Efendi BARUTÇU
Orhan Türkdoğan Hocaya sonsuz rahmetle-5
12 Eylül’ün Cellatlarına Meydan Okuyan, Zulüm Karşısında Eğilmeyen Bir Bilim Adamı
Orhan Türkdoğan Hoca, 1980 ihtilalinde Alparslan Türkeş’le yazışmaları nedeniyle MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasında tutuksuz yargılanır.
1970’li yıllarda MHP Erzurum İl Başkanı ve Avukat Necati Bölükbaşı anlatıyor:
12 Eylül askeri darbesi olduğunda Orhan Hoca Almanya’da idi. Uçakla Ankara’ya döndü. Sıkıyönetim savcılığınca gözaltına alındı. Merhum Türkeş Bey’ e yazdığı mektuptan dolayı çok sert muameleye ve sorgulamaya tâbi tutulup, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hoca, Erzurum’a döndüğünde tutuklanma ve üniversiteden ihraç edilme endişesi taşıyordu. Hocadan bütün eserlerinden beş koli hazırlamasını ve tutuklandığı takdirde Milli Güvenlik Konseyi üyelerine ayrı ayrı bu kitapları göndereceğimi söyledim. Kitaplarından bir takım da ben aldım.
Maksadım, “konsey üyeleri nezdinde teşebbüse geçerek, böylesine birinci sınıf bir bilim adamının uydurma suçlamalarla haksız yere tutuklanmasına nasıl müsaade ediliyor” diye sormaktı.
Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı Talat Güllap ve Rektör Prof. Dr. Hurşit Ertuğrul bu yargılamayı bahane ederek Orhan Hoca’nın üniversitedeki görevine son verecek bir karar alırlar. Orhan Türkdoğan Hoca, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı vasıtasıyla Milli Güvenlik Konseyi genel sekreteri Orgeneral Necdet Üruğ’la on beş dakika görüşmek üzere gider. Necdet Üruğ Paşa Orhan Hoca’yı bir buçuk saat hayranlıkla dinler ve YÖK Başkanlığına telefon ederek Türkdoğan Hoca’nın Atatürk Üniversitesi’ndeki görevine derhal iade edilmesini ister. Böylece Türkdoğan Hoca üniversitedeki görevine döner. Hocayı uzaklaştırmak isteyen bilim düşmanları ve ideolojik bağnaz grubun da hevesleri kursaklarında kalır.
Sıkıyönetim mahkemesi savcısı Nurettin Soyer, Orhan Türkdoğan hakkında TCK’nın 141/3, 31, 33, 173/3 madde ve fıkraları uyarınca “8 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasını ve tayin olunacak bir mıntıkada aynı müddetle mecburi ikamete tâbi tutulmasını” talep eder.
Yargılama esnasında savcı Nurettin Soyer, Orhan Hoca’yı göstererek “Türkeş’e temenna eden (önünde eğilen) adam” deyince, Orhan Hoca ayağa kalkarak: “Beyefendi, ben inanmış bir insanım. Cenâb-ı Hakk’ın huzuru dışında hiç kimsenin önünde eğilmem. Ben, günde beş vakit Yüce Tanrı’ya: “iyyake na'büdü ve iyyake nestain (yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz)” diye yakaran bir Müslüman bilim adamıyım. Bana ilk savcılık soruşturmasında çok sert davrandınız. Şimdi buradayım. Sizden çekinmiyor ve korkmuyorum. İstediğinizi yapabilirsiniz.” Diye cevap verir. Nurettin Soyer, bu tokat gibi sözler karşısında verecek bir cevap bulamaz.
Uzun yargılamalar sonucunda Orhan Hoca, bu suçlamalardan beraat eder.
Sevenlerinin Diliyle Türkdoğan Hoca
Yılma Durak Anlatıyor:
“Orhan Türkdoğan Hoca, derin bilgisi, şahsiyetli tavrı ve tevazuuyla insanlarda saygı ve hayranlık uyandırırdı. Bütün öğrencilerini tefekküre dayalı çalışmalara yönlendirirdi. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde, özellikle üniversite gençliğinin önemli bir bölümünün ülkücü-milliyetçi bir fikri benimsemesinde Orhan Hoca’nın hizmetleri unutulamaz.”
