Şerif KUTLUDAĞ
17 Ağustos 1999’du 22 yıl önceydi
“Hâfıza-i beşer nisyân ile mâluldur!”
İnsan hafızasının bir özelliği de unutma olgusunu taşımasıdır.
Muallim Naci’ye ait olduğu söylenen bu söz, nasıl da insanın doğal yapısını anlatıveriyor değil mi değerli okurlarım.
İnsan ile nisyan(unutmak) kelimelerine baktığımızda ses ve yazım olarak birbirine nasıl da yakınlar. Nisyandaki tek fazlalık insan yazımızna göre sadece bir “y” harfi-sesi. Demekki insan ile unutmak o kadar da yakınlar birbirine.
Bir başka büyük edîbimiz/şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy da şöyle demez mi Kıssadan Hisse şiirinde!..
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Hem Muallim Naci hem de Mehmet Âkif bizlere insanın ve insanlığın doğasında var olan unutma olgusuna dikkât çekiyorlar.
Bu olgunun olması “İyi midir, kötü müdür?” elbette tartışılır. Elbette, pedagojik olarak hayatta huzurlu olabilmek için görülen kötülüklerin unutulması iyiliklerin ise unutulmaması tavsiye edilir. Bu tavsiye kişiseldir, bireyleri ilgilendirir.
Halbuki insandan, karşısında âciz kaldığı, bir şey yapamadığı, özellikle de tekrarları ne zaman ve nasıl yaşanacağı belli olmayan doğal olaylarla ilgili olarak yaşadıklarını asla unutmaması; bir gün yine karşılaşacağını bilerek olmazdan önce gerekli her türlü önlemi alarak yaşamına çeki düzen vermesidir beklenen.
İşte 17 Aralık bize 22 yıl önce yaşanan Büyük Marmara Depremini hatırlatıyor.
Merkez üssü Gölcük olan Marmara Depreminde18.373 kişi hayatını kaybetti. 5.840 kişi kayıp olarak kayıtlara geçerken 48.901 kişi ise yaralanır. 96.808 ev ile 15.939 iş yeri yıkılır. 252.158 konut da zarar görür.
Bu acı tablonun oluşmasını sağlayan sebepler çeşitli ve hepsi de insan hatasından kaynaklı. Depremde, sonradan dolgu olan yerlerin deniz dibine çekilmesi ile pek çok katlı bina da deniz dibinde yerini alır; âdetâ balıklara ve deniz canlılarına yuva olur.
TBMM Deprem Araştırma Komisyonunun hazırladığı rapora göre ülkemiz yüzölçümünün %92’si, ülke nüfusunun %95’i, büyük sanayi merkezlerinin %98’i ve barajların %93’ü deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır.
Bir başka gerçek de 2020 yılında ülkemizde kayda geçen irili ufaklı depremin sayısı; 33.821 olarak verilmektedir.
Biz her bir felâkete ayrı ayrı isimler bularak âdetâ olanı biteni küçük göstermek gibi bir de kurnazlık yapıyoruz kendimizce. Oysa:
Hani bu ayın başlarında yaşadığımız orman yangınları, deprem gibi bir felâket değil mi? Ormanlarımızın yanıp kül olmaması için önceden gerekli tedbirleri almak gerekmiyor mu? Gerekli tedbirler alınmazsa ormanlarımız yeniden yanmaz mı?
Önce Rize ve Artvin, ardından Van ve Hakkâri ile son günlerde Kastamonu’da yaşanan sel felâketleri de doğaya saygılı yapılaşma olmayışının bir sonucu değil mi? Doğallığa aykırı yapılaşma sürdüğü sürece yeni sel felâketleri yaşanmayacak mı?
Rize’de doğal yapıya saygı göstermeden her yerin çay bahçesine döndürülmesi sonucunda oluşan heyelanlar yine deprem gibi bir felâket değil midir? Yanlışta ısrar devam ederse yeni heyelanların olması kaçınılmaz değil midir?
Bütün bu olan bitenlerin bizi yâni insanlığı getirdiği bir nokta var: İllâ ki, dünyalık yaşam tarzlarımızı doğanın kurallarına saygı çerçevesinde gerçekleştirmek zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde doğa zaman zaman gücünü gösterecektir. İnsan oğlunun kendisinden hileyle aldığı yerleri geriye alacaktır.
17 Ağustosları 22 yıl sonra hatırlarken hem Muallim Naci’nin tespitini hem de Mehmet Âkif’in hatırlatmalarını dikkâte almak zorundayız.
İnsanoğlu bu kadar bilgiye ulaştığı, meteorolojik verileri aylar öncesinden tespit edebildiğine göre daha ne isteriz ki?
30 Ekim 2020’de İzmir’de yaşanan ve tahminen 10 saniye kadar sürdüğü belirlenen deprem ya bir de Marmara Depremi gibi 45 saniye sürseydi nice olurdu İzmir’imizin hâli…
Mademki “Hafıza-i beşer nisyân ile mâlûldür!..” biz kalem erbâbının görevlerinden birisi de ona unuttuklarını hatırlatmaktır. Tedbir almasına vesile olarak önceden yaşadığı acıları tekrar yaşamamasını sağlamaktır.
Bugün biraz da iç sıkıcı oluşan yazım için okurlarım kusura bakmasın. Bazen de böyle oluyor ne yaparsınız.
Haydi gününüz ve gönlünüz güzel olsun
Gül/Aydın gül!..
Sevgilerimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.