Şerif KUTLUDAĞ
Nereyi sevmeli insan
Doğduğu yeri mi, doyduğu yeri mi sevmeli?
Yazımı ister okuyun, ister okumayın en son söyleyeceğimi en başta söyleyivereyim de sizleri yormayayım değerli okurlarım:
İnsan hem doğduğu yeri hem de doyduğu yeri sevmeli; sevebilmeli.
Hiç kimsenin dünyanın neresinde; hangi ana babadan, hangi dil, hangi din ortamında, hangi zamanda doğacağının garantisi olmadığı gibi hayat akışı içerisinde nerelere gidip nerelerde yaşayacağının da garantisi yok efendim…
Hayat bir anlamda bir ırmak akışı. Bizler de o ırmağa bırakılıveren birer yongaya benziyoruz. Hangi kıyıda kimlerle hangi şartlarda buluşur ne oluruz ancak yaşadıktan sonra anlayabiliyor, görebiliyoruz.
Efendim ben 1954’te Denizli’nin Güney ilçesinde doğdum. Ömrümün ilk on beş yılı Güney şartlarında geçti.Anamı babamı sevdiğim gibi Güney’imi de sevdim.
Hayat ırmağı beni aldı on beş yaşında, bir sabah namazında anamın babamın ellerinden öptükten sonra hep yalnız mücadele edeceğim eğitim sürecinde önce Aydın Vakıf Talebe Yurdunda yatılı öğrenci olarak Aydın Lisesine getirdi. Bir yıl okuduğum Aydın Lisesi benim ilk şiirimin Yeni Kıroba Gazetesinde yayınlanmasıyla özgeçmişimin bir kilometre taşı olarak bana ömrümce Aydın’ı sevmemi sağladı.
Bir yılın sonunda bu sefer –dayımlar ve onların gelini olan ablamdan dolayı- Aydın’ın Nazilli ilçesinde, Nazilli Lisesinde buluverdim kendimi. Derken ailemin de Güney’den Nazilli’ye gelişiyle biz âdetâ bir nikah kıymış olduk Nazilli’yle. Hem çalışma hem okuma macerasıyla adım adım gezerek tanıdım Nazilli’yi, Çine’yi Milas’ı, Germenciği, İncirliova’yı, Kuyucak’ı Karacasu’yu… Yıllar sonra dayımı ve annemi toprağına emanet ettiğimiz Nazilli’yi nasıl sevmem şimdi değil mi değerli okurlarım…
El yordamıyla hazırlanıp el yordamıyla kazanıp kaydolduğum Ankara Ünv. DTCF yıllarıma ek olarak Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nda geçen dört yılımızda ülkemizin meşhur 12 Eylül öncesi dönemini iliklerimize kadar yaşatarak pişirdi bizi hayat… Şimdi bir simiti dört işi paylaştığımız güzel ülkemizin her yanından okumaya gelen arkadaşlarımızla dört yılın sonunda birbirimize can kardeş eyleyen güzel Ankara’mı nasıl sevmem deyin bana!..
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak ilk atamamın1978 Martında Uşak/Uşşâk(âşıklar) olmasından mıdır nedir beni mesleğime âşık ediverdi hayat!.. Onca yıl hazırlandığım, hayal kurduğum, zorlu bir hayat yolculuğunun ardından beni öğretmen kimliğiyle kara gözlü öğrencilerimle buluşturan Uşak’ı nasıl sevmem!..
Evlilik ve eş durumuna bağlı olarak beni demir tozlarını çekip alan mıknatısa misal Uşak’tan çekip alan Denizli’ye gelişim…
Denizli Lisesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Denizli Eğitim Yüksek Okulunda görevlendirme, Denizli Anadolu Lisesi yine Dokuz Eylül Üniversitesi Denizli Mimarlık ve Mühendislik Fakültesinde görevlendirmeyle hocalık… Denizli İl Millî Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü derken on altı yılı bırakıvermişim geride.