Necati Bölükbaşı anlatıyor:
“1974 Ecevit iktidarı döneminde Erzurum Emniyet Müdürlüğünde görevli bir şube müdürü ülkücü gençlerimize çok eziyet ediyordu. O tarihteki Adalet Partisi Erzurum milletvekilleri Rıfkı Danışman ve İsmail Hakkı Yıldırım beylere, Orhan Hoca’yla beraber gittik. Sayın milletvekilleri hiç de beklemediğimiz bir şekilde bizi oturdukları sandalyeye kaykılmış vaziyette kollarını arkaya atmışlar, ayak ayak üstünde karşıladılar. Türkdoğan Hoca konuşmaya başlayınca, Hocanın yüksek nezaketi ve derin kültürü karşısında yavaş yavaş toparlanarak saygılı bir şekilde oturdular. Türkdoğan Hoca, görüştüğü herkes nezdinde ilk anda saygı uyandıracak bir şahsiyet sahibiydi.”
Türkdoğan Hoca, Atatürk Üniversitesi’nde kendisine yapılmak istenen haksız muameleden ve bu dönemde çevresinin hızla boşalmasından dolayı derin üzüntü duymaktadır. Bütün ısrarlara rağmen Erzurum’dan ayrılmak ister.
Bu sebeple 1985 yılında Gazi Üniversitesi’ne bağlı Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu’nda göreve başlar ve on yıl süreyle Bolu’da görev yapar.
Bolu’daki Yüksek Okul müdürü daha sonra dekanı olan Prof. Dr. Eyüp Aktepe anlatıyor:
“Ben daha önce Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde asistandım. Sonra Gazi Üniversitesi’ne geçtim. 1982 yılında Bolu’daki Yüksek Okulun müdürlüğüne atandım. Daha sonra Orhan Türkdoğan Hocamızın Bolu’ya gelmesi bize büyük bir güç vermiştir.
Bolu’da Vali Gökhan Aydıner başkanlığında Bolu Kalkınma Vakfı kurulmuştu. Her hafta vali beyle yaptığımız toplantılara Orhan Hoca da katılır, engin tecrübesiyle yol gösterici olurdu. Her toplantıda vali beyi üniversite kurmaya yönlendirirdik. Ben, İzzet Baysal Bey’e mektup yazdım. Ayrıca Orhan Hoca’nın da bu konuyla ilgili olarak YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve İzzet Baysal ile defalarca görüştüğünü hatırlıyorum.”
Fakülte Genel Sekreteri Mehmet Akçay anlatıyor:
“Orhan Türkdoğan Hoca, Bolu’da göreve başlar başlamaz ilk iş olarak Bolu Göynük’teki türbesinde sonsuzluğu bekleyen -Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocası, büyük tıp bilgini- Akşemsettin hazretleri için anma toplantısı ve bilgi şöleni düzenledi. İyi hatırlıyorum, ben de bu bilgi şölenine fakülteden üç otobüs öğrenci göndermiştim. Akşemsettin’i anma toplantıları yıllardan beri aynı şekilde Göynük’te devam etmektedir. Türkdoğan Hoca bir gün bana, “Biz Erzurum Atatürk Üniversitesi’ni otel odalarında kurduk. Bu okul için bir arazi alalım. Bina yaptırmaya başlayalım, arkası gelecektir.” Demişti. Daha sonra üniversite için arazi alındı ve temeli Gazi Üniversitesi Rektörü merhum Prof. Dr. Şakir Akça Hoca tarafından atıldı.”
Prof. Dr. Eyüp Aktepe anlatıyor:
“Orhan Türkdoğan, aylarca köylerde insanlarımızla bir arada yaşayarak, saha araştırmaları yaparak Türk kültürünün temellerini ortaya çıkarmaya çalışırdı. Gerek Erzurum’daki dekanlığında gerekse Bolu’daki hocalığında öğrencileri değerlendirirken son derece tarafsız davranır, herkesi kucaklardı. Küçük çaplı yolsuzluklara bile tahammül edemez bu sebeple de işi hile hurda olan çevrelerde pek sevilmezdi.
12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra üniversiteden bir grup hocayla görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya giderler. Yol üzerinde Tunceli’de mola esnasında bir jandarma yüzbaşısı Türkeş Bey hakkında sert ifadelerde bulunur. Orhan Hoca her zamanki medeni cesaretiyle jandarma subayına verdiği cevapla adamı adeta yerin dibine batırır. Yanındaki hocalar, eyvah bu komutan bizi tutuklarsa diye endişe beyan ederler. Ama Türkdoğan Hocanın hiç de umurunda değildir. Ankara’ya gitmek üzere yola devam ederler
Orhan Türkdoğan Hoca gibi birinci sınıf bir bilim adamı Türk milliyetçisi değil de sosyal demokrat veya devrimci görüşe bağlı olsaydı dünya çapında bir bilim insanı olarak tanıtılırdı. Ne yazık ki Türkiye’de bilim çevrelerinde layık olduğu değeri görememiştir.”
Devam edeceğiz. Sevenlerinin dilinden Orhan Türkdoğan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.