başka bir yazıda işlenecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.