Önlenemeyen enflasyon ve fiyat artışları

Değerli Okuyucular!

Bu köşede yazan bizlerin amacımız, bireyleri ve toplumu bilinçlendirmek, yaklaşan tehdit ve tehlikelere karşı uyarmaktır.

Her bireyin çok okuması, okudukları üzerinde düşünmesi, etrafında olup bitenlerle ilgilenmesi, olaylar arasında bağlar kurması, alabileceği kişisel önlemleri alması; çalışarak üretmesi, üretmeden tüketmemesi, kolay kazanç ardında koşmaması gerektiğini anlatmaya çalışmaktır.

Gerek kişisel gerek toplumsal olsun, zamanın her anında, her kesitinde sürekli bir mücadele halinde bulunduğumuz asla unutulmamalı, mücadeleye yılmadan, usanmadan ve bıkmadan, azimle devam edilmelidir.

Lütfen! Burada yazılanları okuyunuz ve okutunuz, dost ve akrabalarınıza öneriniz, okunmasını sağlayınız.

Okuyan, bilinçli, üstün nitelikli bireyler ve toplumlar bilgili; bilgili toplumlar da cesaretli olurlar. Kayıtsız, şartsız, sorgulamadan hiçbir şeyi kabullenmezler, sömürülmezler, yurdunu, emeğini ve alınterini sömürtmezler, yurdunun bir çakıl taşına dahi sahip çıkarlar. Çünkü onlar egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunu; kendilerinin vekil değil, milletin ta kendisi ve aslı olduğunu iyi bilirler.

Ardı ardına gelen, uzun süren yorucu savaşlardan yorgun ve bitap düşmüş durumda çıkan Büyük Türk Milleti, “Artık bitti, Boğazdaki Hasta Adam öldü.“ dendiği bir anda ve önüne konan ve Türk Ulusunun “Ölüm Fermanı “ Demek olan Sevr Antlaşmasını, Ulu Önder Atatürk’ ün yırtarak başlattığı Kurtuluş Savaşını zaferle taçlandırarak kurduğu ve Türk Gençliğine emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti, gerçekten korkunç bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Türk gençliği , “ Müslüman, Dindar Nesil Yetiştirme “ söylem ve iddiaları ile, Atatürk’ ün gösterdiği bilimin aydınlık yolundan ; “ Hayatta en Hakiki Mürşit ‘ in İlim Olduğu” ilkesinden ; Türklük ilke ve ülküsünden saptırılarak uzaklaştırılmak ;1500 yıl öncesinin çağdışı Arap görüş ve düşünce tarzına, saçlı- sakallı ve sarıklı- cübbeli giyim ve yaşam biçimine döndürülmek istenmektedir.

Bu durum, Dünya’daki tüm Türkler ve Türklük Dünyası, İslam Alemi için de büyük bir tehlikedir. Çağımızda, 1500 yıl öncesinin kılık kıyafetini giymeden, takım elbise giyerek ve kravat takarak, her gün tıraş olarak, o dönemin düşünce tarzına sahip olmadan da Müslüman olunabilir.

Ülkemiz ve ülkemizde yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Yahudi, Laz, Çerkez… Herkes Bu tehlike ile karşı karşıyadır. Herkesin birbiri ile kucaklaşması ve kenetlenmesi, bu tehlikenin farkında olması gerekir. Siyonist emperyal güçlerin, emellerine eriştikten sonra, şu etnik grubun, bu etnik grubun kendilerine yardımcı olduklarına bakmadan, bu coğrafyada yaşayan hiçbir kimseye acımadan ortadan kaldıracağı ve köleleştireceği iyi bilinmelidir. Doğu Türkistan Uygur Özerk Devleti ve Filistin, birer canlı örnek olmalıdır.

Sadece Türkiye değil; komşularımız Gürcistan, Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, İran ve hatta tüm Avrupa ülkeleri bu korkunç sarmal ve kıskacın tehdidi altındadır. Çocuk ve Gençlerimize , “ İslamiyet Budur “ şeklindeki çağdışı düşünce ve uygulamalardan vazgeçilerek, Atatürk’ ün, “Tevhid – i Tedrisat “ Yasası ile getirdiği Çağdaş Eğitim Sistemine dönülmelidir.

