Ali AKSÜT
Emeğe ve sanata saygı
Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’da bulunduğu bir gece sarayda şarkı söylerken masada Nazım Hikmet’in adı geçer… Gazi, “Bu şair kimselere benzemiyor” diyerek Nazım’ın şiirlerini kendi ağzından dinlemek istediğini söyler ve derhal masaya getirilmesini emreder.
Saatler gece yarısını çoktan geçmiştir. Anadolu yakasında oturmakta olan Nazım’ın kapısı polisler tarafından çalınır.
Pijamalarıyla kapıyı açan Nazım, polisleri karşısında görünce önce korkuya kapılır ancak meseleyi öğrenince bu korku yerini kızgınlığa bırakır. Kapıya gelen polisler Hikmet’e, Gazi’nin kendisini şiirlerini dinlemek için Dolmabahçe Sarayı’na davet ettiğini ve onu götürmek için geldiklerini söylerler. Nazım bütün nezaketiyle Mustafa Kemal’in davetini ileten memurlara “Paşa’ya benden selam söyleyin. Ben Eftalya değilim. Bu saatte masasına beni değil Deniz Kızı Eftalya’yı çağırsın” diyerek teklifi reddeder.
Atatürk de, şairin bu tavrı karşısında “Aferin çocuğa, şair dediğin işte böyle olmalı” der…
Burada Nazım Hikmet’in şairliği, özgür bir ruhla, sanatçı farkındalığını ortaya koyduğunu görüyoruz.
Mesele, Atatürk’ün davetine katılmamak değildi, şair naifliğini ya da sanat özgürlüğünü ortaya koymaktı.
Bir gün değerli dostum, inşaat mühendisi rahmetli Namık Demirel’in ziyaretine gitmiştim. Efeler Cumhuriyet Mahallesi Tevfik Fikret Caddesi’ndeki işyerine selam verip içeriye girdiğimde; elinde ud ile Türk Sanat Müziğinden güzel bir eser icra ediyordu. O eserin makamının yaydığı sihirli duygu dünyasında, gönül bahçesinde kim bilir hangi çiçekleri kokluyordu… Hangi sevgi dolu canlarıyla coşuyordu…Hangi gülleri okşuyordu…İyice dalmıştı derinlere.. Gitmişti bir yerlere..
Ben de huşu içinde, onu izliyor, dikkatle dinliyordum. Bir beş, altı dakika böyle geçti. Çaldığı eser bitti. Ve “hoş geldin Ali Bey!” diyerek beni karşıladı.
Kendi elleriyle bana ve kendine kahve yaptı.
O kahve içimi mini sohbette ben, çok büyük bir keyif aldığımı, ama müzik kabiliyetim olmadığımı, fakat dostlarıma şiirler okuyabileceğimi söyledim.
Bir kaç şiirden kısa kıtalar okudum.
O da çok mutlu oldu.
Merakımı yenmek için iyice tasarlanmış bir duvar süsleri gibi değişik müzik aletleri asılıydı duvarlarda.
Saz vardı, Ud, keman, tambur ve diğerleri.
“Üstadım, bunların hepsini çalıyor musun?” dedim.
Güzel insan Namık Bey; hem benim merakımı gidermek, hem de beni mutlu etmek için bana jestte bulundu. Yaklaşık bir 30 dakika duvarda asılı bulunan bütün enstrümanları çalarak adeta mini bir konser verdi.
Namık Bey’in “Ali Bey kardeşim, bugüne kadar burada bu ikinci sanat olayı gerçekleşti. Biri çok sevdiğim şahsınıza, bir de değerli bir dostuma oldu böyle bir müzik ziyafeti” şeklindeki sözleri beni duygulandırmış, hayatım boyunca unutamayacağım bir sanat programı sürprizi beni ihya etmişti.
“İyi ki gelmişim… Mekânları, hele gönül bahçelerini süsleyen, güzelleştiren ne güzel gönül dostlarım varmış” dedim kendi kendime.
Gelelim günümüze…
Yazımıza “Emeğe ve sanata saygı” başlığını atmıştık.
Geçtiğimiz Salı günü akşamı Eğitim Bir Sen'in Efeler İlçesi Hidayet Sayın Kültür Salonunda bir şiir dinletisi programı vardı.
Aydınlı şairlerimizden edebiyatçı Ünver Pazarlı’nın aralarında bulunduğu şairler bir eserlerini seslendirdi. Ama sanat gecesine gölge düştü. Salondaki gürültü bestekar, müzisyen dostum Uğur Şumnulu’yu bile isyan ettirdi.
Uğur hocam haklıydı...
Sanata, sanatçıya, şaire saygı gösterilmeliydi.
Atatürk şunu demiş:
"Sanat ve sanatçıya değer vermeyen milletlerin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."
Bugün 1 Mayıs. İşçi Bayramı olarak bilinen bir günde; gün boyu çalışanların da Emek ve Dayanışma Günü’nü kutluyorum.
Ve bu yazımı şu güzel halk deyişiyle tamamlıyorum.
"İki kişi seni anlar. Biri seninle aynı durumu yaşamış olan, diğeri seni sevmiş olan."
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.