Efendi BARUTÇU
Türkiye’nin baş ağrısı: Suriyeli sığınmacılar
Türkiye’de ve bölgemizde hadiseler çok hızlı gelişiyor. 2011’den beri Türkiye’nin gündeminden düşmeyen Suriye ve Suriye’den, resmî rakamlara göre 5-6 milyon, genel tahminlere göre 7-8 milyonluk bir sığınmacı kitlesi;
Özellikle bazı güney vilayetlerimizde Suriyeli sığınmacı nüfusun Türk vatandaşlarının sayısını katbekat geçmiş olması ve bunun, bölgenin hatta Türkiye’nin demografik yapısını (nüfus yapısını) ne süratle tehdit etmekte olduğu hususunda gittikçe artan endişeler…
Şimdi de Afganistan’daki son gelişmelerle beraber sayıları gittikçe artacak gibi görünen Afganistanlı sığınmacılar…
Özellikle Suriye’den son on yıldır gelen sığınmacıların tesadüfî olmadığı (göçlerin tamamen “stratejik göç mühendisliği” çerçevesinde geliştiği ve safha safha uygulandığı) konunun uzmanlarınca defaatle ifade edilmiştir. Biz de 2010-2011 yıllarında Türk Ocakları genel başkan yardımcılığı görevimiz esnasında bölgede ve başka şehirlerimizde yaptığımız basın toplantılarında, katıldığımız TV programlarında ve konferanslarda bu tehlikeye dikkat çekmiş, her kademedeki devlet görevlisini uyarmış ve bu kitlevî göçe engel olmaları çağrısında bulunmuştuk.
Bize göre bu tehlike, ABD’nin ve Batılı güçlerin ta 100 yıl öncesinden bölgede hayata geçirmeyi tasarladıkları, terkibi itibariyle yapay olduğu bilinen “Birleşik Kürdistan” projesinin bir parçasıdır. ABD, Birinci Cihan Harbi’nin son yıllarında vücuda getirilmiş Vilson (Wilson) İlkelerinden bu tarafa, Orta Doğu’da kendine müttefik olacak ve bilahare kurulacak olan İsrail’in de güvenliğini sağlayacak “yapay bir Kürt devleti”nin kurulması için çalışmaktadır.
Birinci Cihan Harbi’nin artçı safhasında (Millî Mücadelede) Batılı devletlere ve onların ileri karakolu durumundaki Yunanistan’a karşı galip gelmemiz üzerine ABD ve Batılı güçlerin bu hayali suya düşmüş olsa da onlar iddialarından vazgeçmemiş ve her vesileyle bu konuyu gündemlerinde tutup Türkiye’nin zayıf anını kollamışlardı.
BUGÜNLERE NASIL GELDİK?
ABD ve müttefikleri, Irak’a karşı yürüttükleri Birinci ve İkinci Körfez Harekâtı’ndan sonra Irak’ın kuzeyinde, Türkmenlerin yaşadığı Musul-Kerkük bölgelerini de özellikle içine alan özerk bir Kürt bölgesi kurmaya muvaffak olmuştu.
Bölücü terör 1980’lerden sonra Türkiye’de de aynı yola başvurarak, sözde özerk bölgeler oluşturmaya çalışmış, Barzani-Talabani ikilisinin ikiyüzlü siyasetiyle desteklerine, dönek politikalarına, Irak’ın kuzeyinde konuşlanmış ABD’nin güdümündeki Barış Gücü uçaklarının her türlü silah-teçhizat desteğine rağmen (Bu konuda Metin Kaplan’ın Fent isimli kitabını tavsiye ediyorum.) Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Emniyet Teşkilatı’nın (özellikle Polis Özel Harekât timlerinin) yüksek cesaret ve fedakarlıklarıyla o dağlar bölücü eşkıyaya dar edilmişti.
Son bir hamle olarak da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş Paşanın Suriye sınırından verdiği ültimatom ve çok yoğun diplomatik temaslar neticesinde bölücü başı Öcalan Suriye’deki sığınağından fareler gibi kaçıp, birkaç haftalık kovalamacadan sonra Türk devletinin ve Türk adaletinin pençesine düşürülmüş ve fazlasıyla hak ettiği idam cezasına çarptırılmıştı.
57. hükümet döneminde bölücü başı Abdullah Öcalan’ın idamıyla ilgili tereddütlerin yaşanması, dosyasının uzun süre -kanuna aykırı bir şekilde- Başbakanlık’ta bekletilmesi ve daha sonra da TBMM’de DSP, ANAP, DYP, Refah Partisi’ne mensup milletvekillerinin oylarıyla 3 Ağustos 2002'de AB Uyum Yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırıldı.
Hükümet ortağı MHP milletvekilleri bu değişikliğe “hayır” oyu verseler de, MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin “Hükümet ortaklarımız idam cezasının kaldırılması doğrultusunda oy kullanırlarsa, bunu hükümeti bozma sebebi saymayacağız.” şeklindeki beyanatı idam cezasının kaldırılmasına yeşil ışık yakmaktan başka bir anlam taşımıyordu.