Komşularımız Gürcistan ve Ermenistan’ da, Yunanistan’da olup bitenler bakarak yakın gelecekte yaşadığımız coğrafyada nelerin olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Gürcistan’da Hükümetin çıkarmaya çalıştığı “ Yabancı Ajan “ Yasası, ülkeyi karıştırmış durumdadır. Bölgemizde ve coğrafyamızda, hepimizi ilgilendiren ve ilgilendirmesi gereken çok ciddi ve önemli olaylar cereyan etmektedir.

Rusya Federasyonu, batıda Romanya ve Bulgaristan, İsveç, Norveç; Doğuda Gürcistan ve Ermenistan üzerinden kuşatılmak istenmektedir.

Yunanistan’ a Meriç Nehrinin hemen öte kıyısında, sınırımıza sıfır noktada, Dedeağaç’ ta ABD, 2000 tank, 200 saldırı helikopteri, 100 bin asker konuşlandırmış durumdadır. ABD’nin bu yığınağı ne anlama gelmektedir?

ABD, Montrö Boğazlar Sözleşmesini delmek ve Karadeniz ‘ de donanma bulundurmak istemektedir. Bu amaçla çeşitli alternatif yollar arayışındadır.

Kanal İstanbul Projesi de, tıpkı BOP gibi bir alternatif projedir.

Atatürk ‘ün dediği gibi, eğitimdir ki, insanları, toplumları ve Devletleri ya hür ve bağımsız yaşatır ya da köleliğe mahkûm eder.

1.Dünya Savaşının sonunda, 10 Ağustos 1920’ de, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanmış olan Sevr Antlaşması sonunda, Türk Ulusunun yurdu işgal edilmiş, toprakları elinden alınmış ve Türk Ulusu köleleştirilmek istenmişti.

Türk Ulusunun, elinden alınan vatan topraklarını, hürriyet ve bağımsızlığını geri kazanmak için verdiği mücadele ve işgalci emperyal güçlerin o gün beslediği kötü emellerin, bugün de değişmediği, kutsal Anadolu topraklarını, yurdumuzu elimizden alma düşüncelerinden asla vazgeçmedikleri hiç bir zaman unutulmamalı ve bu güzel ülkede yaşayan herkes, ayrımcılık ve ayrılığa, emperyal siyonistlerin tuzaklarına düşmeden barış içinde yaşamalı, hürriyet ve bağımsızlığının değerini bilerek sahip çıkmalıdır.

Sevr Antlaşmasını imzalamak gibi, vahim ve korkunç bir durumun yeniden oluşması halinde, elimizde kalan son vatan topraklarının bir daha geri alınamayacak şekilde yitirebileceği de hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Asla Bitmeyen Savaş Hali

Ülkeler ve Devletlerarasındaki savaşın, cephelerde sona ermesi ile tamamen sona erdiğini sanmayın. Aksine, cephe gerisinde, daha da artan bir şiddette, her alanda sürer. Ta ki, düşman ülkenin tüm kaynakları kurutuluncaya, savaş gücü ve direnci tamamen yok edilinceye kadar.

1.Dünya Savaşının sonunda imzalanan Sevr Antlaşmasının uygulanmasını, büyük devlet adamı ve asker, eşsiz başkomutan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, engelleyerek, Türkiye Cumhuriyeti kurulunca, Türkiye’yi, kendi emperyalist emellerinin önünde önemli bir engel olarak gören siyonist güçler, ülkemizi içten çökertmek için planlar hazırladılar ve bir hedef belirleyerek senaryolar hazırladılar ve uyguladılar.

Her ülke, daima kendisinin güçlü, başka ülkelerin zayıf; bölgede hatta Dünya’ da söz sahibi egemen ülke olmasını ister. Ancak, öteki ülkelerin de, düşman ülkenin gizli emellerini bilerek, gereken önlemleri alması gerekir.

Bir ülkeyi yönetenlerin, kendisine dost görünerek yaklaşan devletlerin, ileriye dönük bazı gizli emel ve planlarının olabileceğini, emrindeki istihbarat birimleri ve Devlet Adamlığı Deneyimi ile haber alarak öğrenmeli ve gereken önlemleri almaları gerekir. Eğer bilemiyorlar, haberdar olamıyor ya da haberdar oldukları ve bildikleri halde, gereken önlemleri alamıyor ya da almıyorlarsa, iktidarda kalmaları kalmakta ısrar etmeleri hem ülkelerine, hem de kendilerine, ileride telafisi imkansız olan çok büyük zararlar verecektir.