1994 Haziranında katıldığım PAÜ-Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi çatısı altında geçen yirmi dört yıl… Bu yirmi dört yıl içine sığdırdığımız yirmi yıllık köşe yazarlığı, son dört yılında gerçekleşen TV program yapımı ve sunumu. Sayısız konferans, festival, çekimle bize hem kültürel sırlarını hem de armağan ettiği üç evlatla duygu derinliğini açan ve yaşatan güzel Denizli’miz!.. Şimdi söyleyin bana böyle bir Denizli’yi ben nasıl sevmem!..
PAÜ yılarlında otuz beş öğrenciyle bir hafta dağlarında diktiğimiz her fidanla sevgimizi de ektiğimiz Adıyaman’ı nasıl sevmem!..
2018 Eylülünde evimizi taşıdığımız güzel İzmir’imizi ve güzel Karşıyaka’mızı yaşamaya başladık ailecek… Bu dört yıl içerisinde bize yeni yeni çok değerli şâir dostlarla iki torun armağan eden güzel İzmir’imizi nasıl sevmem!..
Atı evcilleştirerek hız kavramına; evini/çadırını keçeden yaparak taşıma kolaylığına; hayvan besleyerek varlığını yanında taşıma kolaylığına sahip olan Türk milleti için yer değiştirme hiçbir zaman sorun olmamış, bilakis istediği zaman istediği yerlere kolaylıkla ulaşmıştır: Bunun böyle olmasında Oğuz Kağan Destanında Oğuz Kağan’ın halkına “Güneş bayrağın, gök çadırın olsun!..” sözü de elbette belirleyici ve teşvik edici olmuştur.
Atalarımızın Müslüman oluşuyla birlikte, “Mülk Allah’ın!..” inancı gereğince yeryüzünü hep aynı güzellikte görme duygusuyla hareket daha bir anlam kazanmıştır. Bunun sonucunda Altaylardan Tuna’ya dediğimiz, müthiş bir hareket ve yaşama alanı ortaya çıkmıştır. Özellikle Anadolu ve Balkanlarda yaşanan iskân politikalarından dolayı her an harekete hazır bir psikolojiyle yaşayıp gelmiştir insanımız ve geldiği ya da gittiği her yeri vatan olarak kutsamıştır.
Osmanlı Devletinin üç yüz yılda ulaştığı Tuna boylarına ulaşırken de üç yüz yılda Sakarya boylarına çekilirken de sürekli yer değiştirme ve insan hareketliliği yaşanmıştır.
98. Yılını yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise bu sefer köylerden kentlere bir iç göç yaşanırken 1960larda gündeme gelen Avrupa’ya işçi göçü sonucunda özellikle göçün yoğun olduğu Almanya için Acı Vatan terimi ortaya çıkmıştır…
Bu bağlamda, konuya bütüncül bakarsak, yer yüzü her zaman var. Üzerinde yaşayan insanlar hareketli ve hep yer değiştiriyor. Dolayısıyla insan her nereye giderse gitsin aynı Allah’ın mülkünde yaşayacağına göre, gittiği ve yaşadığı her yöreyi, her beldeyi sevmek sevebilmek konumundadır. İnsanın doğası gereği bulunduğu yeri sevebilmesi insanı sevmesiyle mümkün olabilmektedir.
O halde bize düşen görev de her nereye gidersek gidelim önce insanı sonra yine insanı sevmek durumundayız. Onun için olsa gerek Yunus Emre atamız: “Yetmiş iki millete aynı nazarla bakmayan bizden değildir!.. demiştir.
Doğduğumuz eri de doyduğumuz yeri de seveceğiz; sevmemiz gerekiyor! Bunun yolu da insanı sevebilmekten geçiyor.
Bunun nasıl olurluğunun kaynağı da bizim kültür dünyamızda fazlasıyla mevcuttur. Yeter ki biz arayan olalım; nasıl olsa buluruz.
Sevgiyle… Sevgiyle… Sevgiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.