Orhan ERDEM
Dünden bugüne Türklerin medeniyet mücadelesi
Karahanlılar Devletinin 920 yılında İslamiyet’i resmen kabul etmesiyle Türkler topluca Müslüman oldular. 8.ci yüzyıldan sonra Türkler Anadolu’ya geldiklerinde antik kültür ve Helen kültürü ile karşılaştılar. MÖ antik kültür üzerine inşa edilen Helen kültürü Bizanslıların hâkimiyetinde sanatta düşüncede, inançta oldukça ileri bir noktaya gelmişti.
Antik kültür MÖ Etiler, Asurlular, Frigler, Lidyalılar, İyonlar ve Karyalı’ların katkıları ile Anadolu’yu bir baştan bir başa medeniyetler beşiği haline getirmiştir.
Romalıların Hristiyanlığı resmi din olarak kabulünden sonra Anadolu’da Helen kültürü hakim oldu.
Arabistan’da İslamiyet’in doğuşu ile İslam kültür ve medeniyeti, çok kısa bir zamanda orta doğu İran Anadolu ve Kuzey Afrika’da siyasi ve kültürel varlığını pekiştirdi. Bu tarihten itibaren( MS 650-750) iki medeniyet karşı karşıya geldi. Bu rekabet kültürel, askeri, siyasi güç mücadelesi ile başladı.
Türkler 8.ci asırdan sonra Anadolu’ya gelmeye başladılar. Türklerin Anadolu’ya gelişi İslami kimlikleri ile oldu. Siyasi ve askeri olarak Anadolu’ya gelişleri 1071 Malazgirt zaferinden sonradır.
Türkler Anadolu’ya gelince hazır bir medeniyet üzerine geldiler. Bu medeniyet Helen medeniyeti idi. Türkler göçebe olduklarından ve hayvancılıkla uğraştıklarından Anadolu’nun kırsal alanlarına ve yaylalarına yerleştiler.
Türklerin Anadolu’da kurduğu şehir yok denecek kadar azdır. Tarihi kaynaklara göre sadece Muğla şehri Türkler tarafından kurulmuştur. Çünkü göçebe kültürünün kentsel yaşamı yoktur. Anadolu şehirlerinde ticaret, sanat, sosyal hayat tamamen Hristiyanlara ait uğraşılardandı. Osmanlıların en güçlü olduğu zamanlarında bile, Anadolu’daki kentlerin nüfusu büyük ölçüde Rum, Ermeni ve Yahudilerin çoğunluğundaydı.
Göçebe yaşam doğası gereği fiziki bir yerleşim anlayışına dayanmadığından kent kültürünün gerekli şartlarını oluşturamaz. Ve sözel kültürden öteye gidemez. Daha doğrusu bugünkü ifadeyle bedevi gelmiş, bedevi devam etmiş, bedevi kalmıştır. Ticari, siyasi, sanatsal kalıcı eserler ancak kentleşme sürecinde yaratılabilmiştir. Bu daha çok Selçuklulara nasip olmuştur.
İslamiyet, özü itibariyle kent kültüründe doğmuş, kent kültüründe gelişmiş ve ürünler vermiş bir kent medeniyetidir.
Bedevilikten Kur’an’ın tarif ettiği insan varlığını çıkarmak zordur. İslamiyet bunu başardı ise, en büyük mucizesi budur.
Mevlana “Köyde üç gün yatanın üç ay aklı başına gelmez ”der. Gelişme adına, kültür adına, sanat adına ne varsa kentte vardır. Bütün medeniyetler kent ve kentlerin damgasını taşır. Medeniyetleri inşa edenler kentlilerdir. Osmanlı devleti zamanında devletin ihtiyacı olan eğitimli, kaliteli insan kaynağı Enderun’dur. Osmanlılar Hristiyan tebaadan devşirdiği sağlıklı, zeki çocukları önce Müslüman aileler yanında sonra Enderun’da yetiştirmiş, devleti yönetecek kadro ihtiyacını buradan karşılamıştır.
Önceleri çok başarılı olan bu sistem zamanla yozlaşmış, ters çalışmaya başlamış geçmişini alt şuurunda unutmayan gençler, Osmanlı’da geçim ve hizmet kapısı olarak hizmet etmişlerdir. Bu sistem gönüllülük esasına dayandığından, Hristiyan aileler çocuklarını Osmanlı hizmetine vermek için can atmışlardır. Devlet zamanla Osmanlı hanedanı ve kapı kullarından ibaret olmuştur. Türkler dağda koyun, keçi güden, askerlik yapan, vergi veren, kent hayatından uzak bir topluluk olarak kalmış, ilerlemesini ve medeniyet kuruculuğunu kavrayamamış köylü bir toplum olarak kalmış, sisteme yabancılaşmıştır. Osmanlı hanedanı ve kapı kulları kentli gayrı Müslim azınlıklarla sosyal hayatlarını çıkar üzerinden inşa ederek, apayrı bir düzen kurmuşlar, kapı kulları kentlerde hakim bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır.
15.Y.Y.’dan sonra büyük coğrafi keşifler ve merkantilizm etkisi ile yeni icatlar, kentler ve kent yaşamında zengin bir kültürel gelişme yapmıştır. Anadolu’nun asli unsuru Türkler ovada ve yaylada tarım ve hayvancılıkla uğraşırken dünyanın bu gidişatına bigâne kalmışlardır. Bu 20.YY. başına kadar devam etmiştir. Prof. Dr. Mesut Zeki Arsal “Memleket çocuğu” adlı eserinde 1900’lü yılların başında Aydın’ın ekonomik ve sosyal hayatını anlatan kitabında Aydın’ın kent nüfusunun büyük çoğunluğunun Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluştuğunu, ticaret, sanat ve sosyal hayatın bütün zenginliği ile gayrı Müslimler tarafından yaşandığını anlatır. O dönemde Türklerin Aydın’da ekonomik sosyal hayatlarının ne kadar geri olduğunu dramatik bir şekilde ifade eder.
Sosyal güç sahibi olan bu gayrimüslim azınlıklar ülkenin sözde gerçek sahibi olan Türklere öz yurtlarında garip gureba muamelesi yapmışlar kaba ve cahillikle aşağılamışlardır. O kadar ki Anadolu’da Türk demek köylü, görgüsüz, kaba anlamında kullanılır bir kelime anlamına gelmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile Anadolu’da Türkler askeri ve siyasi gücü ele alırken, ekonomik ve sosyal güç Osmanlıdan arta kalan kapı kullarının torunlarında kalmıştır. Bu yapıyı zorlayan Türkün ruh köküne bağlı ekonomik, siyasi, sosyal büyük bir mücadele, Cumhuriyetin kuruluşundan beri verilmektedir. 100 yılların ihmaline uğramış özü sözü Türk Anadolu insanı tarihten gelen yanlışlıkları ilim, fen, sanat, ticaret, sanayi ve ekonomide ağırlığını koyarak düzeltmeye çalışmaktadır. Bugünkü mücadelenin özü budur. Artık geri dönüş yoktur.
21. YY Türklerin ve Türk dünyasının olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.