Efendi BARUTÇU
Marş-milli marş-İstiklal Marşı – 2
İstiklal Marşı’nın Yazılmasının Gündeme Gelmesi
Millî Mücadele’nin başlarında Mehmed Âkif’in “Ordunun Duası” adlı manzumesinin Ali Rifat (Çağatay) tarafından yapılan bestesi, Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye reisliğince bütün askerî birliklere okunmak üzere tamim edilmiştir. I. Büyük Millet Meclisi’nin ilk günlerinde kurulan hey’et-i irşâdiyyelerin, gezileri sırasında edindikleri izlenimler doğrultusunda Erkân-ı Harbiye reis vekili Miralay İsmet Bey’e (İnönü) bir istiklâl marşına olan ihtiyacı belirtmeleri, meseleyi ilk defa resmî olarak gündeme getirmiştir. İsmet Bey’in meseleyi İcra Vekilleri Heyeti’nde ortaya koymasından sonra konu Maarif Vekâleti’ne havale edilmiş, Maarif Vekili Rıza Nur’un imzasını taşıyan 18 Eylül 1920 tarihli bir tamimle millî marşın şartları valiliklere duyurulmuş, tamim bir süre sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde de yayımlanmıştır (7 Teşrînisâni 1337 / 1920).
Başvuru süresinin son günü olan 21 Kânunuevvel 1920 tarihinde gönderilen şiirlerin sayısı 724’tür. Ancak bunların arasında millî marş güftesi olmaya lâyık bir şiir bulunamadığından o tarihte Maarif vekili, dönemin önemli fikir adamlarından ve daha sonra Türkçülük hareketinin en önemli kurumlarından Türk Ocağı’nın da Genel Başkanlığına yeniden gelecek olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Karesi (Balıkesir) mebusu Hasan Basri’ye (Çantay) böyle bir şiiri Mehmed Âkif’ten beklediğini söyleyerek onun yazması için aracı olmasını ister.
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Milli Mücadelenin bütün önderlerinden Milli Mücadele saflarına katılması için Ankara’ya davet edilen Mehmet Akif ‘Öyle anlaşılıyor ki, ma’şeri vicdanı en iyi ifade edecek, milletin hislerini en başarılı şekilde dile getirecek şiiri sadece onun güçlü kaleminden, nazım kudretinden beklemektedir.’ Bunun üzerine Mehmed Âkif bir süreden beri üzerinde çalışmakta olduğu eserini Taceddin Dergahı’nda tamamlar ve Maarif Vekâleti’ne gönderir.
Yani bu noktada Hamdullah Suphi adı oldukça önem kazanıyor. Eğer Hamdullah Suphi’nin bir zevk yüksekliği olmasa, eğer Akif’i ve Akif şiirini yakından tanımasa, ya da İstiklal Marşı olmaya layık şiiri ancak Akif’in kaleme alabileceğini öngörmese; hiç şüphesiz Akif bu işe teşebbüs etmeyecek ve elimizin altındaki metin de hiç yazılmamış olarak kalacaktı. Dolayısıyla Akif’in marş nitelikli şiirler yazması noktasında yönlendirici ilk isim Ispartalı Hakkı ise, İstiklal Marşı gibi bir eserin ortaya çıkması fikri de doğrudan Hamdullah Suphi ile ilgili bir hadise demektir.
İstiklâl Marşı ile ilgili Meclisin konuyla ilgili üçüncü ve son oturumu 12 Mart 1921’de Abdülhak Adnan (Adıvar) başkanlığında yapılmış, meclise sunulan altı takrir arasından Hasan Basri’nin “Mehmed Âkif Bey’in şiirinin tercihan kabulü” teklifi oylanarak büyük çoğunlukla kabul edilmiştir. Artık resmî hale gelen marş Hamdullah Suphi tarafından bir defa daha okunmuş ve başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere bütün mebuslarca ayakta alkışlanmıştır.
İlk TBMM’de hiçbir konuşmanın, hiçbir hareketin İstiklal Marşı kadar alkışlanmadığı da unutulmamalıdır.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Mehmet Akif Ankara’ya sadece ve sadece İstiklal Marşı’ nı yazmak için gelmişti.
Mehmed Âkif İstiklal Marşı yazımı için konulan 500 lira mükâfatı almayarak fakir müslüman kadın ve çocuklara iş öğreterek sefaletlerine son vermek amacıyla kurulan Dârülmesâi’ye hediye etmiştir (Nalbantoğlu, s. 140-141).
Mehmet Akif, İstanbul’un işgal edilip koca İmparatorluğun tasfiye edildiği yıllarda işgali göğüsleyen en ruhlu eserleri kaleme alan iki isimden biridir. Bu öncü ve yürekli isimlerden birisi Mehmet Akif, diğeri de Süleyman Nazif’tir.
Yunan ordularının Anadolu içlerine kadar yayıldığı, Sevr Antlaşması’nın imzalandığı, cephelerden çeşitli haberlerin geldiği, Millî Mücadele’nin ve meclisin en heyecanlı aylarının yaşandığı bir sırada gündeme gelen İstiklâl Marşı, Mehmed Âkif’in de aynı duyguları yoğun olarak yaşadığı günlerinin mahsulü olmuştur. Onunla ilgili hâtıralarda şairin, İstiklâl Marşı’nın bazı mısralarını henüz yarışmaya katılma kararı vermeden yazdığı, katıldığı günlerde de Tâceddin Dergâhı’ndaki odasında zaman zaman vecd ve istiğrak haline geldiği ifade edilmektedir. Marşın böyle bir atmosferi yansıtmış olduğu, kendisinin de daha sonra bunu Safahat’ına almayarak, “O benim değil milletimindir” demesinden ve son günlerinde hasta yatağında, “İstiklal Marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir facia karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” temennisinde bulunmuştur.
İstiklâl Marşı, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından herhangi bir millî marş güftesinin çok ilerisinde Türk edebiyatının en güzel lirik-hamâsî şiirlerindendir. Son kıtası beş mısra olmak üzere dörder mısralık on kıtadan oluşan ve aruzla yazılan şiirin her kıtasının bütün mısraları tam kafiyelidir ve her kıtanın, temayı oluşturan duygu ile uyumlu ton ve vurguların yer aldığı sağlam bir yapısı vardır. İlk iki kıtada bayrağa hitap eden şair onun milletin varlığıyla beraber ebedî istiklâlini müjdeler. Şair üçüncü ve dördüncü kıtalarda Türk milleti adına konuşmakta, ebedî hürriyet aşkı ve imanıyla Batılılar’ın maddî güçlerine direneceğini söylemektedir. Türk askerine hitap eden beşinci ve altıncı kıtalar, üstünde yaşadığımız yerlerin alelâde bir toprak değil vatan olduğunu, onların düşmana çiğnetilmemesi gerektiğini telkin eder. Yedinci ve sekizinci kıtalarda şair sevilen pek çok şey kaybedilse bile vatanın kaybedilmemesini ve ezan seslerinin kesilmemesini niyaz eder. Dokuzuncu kıtada bu duası kabul edildiği takdirde kendi ruhunun da vecd içinde yükseleceğini söyler. Nihayet son kıtada yine bayrağa dönerek ona ve milletine ebediyen çöküş olmayacağını, hürriyetin ve istiklâlin ebediyen onun hakkı olduğu müjdesini tekrar eder. Tam bir bütünlük gösteren şiirde mecaz ve semboller de ifadeyi zenginleştirmiştir.
Milletin iradesine ve Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmed Âkif’in şiirindeki özelliklerden biri de millî ve ulvî değerlerle dinî motifleri dengeli bir şekilde kıtalara yerleştirmesidir. Bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk, vatan, kahramanlık gibi millî kavramlarla iman, şehâdet, helâl, cennet, hudâ, ezan, mâbed, vecd gibi dinî motifler birbiriyle uyum halinde zengin bir belâgatle kullanılmış, böylece Millî Mücadele’yi gerçekleştiren halkın ruhunda mevcut iki önemli kavram İstiklâl Marşı’nın da iki temel temasını oluşturmuştur.
Millî marş olarak kabulünden sonra İstiklâl Marşı’na zaman zaman bazı eleştiriler yöneltilip yerine çağdaş bir marş yazılması gibi teklifler yapılmışsa da bunlar her defasında çoğunluğun tepkisiyle karşılanmıştır. Bu gibi polemiklerin önünü almak için 1982 anayasasının 3. maddesine, “Türkiye Devleti’nin millî marşı ‘İstiklâl Marşı’dır” bendi eklenmiştir. Kanaatimizce bu karar belki de 12 Eylül yönetiminin almış olduğu en hayırlı kararlardan biridir. Anayasanın bu maddesi başlangıcındaki değiştirilemeyecek, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerden biridir.
(Devam edeceğiz)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.