Ali AKSÜT
“Tam sekiz kurşun sıktım, hem de kafasına kafasına”
Yazının başlığındaki ürperten sözler, evlat katili bir babaya ait.
Bu acı, hazin olay film setinde ya da tiyatro sahnesinde değil; Fransızları kovarak topraklarını işgalden kurtaran, günümüzde “Bereketin, yiğitliğin, mertliğin ve medeniyetin şehri” olarak nitelendirilen Adana’da yaşanmış.
Bu aile dramını bakanlık müfettişi bir dostumun bana anlattığı hatıralarından aktarıyorum. İzin almadığım için ismini yazmayacağım ve yazımda ondan ‘bakanlık müfettişi’ diye bahsedeceğim.
Bakanlık müfettişi görevi nedeniyle Adana Cezaevi müdürüne ziyaret eder. Bu yazıya konu ettiğim aile faciasını birinci ağızdan dinler.
Öz oğlunun başına sekiz kurşun sıkan, taammüden adam öldürmekten ömür boyu müebbet hapse mahkûm olan evlat katili baba başlamış anlatmaya...
Ben Adana'nın meşhur kabadayılarındandım. Adana'nın sokakları, bar pavyonları bizden sorulurdu. Bize kimse yamuk yapamazdı. Sıkıysa yanlış bir hareketlerini göreyim. Anasından emdiği sütü burnundan getirirdik. O çapulcu sürüsü, ayak takımı var ya! Beni yolda gördü mü ya kaçacak delik arar, ya da ceketini ilikler selam çakardı. Ne de olsa, Adanalıyık, Allah’ın adamıyık. O zamanlar malım, mülküm her şeyim vardı. Adana'da portakal, limon bahçeleri, gayrimenkuller gırlaydı. Param pulum, malım mülküm epeyce iyiydi. 80 apartman dairem vardı…
Mutlu bir ailem, bir tek oğlum vardı. O'nu da Adana'nın eşraflarından, zengin bir ailenin kızı ile evlendirdim. Önceleri geçim ve mutlulukları çok iyiydi. Çocuklarla altlı üstlü aynı apartmanda oturuyoruz. Üzerimizdeki dairede oğlum oturuyor. Ara sıra, yukarıdan gürültü, patırtılar duyuyoruz.
Bazen, karı koca arasında olur ufak tefek tartışmalar olur dedik, sustuk. Müdahale etmedik. Sonra içip içip gelini döver olmuş. Duydum, çok canım sıkıldı. Uyardım, arayı bulduk, barıştırdık. Epey bir iyi geçindiler. Bizde anne baba sevindik. Sonra yine başladı. Bu kavga, gürültü, bağrışmalar sokağa hatta mahalleye taşmaya başladı. Ele güne rezil olmaya başladık.
Gene bir akşamüzeri evde oturuyoruz. Çığlık çığlığa bağrışmaları duyunca, ‘bizimkiler yine kavga ediyorlar’ derken; ‘İmdat, imdat! Beni kurtarın’ diyerek gelinim boynuma sarıldı. Bizim oğlan, o gün çok içmiş. Uyuşturucu da kullanmış. İyice zıvanadan çıkmış anlayacağınız. Bir de elinde bıçakla karısını kovalamış. At o bıçağı diye bağırdım. Bana ‘ananı avradını’ diye saydırdı. 'Çekil önümden' diyerek geline saldırmaya kalkınca çıldırdım.
Aklımı şuurumu kaybetmişim. Hemen elimi belime attım. On dörtlük tabancamı çıkartıp o itin kafasına kafasına tam sekiz el sıkmışım. Mahkeme görgü tanığı sıfatıyla karımı dinledi. O da ifadesinde, ‘Hakim bey, kocam kurşunları oğlumun ayaklarına sıksaydı, oğlum ölmezdi. Kurşunların hepsini de kafasına sıktı’ demez mi? Sonrası malum işte, düştük zindana. Karım da ‘evlat katili ile evli kalmam’ diyerek benden boşandı. Benim için hayat bitti. Yaşamanın anlamı yok. Şu an sadece nefes alıyorum. Bu mahpushaneden benim cenazem çıkar.
Gördünüz mü bir anlık öfke ile başa gelenleri.
Gönüller sultanı, büyük düşünür Mevlana’nın şu öğüdüyle yazımı sonlandırmak istiyorum.
“Unutma bu yaşadığın alem, sana bir şey verecekse; elle verir, yelle verir, selle verir. Senden alacaksa da elle alır, yelle alır, selle alır.”
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.