Anamın mezarından

Üzerine diktiğim akzambaklar çoğalmış...

Yanındaki zeytin ağacı sarıçiçeklerle bezeli,

Gün doğanında ise, yaşamaya çalışan selvi,

Anamın Mezarına gittiğimde…

Çileli bir o kadar da sert mizaçlı bir yapıya sahipti anam.

Doğduğunda, büyük ninesi Hacı Balaban karısının adı verilir.

Adı verilen, ninesine çektiği söylenirdi.

Bir tek teyzem vardı benim.

O da tee Çıkrık alan mahallesine gelin gider. Anamın aksine teyzem takır takır gülerdi. Teyzemin iki kızından büyük olanı Zahide, 5 yaşında dedemin evinde kaldığında, böcekten zehirlenerek öldüğünden teyzemin yüreği yanıktır. Evde 2 yaşında ay parçası Melek kızı var, Ben teyzemlere sıkça giderdim. Siyah saçlı, apak tenli, güzeller güzeli kuzenim Melek ablamı teyzem peşime takmış, Otun, börtü böceğin çok olduğu bu yerde, Jandarma onbaşısı gibi hep arkamda, yanımda bitiverirdi, üzerime titrer, beni takip eder, bu ilgiden de ne yalan söyleyeyim içten içe de mutlu olurdum.

Teyzemin komşusu, akrabamız olan, seksenli yaşlardaki, Bolat kızı Emir Ayşe Kadın beni pek sever, dedemin adıyla seslenir, her sabah el sallardı. Bir gün beni sevmeye başladı, yaşlı kadıncağız öptü, yüzüm, gözüm tükürük içinde kaldı. Yüzümü silmeye çalışırken ben bir daha bu teyzenin evine gelmem dedim. Melek ablam arada bir “Emir Ayşe teyzeye gidelim, seni özlemiş bi daha öpsün” der, kahkahalarla güler, Çok az insanın yaşadığı bu yerde arada bir zorla götürür, dönerken kahkahalar atardı. Melek abam da 19’un da, yeni gelin, yeni evli, yeni anne iken, kötü hastalıktan (kanserden) vefat etti. Ankara’nın Hacettepe’sinden ameliyat masasından getirildiğinde, teyzemin aklını yitirdiğini zannettik…

Kadınlar,

Köy kadınları hepten çilelidir.

Anam, çamaşır yıkamak için kirlileri kazana doldurur, suyu kir çıkaran cinsten olan bir çeşme ya da pınar başına gider. Hemen etrafa çamaşır serer ki çobanlar, gelen geçen buraya uğramasın diyerek. O yıllarda çamaşır serilen yere yaklaşılmaz, hayvan sürülmez, geçilmezdi. Anam küllü su ile çamaşır yıkar, bizi de yıkardı. Topuk taşı ile ayaklarımızı sürterken hepimizin canını yakar, ağlatırdı.

Büyük halam bahçe evinde çamaşır yıkadığı günlerde, donumu, fanilamı kapar, orada alırdım soluğu, halam yıkardı beni. Topuğumu filan acıtmazdı.

Anamın işine de gelirdi, birimizden kurtulurdu en azından...

Bebekliğimde anam, belimden kolanla odaya bağlar, önüme bir şeyler yığar, pınara suya gider, çamaşır yıkar, gündelik işleri yapar, ben uyuya kalırmışım.

Babam ılımlı ve sosyal bir adamdı, karşılıksız bir sevdası varmış, yakın bir arkadaşı ile nişanladıklarında babam ağzını mühürlemiş, sus pus olmuş, boyun eğmiş. 40 yaşında beyin ameliyatı oldu, tutunamadı hayata…

Anam, babamın vefatından sonra başımızda durdu, hem ana hem baba olmaya çalıştı. Arkadaşından vazgeçersin, eşini, işini bırakırsın da bazı şeyler kişinin elinde değil, seçemediklerin de var bu yaşam içerisinde…

Anamın dulluğu ölümüne değin 41 yıl sürdü…

Dedem, anamı çalışkan, becerikli, hızlı orak biçer, zeytini iyi toplar diye ninemin rızası olmaksızın babamla evlendirmiş. Her ikisi 24 metre karelik çadırdan bir köy evine yerleşirler.

Dedem ilk gelini olan, anam için hanay ev yaptırmış…

O yıllarda hanay ev istermiş gelinler.

Anam, hanay ev de istememiş.

İzmir Fuarında çocuğu kaybolan kadının yırtınmasını, feryat ve figanlarını dinlerdik. Ardından çocuk bulununca annenin bir de çocuğuna dayak attığını da görünce çocukluğumuzda yediğimiz dayaklar aklımıza gelir, gülümserdik…

Biz de anamın dayaklarıyla büyüdük.

Damdan düştüm, kafam yarıldı,

Beyaz gömleğim kızıla boyandı,anamdan önce bir güzel dayak yedim, sonra kafama merhem sürdü.

Köyün pınarına düştüm, anamdan paso dayak.

Yaşlı Mukaddes Teyze, anamın elinden kurtardı beni, hatta çocuk korkmuş diyerek bir şeyler, av saçması bile yutturdu bana…

İncir ağacından düştüm, ayağım kırıldı, anam bir güzel haşladı.

Sonra sırtına bindirip hınıscı İbrahim Amcaya gittik.

Duyup da ne acımasız insanlarmış demeyin…

O zamanın şartları içinde bu yaşadıklarımız aslında olağan görülen şeylerdi, o dönem öyleydi.

Terlik, maşa ve süpürge gündelik, basit cezalar...

Yoğurdun kaymağını yedim, süpürgenin sapı ile dört ayak emekleterek dövdü beni. Bugün bu yaşımda bile, süpürge sapı görsem anamdan o gün yediğim dayak gelir aklıma…

Oysa yaramaz çocuklar da değildik…

**

Tam beş yıl önce…

Hastanede bir aydır yatan anamın yanındayım.

Yoğun bakımdan odaya çıkarıldığında, şöyle bir bakındı,

“Oğlum ben neredeyim?” diye sordu.

“Sabah ambulansla hastaneye getirdik” diye cevapladım,

Oysa bir aydır yatıyordu.

“Hı, hiç hatırlamadım” dedi.

Sonra başladı anlatmaya…

“Oğlum ben on, on beş gün kadar köye, dağlara gittim. Ninen (kaynanası) elimden bir tuttu, köyleri, dağları gezdik, dün geldik. Fakat ak çakmak taşlı bir yere de gittik. Neresiydi bilemedim...”

Anlattıklarına şaşırdım, irkildim, ninem öleli yıllar olmuştu.

“Ana, mermer mezarlıklar filan olmasın”

Sinirli bir şekilde,

“Gevşek, demşek konuşma” dedi.

O an, anamın öleceği içime doğdu.

Meğer son akşam yemeğini yedirmişim.

Akşamleyin gelen bacıma da söyledim, saatler sonra haber geldi. Anamın bakışları bir anda tavanda sabitleşir,

Şehadet getirerek, usulca başı yana düşüverir.

Sağ olsun yanımda Veli Müdür ile hastaneye…

Babamın yanına götürdük onu.

Zaman ne çabuk geçiyor, beş yıl önce vefat eden anamın ölümünü, çocukluğumu, dün gibi yaşadım bir an…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum