Ali AKSÜT
Yaşadıklarımız…
Hafızalardan çıkmayan İzmir depreminin neden olduğu 115 can kaybımız ve getirdiği acılar…
Geride pek çok insanımıza mezar olan, yıkılan koca koca binalar, onlarca enkaz yığınları...
Hastanelerde tedavi gören yaralılarımız...
Ve hangi saniyede olacağını bilmediğimiz 17 saniyelik 6,6 şiddetindeki depremin yıktığı yuvalar...
Sönen ocaklar...
Yetimler...
Öksüzler...
Ekonomik kayıplar...
Enkazdan kurtarılan canlar için dökülen sevinç ve mutluluk gözyaşları...
Ve çadır kentlerde mecburi yaşamaya mahkûm edilen İzmirli depremzede vatandaşlarımız…
İhtiyaçlar, eksikler, beklentiler, yeni umutlar...
Bir taraftan depremin dertleri, depremin yaralarını sarma çalışmaları...
Yaşama tutunma çabaları...
Devam eden artçılar nedeniyle halk korku ve panikte.
Ya belediyeler?
Devletin ilgili kurumları, deprem öncesi tüm hazırlıkları tamam mı? Vatandaşlarımız çok haklı olarak bu sorulara cevap arıyor.
Depremin bu sorunlarıyla uğraşırken diğer taraftan da gizli ve sinsi korona virüs mikrobunun her gün onlarca insanımızı kaybetmenin derin üzüntülerini yaşıyoruz.
Alınan sıkı tedbirler...
Bazı kentlerimizde uygulanan sokağa çıkma yasağı…
Günlük yaşamımızı esir alan acılar ve sıkıntılarla dolu bir ülke...
Korona virüs salgınıyla boğuşan bir dünyamız...
Ölen insan sayısı 240 binleri bulan bir Amerika...
Salgının gölgesinde geçen Amerikan seçimleri...
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de adaylar Donald John Trump mı, Joe Biden mi kazanacak tartışmaları yaptık.
Ne yazık ki, ülkemizde de adayların çok ateşli taraftarları oldu. Birinin kazanması, diğerinin kaybetmesi üzerine yapılan siyasi hesaplar, hepinizin malumudur.
Ve içinde yaşadığı Anadolu topraklarından, kendi halkından kopanlar, Washington sokaklarında kurtarıcı arama özlemindeydi.
Zihin ve ruh dünyamız, bu mutsuz, stresli yorgun dünyada, sanki fırtınaya yakalanmış bir gemi gibi sağa sola, ileri geri savrulup duruyor.
İç siyasette de, Hazine ve Maliye Bakanı Beraat Albayrak’ın sessiz sedasız, “sağlık sorunları” gerekçesiyle görevinden “affını” isteyerek istifa ettiğini sosyal medyadan öğreniyoruz.
Demokrasi kültürümüz ve siyasi gelenek teamüllerde hiçte alışık olmadığımız bu istifa şekli, siyaset literatürümüze önemli bir not olarak geçmiştir.
İlginç olanı da ekonomi gibi, Hazine ve Maliye gibi bir bakanlığın en tepesindeki kişinin istifasında ne iktidar cephesinden, ne de muhalefet cephesinden yeterince bir tepki, ses gelmemesidir. Bunlar çok garip ve düşündürücü şeyler...
Gelin isterseniz hepimizi sıkan bu gündemlerden biraz uzaklaşalım. İçimizi aydınlatacak, sevinç ve gurur dolu bir başka gündeme geçelim. Kardeş ülke Can Azerbaycan'ın 28 yıllık hasretin bittiği, vatan toprağı Karabağ'ı yeniden kavuşmasının mutluluğunu paylaşalım.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, her şehrinde, “İki devlet tek millet” şiarına uygun Türk Bayrağı diğerinde Azerbaycan bayrağı olduğu halde sevinç çığlıkları atan genç ihtiyar, kadın erkek mahşeri bir kalabalığın zafer coşkusuna Türkiye’den ortak oluyoruz. Azerbaycanlı kardeşlerimizin zaferi göğsümüzü kabarttı, sevinç ve gururu biz de yaşıyoruz.
İşte;
“İki devlet, tek millet” olduğumuz, Azerbaycan'ın bu şanlı zaferiyle iyice perçinlendi. Acı ve kederde, sevinç ve mutlulukta aynı kaderi paylaşan, aynı soy, aynı boy, aynı tarih, aynı dili konuşan koca yürekler...
İşte Büyük Türk Milleti olmak böyle bir şey!
Tebrikler Can Azerbaycan!
Tebrikler Türkiye!
Yaşasın Türk dünyası!
Kafkasların Kartalı,
Destan yazan özgürlük savaşçısı,
Şeyh Şamil'in yiğit torunlarına,
Anavatan Türkiye'den selam olsun!
Karabağ zaferimiz kutlu olsun!
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.