Toplum, birey ve deprem

6 Şubat depreminde 11 ilimiz büyük yıkıma uğradı, 55 bin vatandaşımızı kaybettik, binlerce yaralı ve sakat kalan vatandaşımız depremin şokunu hala yaşamaktayken 14 Mayıs genel seçimleri deprem olayını gündemden düşürdü.

Toplumumuz siyaseti birincil mesele olarak algılayınca deprem olayı güncelliğini kaybetti. Oysa Türkiye’nin büyük bir bölümü deprem kuşağı içerisinde… Bilim adamları yakın gelecekte İstanbul depreminin haberini veriyor. Devlet olarak, toplum olarak her an deprem olacakmış gibi hazırlıklı olmamız gerekirken toplumsal duyarlılık yeniden eski haline döndü, olay sıradanlaştı.

Deprem evrenin bir gerçeğidir. İnsanın elinde dünyanın yapısını ve yasasını değiştirecek bir teknoloji yoktur. Bu demektir ki deprem hep olacak, ne yaparsak yapalım dünya depreme maruz kalacak. Deprem, insanı dünyanın gerçekliği ile karşı karşıya getiren nadir olaylardan biridir.

‘Deprem olur, önüne geçilemez, ancak yıkımların, acıların, ölümlerin önüne geçilebilir. Öyleyse sorun öncelikle bilmemek, anlamamak sorunu değil; bilmek fakat yapmamak, görmek fakat görmezlikten gelmek, fark etmek fakat önemsememek sorunudur.’

Esas mesele duyarsızlık ve ihmal sorunudur.

İnsanın erdemi, sorumluluğu doğaya uygun yaşamasıyla ortaya çıkar. Yağmacılık, çıkarcılık, fırsatçılık, merhametsizlik, insan ruhunun sefaletidir. Doğayı yağmalayanları eninde sonunda doğa da yağmalar.

Doğanın yasalarına riayet etmek, tanrının koyduğu yasalara riayet etmektir, bu yasalara aykırı davranmak da tanrının koyduğu yasalara aykırı davranmak olacaktır.

Depremin olması kaçınılmazdır, ancak afetin olması, insan dünyasında gerçekleşen bir hadise olarak kaçınılmaz değildir. Bu bağlamda afet, doğa kaynaklı olmakla birlikte insanın kendi kendine oluşturduğu, kendi kendine hazırladığı ve kendi iradesiyle seçtiği bir yıkımdır. Medeni toplumlar çevreyi kendi dünyası haline getirebilen, doğanın nesnesi olmaktan kurtarabilen, mekanla anlamlı ilişkiler kurabilen, ruhu ve bilinci ile yer yüzünde insani bir aydınlık oluşturabilen toplumlardır.

Medeniyet üretmek demek, insani dünyayı kuran, koruyan ve sürdüren makul ve uygun yaşama ortamları üretmek demektir. Kutsal kitabımız Kur’an’da ‘Kendi kendinizi bilerek tehlikeye atmayınız’ ayeti toplumsal ve bireysel bir emirdir. Şehirlerimizi, yaşam alanlarımızı deprem, sel felaketi, tsunami gibi felaketlere karşı imar etmek toplumsal, insani bir görevdir.

Aristo der ki;

‘Bir şehri iyi yapmak bahtın elinde değildir; bu bilimsel planlama ve bilinçli politika sorunudur’.

Büyük İslam düşünürü Farabi asırlar evvel şehirleşme ile ilgili şu önemli tespiti yapmıştır.

‘Sakinlerinin saadete erişmek maksadı ile yardımlaştıkları bir şehir fazıl bir şehirdir. Bütün şehirleri saadete eriştirmek maksadı ile el ele vererek çalışan bir millet fazıl bir millettir. Fazıl şehir, hikmetin, bilginin ve iradenin kurduğu bir şehirdir.’

Her türlü doğa olaylarına karşı ne yapmamız gerektiği bizim medeniyetimizin ve modern zamanların medeniyetlerinin toplumlara ve bireye ne yapması gerektiğini açıkça anlatır.

Tarih tekerrürden ibarettir, ders alınsa hiç tarih tekerrür eder miydi?

*Fazıl: erdemli, manevi değerce üstün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum