Beyrut’u öldürdüler mi?

Osmanlı parçalanırken Suriye Fransızlara bırakılmıştı. Fransızlar, Suriyelilerin kendi toprakları olarak gördükleri( Suriye’nin uzantısı)  Lübnan için 1926 yılının Mayıs’ında bir anayasa hazırladılar. Lübnan, Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet olacaktı. 1943 yılı geldiğinde Fransa’nın manda yönetiminden kurtularak bağımsızlığına kavuştu.

Kavuştu demek yersiz; kavuşturuldu. Akdeniz’de kıyısı olan bir devlet yaratıldı. Gördüğünüz gibi Beyrut’taki patlamadan sonra ilk ziyaret eden batılı devlet başkanı da Makron olmuştu.

Dün itibariyle malum çevreler, Fransız mandası olalım diye imza kampanyası bile başlattılar.

Türk Telekom’u satın alan Lübnan Başbakanı Refik Hariri,  2005’de uğradığı bombalı saldırıda öldürüldüğünde, dönemin Başbakanı R.Tayyip Erdoğan, Hariri için Lübnan Parlamentosunda, Evinde ve Mezarlıkta yapılan törenlere katıldığını biliyoruz!

Ölmüş bir Beyrut’a yapılacak taziye ve destek ziyaretinin neden esirgendiğini anlamak mümkün değil. Lübnan küçük bir devlet olabilir. Libya’dan daha önemsiz değildir. Ziyaretin karşılığı mutlaka olabilecektir. Çiniler yok olan liman için teklifi çaktılar bile… Libya’da işler istenilen şekilde gitmediğinde Münhasır Ekonomik Bölge bağlamında Doğu Akdeniz’de yeni partnerimiz neden Lübnan olmasın?

Esad ile kanlı, Sisi ile kavgalıyız. Geriye de bir şey kalmadı. Her yer AB.

Beyrut için gönderilen bir uçak dolusu tıbbi malzeme ve arama kurtarma personeli bu işler için yeterli midir?

Onu yaşayarak göreceğiz.

Fransa, Lübnan’da halen etkinliğini sürdürmektedir. İçtikleri pet sular bile bir zamanlar Fransa’dan gelirdi. Devlet televizyonları hem Arapça hem de Fransızca yayın yapmaktadır. Önemli bir istikrasızlıkta birçok Lübnanlı, patlamanın olduğu liman ile şehrin kuzeyinde bulunan Jounieh(jünye)imanından kalkan botlar ve gemilerle Kıbrıs Rum Kesimine oradan da Fransa’ya giderlerdi. Yüzleri daima Fransa’ya dönüktürler.

beyrut-patlamasi.jpg

Fransızların yaptığı ve halen yürürlükte olan anayasaya göre Devlet Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı Hıristiyan(Marunî) Ortodokslara, Meclis Başkanlığı Şii’lere, Başbakanlık da Sünni Müslümanlara, Meclis Başkanvekilliği yine Hıristiyanlara verilmiştir.

7 milyon olan ülke nüfusunun dağılımı şu şekildedir:

Etnik dağılıma bakıldığında; %094 Arap, %4 Ermeni ve %2 (Türkler, Süryaniler Asurîler, Keldaniler ve diğerleridir.

Dini dağılıma bakıldığında;  yüzde 59 Müslüman, yüzde 39 Hıristiyan ve yüzde 1,2 Yahudiler.

Ancak Lübnan için esas önemli konu mezheplere baktığımızda; yüzde 34 Şii (Lübnan Hizbullah Hareketi bu grubun içinden çıkmıştır), yüzde 23 Hıristiyan Marunî, yüzde 20 Sünni, yüzde 5Dürzî, yüzde 4 oranında da Ermeni nüfus vardır.

Bürokrasi de bu dağılıma göre şekillendirilmiştir. Liman’ın kimin idaresinde olduğunu önümüzdeki günlerde öğrenebileceğiz.

Bu yapı ile uzlaşılan yıllar çok gerilerde kaldı. 1973 Arap-İsrail savaşanından sonra bölgede dengeler değişmişti. Mısır, Ürdün ve Suriye savaşı kaybetmişlerdi. İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından 340 bin mülteci Lübnan’a yerleştirildi. Suudi Kral Faysal, Lübnan’ın Hıristiyan Cumhurbaşkanı Pier Cemayel’e 3 milyar dolar vererek Filistinli mültecileri kabul ettirmişti.

Kamplar, okullar, yollar yapıldı, yemek kazanları kaynıyordu.  Filistinli göçmenlerin ihtiyaçları karşılanmıştı ama vatansızlık başka bir şeydi!

Geçen iki yıl içinde münferit olayların dışında kayda değer bir olumsuzluk yoktu. 1975’e gelindiğinde paralar bitti. Yeni kaynak yok. Filistinli mülteciler için zor ve uzun sürecek yol yeniden başlayacaktı.

İş yok, aş yok ne yapacak bu insanlar? 1969 da eş zamanlı olarak 4 uçak kaçıran Leyla Halid’in örgütü FKÖ, Ürdün’den sürülmüştü.  Arafat’ın benim “Generallerin” dediği sapan lastiği ile taş atan dünkü çocuklar;  1972 Münih Olimpiyat oyunlarında 11 İsrailli sporcuyu rehin alarak büyüdüklerini dünyaya gösterdiler.  FKÖ’nün açlıkla terbiye edilemeyeceğini uluslararası camia göremedi.   Filistinli mülteciler de sivil itaatsizlik eylemleriyle başlayan tepkilerini alanlara taşıdılar. Bekaa vadisinde eğitim kampları oluşturulmuştu. Beyrut’ta kalaşnikoflar açıktan taşınmaya başladı ve kıyamet de ondan sonra koptu.

Filistinlilerin başlattığı eylemler, Müslüman-Hıristiyan çatışmasına evirildi. Lübnan ordusu Filistinlileri pes ettiremiyordu. 1983 yılına gelindiğinde Devlet Başkanı Pier Cemayel’in yerine geçen oğlu Beşir Cemayel,  İsrail devletine resmen başvurarak ülkesinin işgal edilmesini istemiş ve Lübnan kasabı olarak bilinen İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron ordusuyla Beyrut’a girmiştir. Bir gecede Sabra ve Şatila kamplarında 5 bin Filistinli Mülteciyi katletmişlerdi. Hedef Arafat’tı. Daha fazla Filistinlinin ölmesini istemeyen El Fetih’in lideri Yaser ARAFAT ve 30 bin savaşçısı patlatılan limandan gemilere binerek Tunus’a gitmek zorunda kalmışlardı.

O güne kadar birlikte hareket etmeyi başarabilen Şii’ler ve Sünni’ler birbirine girmekte gecikmediler. Hıristiyanların yönettiği ordu da bütün tarafları karşısına alarak yıllarca süren bir iç savaş yaşandı. Merminin değmediği tek bir bina, tek bir duvar göremezsiniz. O günden günümüze kadar bir türlü istikrar gelmedi ülkeye!

İç savaş yaşanırken kendini kabul ettirme refleksinden hareketle İran ve Suriye destekli Şii’ler,  Hizbullah partisini ve ordusunu kurmayı başardılar.

Hizbullah, 2006 yılında İsrail ile yapmış olduğu orantısız savaşı kazanmış,  dünyada büyük bir prestij elde etmiştir.

Halen Hizbullah ve onun siyasi lideri Hasan Nasrallah,  İsrail’in korkulu rüyasıdır.

Bu gün Lübnan’da Hizbullah olmadan hiçbir karar alınamıyor ve alınamaz da!

Lübnan’da haftalardır ekonomik ve siyaset kurumunun yozlaşmasına duyulan öfke nedeniyle barışçıl gösteriler yapılmaktaydı. İnsanlar aylarca sokaklarda yolsuz düzene veryansın etti. Bu düzenin çarklarında bir ya da iki kişi yok; her bir köşede siyasi elitler, aile şirketleri, mezhep-din tabanlı partiler, iç savaştan kalma milis yapılar ve her şeyi tekeline almış siyasilerle bağlantılı imtiyazlı şirketler oturuyor. Ve hizmet alırken buna rıza gösteren topluma sinmiş çarpıklıklar da cabası.

Uzun yıllardan sonra ilk defa Müslüman, Hıristiyan, Dürzî, Ermeni ve diğer gruplar bir araya gelebilmişlerdi. Bunun Lübnan için önemli ve üstünde durulması gereken bir gelişme olduğunu söylemek isterim.

Beytut’taki patlama aynı zamanda Lübnan’daki yozlaşmış sistemin infilakıdır.

Beyrut’taki patlama kaza, bilerek- isteyerek yapılmış bir sabotaj sonucu olmuş olabilir. İlk açıklamalara bakıldığında patlamanın kaza sonucu yaşandığı yönünde. Ancak, Sabotaj olasılığı da dışlanmamalıdır.  Uzun yıllar sürmesi beklenen soruşturmanın sonucunu beklemek gerekiyor!

Olay ile yüzleşmek yerine içerideki politik hasımlar ve dışarıdaki uzantıları bu felaketi karşı tarafı yıpratma fırsatına çevirmenin derdinde. Baş aktör eski Başbakan Saad Hariri, 2005’te limanın yanı başındaki ana yolda bombalı saldırıda öldürülen babası eski Başbakan Refik Hariri suikastıyla bağ kuran bir tutum sergiliyor.  Babamı kim veya kimler öldürdüyse Limandaki bombayı da onlar patlatmıştır demek istiyor.

Refik Hariri Davası’nda 7 Ağustos’ta açıklanması beklenen karara atfen “Beyrut’u öldürdüler. Alman yargıçların da bulunduğu Uluslararası Lübnan Mahkemesi kararı açıklamayı erteler mi ertelemez mi bilmiyorum” dedi. “Beyrut’u öldürdüler” dedirten bilgi ne ise paylaşmalı. Ya da “Başbakanlık koltuğundayken bütün uyarılara rağmen neden 2.750 tonluk Amonyum Nitratın çaresine bakmadın” sorusuna yanıt vermeli.  Beyrut’un en Prestijli yeri olan limanda bu kadar patlayıcının ne işi var diye sormazlar mı adama?

Saad Hariri Aralık 2016-Ocak 2020 arasında başbakandı!

Siyaseten sorumlu tutulması gereken ne kadar aktör varsa hepsi “Soruşturulsun, hesap sorulsun” diyor.

Bu süreçte Dürzî lider Velid Canbolat da Saad Hariri ile aynı istikamette tepkiler veriyor. Yani Körfez-Batı eksenindeki Lübnan siyaseti Hizbullah’ı topun ağzına koyma arayışında. İsrail ve Amerikalılar patlamayla Hizbullah’ı ilişkilendirmeye çalışıyor. Bu kamp Hizbullah’a götürecek bir ipucu çıkar umuduyla uluslararası soruşturma istiyor. Evet, Lübnan iç soruşturma için yetersiz ama uluslararası soruşturma da büyük güçlerin manipülasyonuna açık. Nitekim bunu doğrulayan sonuç önümüzde duruyor. 2005’de öldürülen Refik Hariri olayının soruşturulması 15 yıldır sonuçlanmamış.

Düzmece raporlarla Hizbullah işaret edildiğinde arkasında İran var denmeyecek mi? 

İran’ı vurmak için meşruiyet yaratmayacaklar mı?

Bütün bunların ötesinde ortada patlamayı bekleyen 2 bin 750 tonluk amonyum nitratı sorun etmeyen hükümet, yargı ve bürokrasi var. Hesaba çekmeye ya da hesaba çekilmeye imkân vermeyen bir sistemin parçaları rahatça sorumluluktan kaçabiliyor. Mezhepsel ve dinsel parsellemeyle derinleşmiş siyasi bölünmüşlükte birinin ötekine hesap sorması potansiyel olarak çatışma nedeni.

Zor zamanda Lübnan’a el atanların ikinci adımı dayatmalarla gelecektir. Amerikalılar, bazı batılı ortaklar ve Körfez’den finansörler(BAE, Kuveyt, S.Arabistan, Umman) Lübnan’a “Hizbullah’tan kurtulmazsanız bu krizlerden çıkmanıza izin vermeyiz” diyen bir tutum içinde.

Patlamadan sonra yeniden başlayan gösteriler üzerine bir bakan, 5 Milletvekili istifa ettiler. İç siyaset karışıktı, daha da karışacakmış gibi görünüyor.  Lübnan bu felaketten mezhebi bölünmüşlükten uzak yeni bir toplumsal sözleşmeyle çıkabilirse ne ala! Aksi halde ne tamamen öldüren ne de adam gibi dirilten ucube sistemle sıradaki felaketine doğru yürümeye devam edecek.

Karar mekanizmasındaki liderler veya gruplar her defasında masaya otururlar fakat sonuç alamazlar. Lübnan’da hepimizin sevgisini kazanmış bir kardeşimizin anlaşma-uzlaşmaya yönelik şöyle bir değerlendirmesi olmuştu. “Onlar anlaşmamak üzere masaya otururlar”

Bakalım, bu defa başarabilecekler mi?

Lübnan’ın ünlü bayan sanatçısı Feyruz’un dillere destan Lİ BEYRUT isimli şarkısının ilk satırı ile yazıyı bitirmek istiyorum.

“Beyrut... Kalbimden selamlar sana ey Beyrut...”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum