Metin AKOĞLU
Milli güvenliğimiz tehlikede mi?
Kahramanmaraş depreminin üzerinden yedi gün geçti.
Çok üzgünüz.
Başımız sağ olsun.
Ulusça yaşadığımız son acı olmasını diliyorum.
İnsanlığımızdan utanıyoruz artık.
Gene mi?
Her depremde olduğu gibi naklen yayınlar, dramlar, üzüntüler, gözyaşları ve 13 milyon acıklı hikâye ile birlikte artık enkaz kaldırma safhasına geçildi…
Zemin mekaniğini, kırığı, tektoniği, Arap, Doğu ve Kuzey Anadolu fay hatlarını hocalarımız ezberlettiler.
Reuters; “Bu felaketin boyutu her ülkenin kapasitesini aşar” diyerek başlık attı.
Bu başlık hem iktidarı hem de muhalefeti rahatlatmış olmalıdır.
Japon deprem uzmanı Shinzi Tuda; “Kahramanmaraş depremi, karada olmuş dünyanın en büyük depremidir” dedi ve sonrasında bir şey daha söyledi.
“Sizin inandığınız Allah, sizi uyarmış;
Neden dinlemediniz?”
Ateist bir Japon, hepimizin ezberini bozup bize din dersi de verdi mi?
Evet.
Erzin ilçesinde tek bir bina yıkılmamış.
Neden?
O fay hattı, Erzin’de havadan geçmiş olabilir mi?
Sayın Prof. Osman Altuğ hocamızın dillerden düşmeyen “siyasetin finansmanı” kavramına bakmak yeterli olacaktır.
Yıkım ve ölümlerin sebebi kirli paradır.
Anlayış aynı olduktan sonra İngiltere’den “temiz para” getirsen ne yazar?
Kahramanmaraş ile Hatay arasında fark görebildiniz mi?
Şimdi canımız çok acıyor ve yanıyor.
“Alevler Türk halkında,
Ölülerimiz ise köz oldular.”
Hesap mı?
Bizim sizi idare etmemiz, edecek olmamız şereftir deyip kapanır gider…
Sayın Erzin Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu kardeşimiz, işini güzel yapmış ve akçeli işlere girmemiş.
Hepsi budur…
Ahlak, bilim ve akıl!
Analar neler doğurmuş gördük.
Seni doğuran anaya binlerce teşekkürler.
Neden aykırı davrandın diye asın isterseniz!
Orası; Sökmenlerin, Erdemlerin yaşadığı yerler…
Güzellikler de oralardan geliyor…
Rahmetli Süleyman Demirel, ABD’nin itirazlarına rağmen Rus kredisiyle İskenderun Demir Çelik Fabrikasını yetmişli yıllarda hizmete açmıştı.
Anlaşma hükümlerine göre proje ve taahhüt işleri Ruslara ait;
Ben, devlet kavramına inanmış ve devletin adamı olan bir insanım.
Depremin ilk günü akşam saatlerinde, ülkemizin göz bebeği ve stratejik öneme sahip İsdemir’in güvenlik yetkilisine ulaştım ve bilgiyi aldım:
“Liman çalışıyor,
Fabrikada üretime devam,
Lojmanlarınızın iki tanesinin duvarında hafif çatlak var ve evlerde yaşam devam ediyor.”
50 yıldır hizmet veren tesis ayakta.
Bundan güzel bir şey olabilir mi?
Biraz detaya girdim.
Lojmanların 4 ve 6 katlı binalardan oluştuğu bilgisini aldım ve hemen sonuca ulaştım.
Rus titizliği sayesinde, sağlamlık ortada duruyor dedim.
Ruslar, güvenli ve güçlü devletin altında yaşamayı tercih ederler…
Elbette lüks yaşam tercihleri de vardır ama o, arkadan gelir.
Kredi Rus’un, inşaat sorumluluğu da Rus’un olunca fay hattı, Erzin’den sonra da Payas’ta bulunan İsdemir’in de fır hattından geçmiş!
Bu durumda, Erzin ve İsdemir’i nasıl yorumlamak gerekiyor.
…
Yoksa…
Ahlaklı, akıllı ve bilimle iş yapan insanların başarısı mı?
17 Ağustos 1999 Yalova depreminden sonra gözler olası bir İstanbul depremine çevrilmişti. Bilim insanlarımız tarafından İstanbul’daki konutların durumlarının tespiti ve iyileştirilmeleri yönünde muhtelif reçetelerin sunulduğunu biliyoruz.
Neyin, ne kadar yapıldığını olası bir depremde yaşayarak göreceğiz.
Türkiye ekonomisine yüzde 40'dan fazla katkısı olan İstanbul’daki bir büyük deprem, sadece can ve mal kayıplarına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda ülkemizin milli güvenliğini tehlikeye sokar. “Bu bakımdan İstanbul’daki olası bir deprem, bir milli güvenlik sorunudur" diyen yetkililerimiz vardı.
İstanbul depreminin olacağı kesin ama günü belli değil. İstanbul ile ilgili beklenti içindeyken, 6 Şubat günü gene bilim insanlarımızın beklediği başka bir yerden büyük ses geldi. Doğu-Batı ekseninde 330, Kuzey-Güney ekseninde 330 km uzunluğundaki bir alanda büyük yıkıma yol açan, büyük bir felaket kapımızı çaldı.
Şehirlerimiz haritadan silindi.
Portekiz’den biraz büyük, İngiltere’den biraz küçük, 2,5 Hollanda kadar bir alan ile birlikte tarih ve binlerce yıllık kültürler yok oldu.
Kerkük-Yumurtalık, Bakü-Ceyhan, İsdemir ve Haddeneler, Mardin, Gaziantep, Adana, İskenderun Çimento, Gaziantep devi Sanko Holding, Sabancı’nın yatırımları, organize sanayi tesisleri ile 13 milyonluk bir nüfusun yaşadığı ve pamuk, kayısı, zeytin, hububat, yaş sebze ve meyvenin üretildiği bu coğrafyadaki her türlü üretim, ülkemiz için stratejik öneme sahiptir.
İstanbul kadar önemlidir.
Çalışma hayatının durması, üretimin durmasını tetikler, bu da toplumda derin çatlaklar oluşturur. Kaos ve nerede duracağı belli olmayan bir sürece sürüklenebiliriz.
Deprem dersi verecek değilim. Onu bilim insanları yıllardır tartışıyorlar ve kale alınmadıkları için her yıl aynı sularda yıkanıyoruz.
Benim amacım sonuç çıkartmaktır.
Enkaz altında kalan insanlarımızın kurtarılması ve enkaz kaldırma çalışmaları, ülke güvenliğini riske atmadan, ihtiyaç seviyesinde askeri bir güç kullanılarak ele alınmalıdır.
Sosyal medyada “askerler nerede” diye bir serzeniş var. TSK’nin kurtarıcı gözüyle bakılıp ülke güvenliğini tehlikeye atacak boyutlara sürüklenmesini ve araziye saplanıp kalmasını doğru bulmuyorum.
Enkaz altındaki cansız bedenler ve bunların çokluğu hastalık üretim merkezlerine ve tüm coğrafyaya yayılma eğilimi göstereceğinden hareketle, çok hızlı bir şekilde sonuçlandırma zorunluluğumuz vardır.
İncirlik’te bunların ele alınmadığını düşünmek saflık olur.
Türkiye’de kolera vakası var ve dünya sağlığını tehdit ediyor ve ülke yönetimi gerekli tedbirleri alma inisiyatifini kaybetmiş vs. üreterek BM’den karar çıkartıp ülkemize müdahalede bulunabileceklerini hatırlatmak isterim.
Bu gerekçeyle Karayipler ülkesi Haiti’ye çökmüşlerdi…
Ülkemiz deprem kuşağında yer almaktadır. Böylesi bir jeolojik olguyu ülkemizin güvenlik ve acil durum politikalarından bağımsız düşünmek ya da ülkemizin maruz kaldığı veya kalabileceği tehditleri de göz ardı etmek mümkün değildir.
Sınırlarımızdaki kukla devlet girişimleri, Yunanistan’ın 12 mil oldu bittisi, Akdeniz ve Kıbrıs’taki çıkarlarımızın korunmasına yönelik uluslararası oldu bittiler ile NATO’yu istediği gibi biçimlendiren ABD’nin, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına yönelik çekincelerimizden dolayı rahatsızlık duyduğu sır değildir.
Milli menfaatlerimize aykırı politikaları dikte ettirmek istedikleri için Türkiye, hedeftedir.
Bu depremin yaratabileceği askeri ve sosyal riskleri iyi değerlendirmeli ve analiz etmeliyiz. Özellikle Gaziantep, Hatay, Kilis gibi illerimizde sığınmacı kampları bulunduğu gibi sığınmacı gettoları da oluşmuştur. Bu durumun hem toplumsal psikolojik yapısı hem de güvenlik boyutları dikkatli değerlendirilmesi bir zarurettir.
Suriyeli mültecilere yönelik öngörülerimi 11 Eylül 2018 tarihindeki SURİYELİ MÜLTECİLER başlıklı yazımda paylaşmıştım.
O gün gelmiş gibi görünüyor.
Türkiye’de arama kurtarma ve yardım faaliyetlerinde aksaklık, tarafgirlik, adaletsizlik, şehircilik, bölgecilik, mezhepçilik, kayırmacılık vs. var deyip iç karışıklık çıkartmak isteyenler olabilir.
Böyle ortamların, bu senaryoları uygulamak için Türkiye düşmanlarına fırsatlar sunabileceğini unutmamak lazımdır.
Halkımızın ve devletimizin birlik ve beraberlik içinde herhangi bir kargaşa, karışıklık ve kaosa karşı uyanık olması son derece önemlidir.
Böylesi büyük çaplı afetlerde iktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, devletimizin etrafında kenetlenmemiz gereklidir.
Yüreklerine taş basıp HDP ile anlaşabilenler, devleti yönetenlerle bir araya gelebilmelidir.
Kim bilir, belki de barışırsınız.
Gün, bu felaketten siyasi nemalanma zamanı değildir!
O, sonra olacak bir iştir.
Uluslararası çeteler ülkemize çökerlerse eğer su tutacak itfaiyeler sizin olmaz.
Yeni Bremer kim olursa, itfaiyeniz de onundur…
Anladınız mı?
Yazarımızın SURİYELİ MÜLTECİLER başlıklı yazısı için lütfen tıklayınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.