Ali AKSÜT
Felaket üstüne felaket
“İçinde olduğunuzu bilmediğiniz hapishanelerden daha kısıtlayıcısı yoktur” der, Shakespare.
İnsanı haykıramayacak hale getiren şu boşluk, derin bir çaresizlik çok düşündürücü.
"Kiminin yükü sırtındadır, kiminin kafasında, kiminin yüreğinde. Sırttaki paylaşılabilir. Kafadaki ifade edilebilir; Yürekteki ise acı bir sükût…" diyen Albert Camus haksız sayılmaz.
Güzel ülkemin bir yanında yangınlar, yanan ormanlar… Ormanlarda yanan insanlar, börtü böceğiyle, yeşiliyle yanan canlar.
Diğer tarafında sel felaketi. Batı Karadeniz'de selin götürdüğü canlar. Yıkılan evler, damlar, ahırlar. Dükkanlar, sürüklenen arabalar, tomruklar, kütükler, eşyalar...
Felaketin yıktığı ilçeler, mahalleler, köyler... Evin taraçasında korku içinde helikopterin kendilerini kurtarmasını bekleyen insanlar.
Bir taraf da Türkiye’nin dört bir yanında yangınzedelerin, selzedelerin fiziken olmasa da ruhen yanında olan, “Böyle felaket verme Allah’ım!” diye yakaran gönlü geniş insanımız. Diğer taraftan felaketin yaşandığı saatlerden günümüze kadar bölgeden ayrılmayan devletin bakanları, ihtiyaçlar için seferber olmuş devletin kurumları, belediyeler ve gönüllüler. Allah hepsinden razı olsun!
Diğer tarafta yangınlar ve felaketler karşısında ne kadar üzüldüklerini söyleyen masum insanımız ve bu masum insanımızın duygularıyla oynayıp, “Türkiye Cumhuriyeti Devletini aşağılama” yarışına giren soysuzlar var.
Eleştiri dozu yüksek paylaşımlara bir sözümüz yok. Bu yüksek eleştiri dozunun ardına sığınıp yapıyor yapacağını, sinsice.
Bizim sözümüz bunlara. Ne diyor Âşık Sefai?
“Bayraksızlar bayraksızlar
Yere düşse bayrak sızlar
Nerden bilsin kıymetini
Soysuz sopsuz bayraksızlar.”
Değerli dostlar!
Düşman akla gelen ya da gelmeyen her türlü şeytanlıkla saldırıyor. Uyuyan ajanlar da uyanıp destek veriyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde “Harici bedhahların” diye bahsettiği, içimize yerleştirilen tiplerdir bunlar. İyi tanıyın bu tipleri. İyi tanıyın şeytanları. İyi tanıyın düşmanları.
Bir de felaketler karşısında felaketin Allah'tan geldiğini, bunun bir kaderimiz olduğunu, yapılabilecek bir şey olmadığını söyleyenler var. “Hayır ve şer Allah’tandır” amenna ama felaket gelmeden tedbir şart değil mi? Eşeği sağlam kazığa bağlamak gerekmiyor mu? Dere yataklarına, fay hatlarına inşaat yapmadan önce su taşkınlarını neden düşünmüyoruz? Ölümlere davetiye çıkarırcasına sen doğanın dengesini bozacak her türlü uygulamayı yap sonra kalk “Allah’tan geldi” diyerek sorumluluğu üzerinden at. Olmaz böyle şey! Artık bu felaketlerden dersler çıkarmak zorundayız.
Güzel ülkemin güzel insanları bu felaketlerle uğraşırken bir de sığınmacı derdi musallat oldu başımıza. Suriyeliler yetmezmiş gibi bir de Afgan sığınmacıları kucağımızda bulduk. Biraz haberli, biraz müsaadeli, biraz kontrollü pimi çekilmiş bomba gibi... Gazetemizin Ortadoğu ve terör uzmanı yazarı Metin Akoğlu, “Bugünün mültecileri yarının teröristleri!” başlıklı yazısında durumun vahametini gözler önüne sermiş.
Amerika’nın besleyip yetiştirdiği, adam öldürmek ve terör olayları meslekleri haline getirilen özel yetiştirilmiş Afganlılar elini kolunu sallaya sallaya ülkemize geliyor.
Orman yangınlarında, sel felaketinde olağanüstü bir gayretle yaraları sarmaya çalışan hükümet, “beka sorunu” haline gelen sığınmacı sorununu görmezden geliyor. Ülkemizin sosyolojisini, huzur ve düzenini bozacak, geleceğin ABD güdümlü teröristlerinin ülkemize sığınması, “kardeşlik”le izah edilmeye çalışılıyor. Hükümete tavsiyemiz sığınmacı politikasını gözden geçirmeleri olacaktır.
Bu satırları kaleme aldığım sırada Batı medyasında yayınlanan bir karikatür dikkatimi çekti. “Türkiye’ye Suriyeli, Afgan istilası”nı anlatan karikatürü sizlerle de paylaşmak istedim.
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.