Öcalan’ın yakalanmasıyla başlangıçta büyük bir korku ve telaş yaşayan ve neredeyse dağılma noktasına gelen PKK terör örgütü, Öcalan’ın ipten kurtulmasıyla rahat bir nefes almıştı.
Türkiye’de 2002’deki iktidar değişikliğinden sonra ülkeyi yönetenler -özellikle AKP’nin siyasi İslamcı kanadı- ta ezelden beri zihinlerinin bir köşesinde taşıdıkları Türkiye’deki hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluklarını yavaş yavaş yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardı. Buna eski Marksist-yeni liberaller, ikinci cumhuriyetçiler, Batıcılar, ABD muhipleri, eski Sovyet ideolojisinin artık arkeolojik bir malzeme haline dönüşen kalıntıları da dahil olmuşlardı.
Bu kesimlerin kafalarındaki bölge haritasının, Türkiye’nin varlığını, toprak bütünlüğünü dinamitlemek olacağını belirttiğimizde de, iktidar cenahından şöyle bir cevap alıyorduk: “Büyük fotoğrafı görmek lazım.”
Sonunda “büyük oyun”a dönüşen büyük fotoğraf neydi: Türkiye’nin güneyi ve doğusunda bir özerk bölge ilan edilecek, ana dilde eğitim imkânı sağlanacak, Irak’ın kuzeyindeki özerk bölge ve Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak PYD-PKK özerk bölgesiyle, bu bölgeler birleştirilecek ve bu üç bölge Türkiye’ye federasyon olarak bağlanacak; böylece de Türkiye, büyük fotoğrafa kavuşmuş olacak.
İngiltere’nin gözetiminde yürütülen ve PKK temsilcileriyle MİT mensuplarını bir araya getiren “Oslo görüşmeleri”nin, Türk milletine “kara bir gün” daha yaşatmasına yol açan “Habur rezaleti” ile maşeri vicdanda mahkum edilen “açılım süreci”, daha sonra Türkiye’nin doğusunda ve güneyinde şehirlerimizin, kasabalarımızın, bunları birbirine bağlayan karayollarının PKK’lı eşkıyanın kontrolüne girmesine yol açan “çözüm süreci”…
Çözüm sürecinden sonra 16 Kasım 2013’te Diyarbakır’da yapılan ve Mesud Barzani’den Şivan Perver’e kadar Türkiye karşıtı ve PKK taraftarı zevatın boy gösterdiği Şivan Perver’in Türk Mehmetçiğini işaret ederek PKK’lılara hitaben “Vur gerilla, vur.” diye seslenişi, ülkenin o tarihteki Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir tarafında Mesud Barzani ve Şivan Perver ve Beşir Atalay öbür tarafında İbrahim Tatlıses olduğu halde objektiflere poz vermesi, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun -Türkiye Cumhuriyetinin bir kaymakamı mevkiindeki- Mesud Barzani’ye zevkten dört köşe bir halde Kürtçe “kak Mesud” yani Mesud Ağabey diye hitabı unutulmayan sahneler olarak milletimizin hafızasında yer etmişti.
En sonunda -iddia edildiğine göre- bölücü başı Öcalan’ın ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayından geçen, HDP’li ve AKP’li yetkililerin bir masa etrafında buluştuğu, yeni anayasa taslağının görüşüldüğü 28 Şubat 2015 tarihinde gerçekleşen “Dolmabahçe Mutabakatı”. Toplantıya o dönem AK Parti Grup Başkanvekili olan Mahir Ünal, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan katılırken, HDP’den Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken hazır bulundu.( https://kronos34.news/tr/dolmabahce-mutabakati-nedir-ak-parti-ile-hdp-arasindaki-mutabakatin-maddeleri-nelerdi/)
Sonra ne olduysa oldu, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 17 Mart 2015 tarihinde meclis grup toplantısında “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe, sen başkan olmayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız.” diyordu.
Böylece AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllardır büyük bir tutkuyla beklediği “Başkan”lık unvanı ve hayali suya düşmüştü ve Dolmabahçe’deki mutabakat masası devriliyordu. Bundan sonra “iyi saatte olsunlar” devreye giriyor, 22 Temmuz 2015 tarihinde Urfa Ceylanpınar’da iki polis memurumuzun evlerinde başlarından tabancayla vurularak şehit edilmesinden sonra hepinizin bildiği üzere PKK terörünün yeniden tırmanışa geçiyordu.
Hendek Savaşları, tahrip edilen şehirler, yüzlerce vatan evladının şehadetleri, bir süre sonra 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü milletimizin “darbeye karşı Türk refleksi” ile bir büyük felaketin eşiğinden dönüşümüz… AK Parti daha önce iktidarı paylaştığı kesimler ve gruplarla arka arkaya kanlı bıçaklı oluyordu.
Neyse ki Sayın Cumhurbaşkanının imdadına MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli yetişecek ve 11 Ekim 2016 tarihinde meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada özetle: Sayın Cumhurbaşkanının fiili Başkanlık zorlamasından vazgeçmesini, bu olmayacaksa fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesi için anayasa değişiklik teklifi beklediklerini ilan edecekti. Sonrası hepinizin malumudur…
Devam edeceğiz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.