Ne yazık ki, Türkiye’yi 1950’den 1960’a kadar yöneten Adnan Menderes iktidarı, Emperyalist ABD Altın Tepside “ hediye etmiştir. “

Turgut Özal İktidarı ile başlayan yeni teslimiyet döneminde, Atatürk’ ün kurduğu ve Türkiye’nin kalkınmasına çok önemli katkılar sağlayan ve Piyasanın arz- talep durumuna göre, yapay fiyat artışlarının ve enflasyonun önlenmesinde “ Denge Unsuru “ olan Karma Ekonomik Sistem’den vazgeçilerek, Serbest Piyasa Ekonomisine geçildi.

Yarı Devlet yarı özel sektör demek olan Karma Ekonomik Sistemde, üretim, ulaşım ve pazarlama olanaklarının tamamı özel sektörün elinde değildi. Özel sektörün fiyat artışı girişimleri, üretim, ulaştırma ve pazarlama olanaklarının en az yarısı Devletin elinde ve kontrolünde olduğu için, Devletin piyasaya mal sürmesi ile fiyat artışı ile birlikte enflasyonun yükselmesi de önlenebiliyordu.

Adnan Menderes iktidarı döneminde kapatılan MKE Kurumunun; Ankara, Kırıkkale ve Elmadağ’daki top, tüfek, barut, fişek fabrikaları ile Kayseri’ deki uçak, Eskişehir’deki lokomotif fabrikalarından bazıları, 1960 yılından sonra kısmen açılarak faaliyete geçirilmişti.

Turgut Özal iktidarında ve onun devamı olan bu hükümet döneminde ABD’nin Türkiye’yi sömürgeleştirme ve Türk Ekonomisine “ El Koyma” faaliyetleri, daha çok hızlandı.

Artık, bu iktidar dönemine gelindiğinde , “ Özelleştirme “ Adı altında KİT’lerin ( Kamu İktisadi Teşekkülleri /kuruluşları ) satışı, önüne geçilemez bir şekilde gerçekleştirilmeye başlandı. Tamamını burada teker teker yazamayacağım kadar çok sayıda KİT ve şirketler yabancı ortaklıklara satıldı.

Atatürk Döneminde kurulan ve Türkiye’yi dışa bağımlı olmaktan kurtaran, Devlete ait:

Sümerbank, Sümerbank’a ait Nazilli Basma Fabrikası, MKEK, Etibank, Türkiye Taşkömürü İşletmesi (TKİ ),Türkiye Petroller Anonim Ortaklığı ( TPAO ), Petrol Ofisi (PO ) ,Selülöz ve Kağıt (SEKA ), Et ve Balık Kurumu (EBK ), Süt Endüstrisi Kurumu (SEK ), Ereğli Demir (ERDEMİR ),Karadeniz Ereğlisi Demir ve Çelik Fabrikası ( KARDEMİR ), İskenderun Demir Çelik Fabrikaları (İSDEMİR), Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikaları, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası, Şeker Fabrikaları, Termik Santrallar, Hidroelektrik santralları ( HES ), Jeotermik Santrallar (JES ), Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM ) , Tarımsal Araştırma Genel Müdürlüğü ( TAGEM ), Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü (Köy Hizmetleri ), Yol, Su ve Elektrik İşleri Genel Müdürlüğü (YSE) Türkiye Elektrik İşleri Genel Müdürlüğü ( TEDAŞ ) , Türkiye Elektrik Anonim Şirketi ( TEAŞ ) , BOTAŞ, Türk Telekom, PTT, Milli Parklara giriş, Müzelere giriş, Ören Yerlerine giriş, Kamuya ait olmasa da, en azından Türk Ortaklıklara ait olan bazı bankalar, Bu bankaları satın alanlar, sokaklara stantlar kurarak, sokaktan geçenleri, adeta yakasından tutarak, bol bol banka kredi karları verdiler, kredi kartı ile, uzun vadeli taksitli alış verişi olanakları sunarak toplumu tüketime zorladılar ve kredi kartı ile alış verişe özendirdiler, borçlandırdılar.

Değerli okuyucular. Yazımı kaldığım yerden sürdüreceğim.

Saygılarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum