Efendi BARUTÇU
İstiklal Marşı’nın bestesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 12 Mart 1921 tarihli toplantısında Mehmed Âkif’in (Ersoy) yazdığı İstiklâl Marşı’nın millî marş olarak kabulünden bir gün sonra meclis ikinci reisi Abdülhak Adnan (Adıvar) imzasıyla bestesi için gereken çalışmaların yapılması Maarif Vekâleti’ne bildirildi. Akif’e göre Milli Mücadele, tarih boyunca karşılaştığımız evrensel çatışmanın yeni bir tezahüründen başka bir şey değildir. İşte Milli Mücadele’yi böyle okuyan Akif, ona iştirakte de hiçbir tereddüt duymamıştır.
Dolayısıyla tarihi imparatorluğumuz Osmanlı’nın kapanış finalini yazmak Akif’e nasip olduğu gibi (Çanakkale Şehitleri); sanki bir ba’su badel mevt gibi, yeni dönemin ruhunu kırmak ve ifade etmek de yine ona nasip olmuştur.
Marşın Meclis’te kabulünün hemen ardından(12 Mart 1921) Hamdullah Suphi, beste konusunda da bir yarışma açmıştır.(17 Mart 1921)
Meclis ikinci reisi Abdülhak Adnan (Adıvar) imzasıyla bestesi için gereken çalışmaların yapılması Maarif Vekâleti’ne bildirildi. Vekâlet aracılığıyla Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) Umum Merkezi’nce 500 lira ödüllü bir beste yarışması açılmasına karar verilerek gerekli duyuru yapıldı. Tanınan sürenin sonunda Maarif Vekâleti’ne elli beş beste ulaştı (Mayıs 1922). Bestekârlar arasında isimleri tesbit edilebilenler şunlardır: Ali Rifat (Çağatay), Ahmet Yektâ (Madran), İsmail Zühtü, Rauf Yektâ Bey, Mehmet Zâti (Arca), Kâzım (Uz), Mehmet Baha (Pars), Mustafa (Sunar), Sadettin (Kaynak), Giriftzen Âsım Bey, Bedri Zabaç, Necati (Başara), Hüseyin Sadettin (Arel), Hasan Basri (Çantay), Muallim İsmail Hakkı Bey, Abdülkadir (Töre), Halit Lemi (Atlı), Ahmet Cemalettin (Çinkılıç), Mehmet Suphi (Ezgi), Osman Zeki (Üngör). Bu besteler içerisinde Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi kabul edildi.
Yazılışındaki sürat ve Birinci Meclis’teki heyecanlı kabulün aksine, İstiklal Marşı’nın bestelenmesi ve bestesinin seçimi öyle kolay olmamış, neredeyse on yılı bulan sancılı süreçlerden geçilmiştir. Buna sebep de Milli Mücadele’nin ilk başlangıç yılları ile, Lozan sonrası Türkiye arasındaki derin bazı anlayış farklarıdır. 13 Kasım 1925 tarihli Milliyet’te birinci sayfadan verilen bir haber, bu husustaki niyeti bütünüyle açığa vurmaktadır. “Maarif Vekâleti Milli Marş güftesi için Müsabaka Açıyor’’ başlığı ile.
Burada ifade edilmeyen husus herhalde, Akif’in şiirinde mevcut olan Batı karşıtı temaların yeni güftede yer almaması arzusudur. Zaten yeni dönemde Batı karşıtı o eski ruh, büsbütün geriye çekilmiş değil midir?
Bu arada, ‘Akif’in yazdığı marşın kutsi bir hatıra olarak muhafaza edileceği, merasimlerde de söylenmeye devam edileceği’ kaydedilmekte idi.
Başlangıçta Sultan Vahdettin’in sarayında Mızıka-i Humayun şefi iken, bilahare Ankara’ya davet edilen ve doğrudan Riyaseti Cumhur Orkestrası şefliğine atanan Osman Zeki Üngör’ün bestesine (yarışmada dördüncü olmuştu), 1930 yılından itibaren resmiyet kazandırılır. Yani böylece Ali Rifat Çağatay’ın Türk musikisi usullerine göre yapılmış İstiklal Marşı bestesinden vazgeçilmiş, onun yerine de Osman Zeki Üngör’ün şimdiki eseri ikame edilmiştir.
İşte Necip Fazıl’ın meşhur Büyük Doğu Marşı, yeni dönemin İstiklal Marşı adayı olmak üzere o dönemlerden bir hatıradır.
İnönü ve ekibi (Başbakan Refik Saydam ve Maarif Vekili Hasan Ali Yücel) , İstiklal Marşı’nın değiştirilmesi fikrine asla sıcak bakmamışlardır.
Mehmet Akif İstiklal Marşı’nı yazmakla “milli şair’’ sıfatını kazanmadı. Daha başından itibaren o, böyle bir çizgi üzerinde ilerledi. Balkan savaşları ile Birinci Dünya Savaşı boyunca da, benzer bir saygı ve kabul duygusu üretmekten asla geri kalmadı.
Bu arada kaybolan, çöken bir imparatorluğun ardından, yeni yeni uç vermeye başlayan Anadolu hareketi için ruhları harekete geçirecek ve toplumu bir arada tutacak ‘’milli bir marş’’ ihtiyacının duyulmaması mümkün değildi.
Ayrıca milletimiz için tarihi bir şamandıra niteliği taşıyan bu metnin; milletin maşeri vicdanında edindiği haklı yer ile, tam ve kamil manada bir “milli mutabakat belgesi’ne dönüşmüş bulunduğunu kim inkar edebilir?
Milletimizin derin şuur altında yer tutmuş “hilal’’, “yıldız’’, “ocak’’ gibi sembolleri harekete geçiren ve hürriyet, bağımsızlık, uluslararası sömürgeciliğe karşı verilen antiemperyalist mücadele yıllarımıza vurgu yapan bu eser, neresinden bakılırsa bakılsın emsalsiz bir edebiyat şaheseridir.
Neresinden bakılırsa bakılsın, milletimizin maşeri vicdanında Yunus Emre’nin ilahileri ile Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden sonraki en büyük ortak kabul… Dolayısıyla, maşeri vicdanda bu derecede büyük bir yer edinen İstiklal Marşı’na, Türk milletinin “milli mutabakat metni’’ olarak bakılabilir demektir.
İstiklal Marşı, sürüp giden yıkım ve çöküntü zamanlarımızın ardından doğan son bir isyan çığlığıdır. Fakat bu heybetli çığlığın sırf şairin kendi bireyselliğinden kuvvet almadığını, tarihin derinliklerden gelen hamleli bir ruhla da birleşerek öyle doğduğunu ifade etmemiz gerekir. Ayrıca bu şiirde “ben dili’’ ile konuşan sırf şairin kendisi değil, bazı büyük şiirlerden tanıdığımız şekilde, doğrudan “maşeri vicdan’’ın kendi dilidir.
Akif yazdığı metni, eserin doğduğu şartlara büsbütün hapsetmek istememekte, mevcut şartları aşan bir genişlik tesiri üretmeyi arzulamaktadır. Yani ona göre bu marş, sırf Milli Mücadele yıllarının realitesine kilitlenip kalmamalı, müebbed bir istikbale dönük olarak bütün zamanları ihata edilebilmelidir.
İşte mesela orada geçtiği şekliyle millet fakirliği ve zenginliği, çaresizliği ile yansıtılmıyor. Bunun aksine orada varlığı ezelle başlatılan, ebediyete kadar da var olacağı kabul gören, soyutlanmış bir millet varlığı söz konusu… Ve bu varlık, bir takım içtimai şuur altı sembolleriyle ifade edilmeye de ayrıca özen gösteriliyor. Ocak gibi, hilal ve yıldız gibi… Vatan da aynı şekilde… Bu şiirde vatanı biz, her hangi bir coğrafi realite olarak algılayamıyoruz. Nitekim o vatanın toprağı sıkılsa, elden avuçtan şüheda kanlar fışkıracaktır ki, orası üstünde ezanların ebediyete kadar okunduğu, mübarek kılınmış bir “o belde’’ diyarıdır. Yani şiirdeki vatan, şair nezdinde bir nevi Tur dağı gibi, Hicaz diyarı gibi veya eski Türklerin Ergenekon’u gibi mukaddes, alabildiğine mücerretleştirilmiş bir ülkedir ve dikkat edilirse ona bir sınır da tayin edilmemektedir.
Milletin iradesine ve Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmed Âkif’in şiirindeki özelliklerden biri de millî ve ulvî değerlerle dinî motifleri dengeli bir şekilde kıtalara yerleştirmesidir. Bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk, vatan, kahramanlık gibi millî kavramlarla iman, şehâdet, helâl, cennet, hudâ, ezan, mâbed, vecd gibi dinî motifler birbiriyle uyum halinde zengin bir belâgatle kullanılmış, böylece Millî Mücadele’yi gerçekleştiren halkın ruhunda mevcut iki önemli kavram İstiklâl Marşı’nın da iki temel temasını oluşturmuştur.
İstiklal Marşı duran değil yürüyen, hareket eden, mücadele eden bir toplumun, direnen, karşı koyan, savaşan bir milletin destanı olmak üzere kaleme alınmıştı.
Türkler durmuyorlardı, geri çekilmiyorlardı, dinlenmiyorlardı, peki ne yapıyorlardı ?
Mücadele ediyorlardı, direniyorlardı, savaşıyorlardı. İstiklal için yürüyorlardı. İstiklal Marşı bu yürüyüşün destanı, bu destanın şairi ise bu yürüyüşün vicdanıydı.
İstiklal Marşı milli mücadelenin ruhunu temsil ve tefsir eder millet bu mücadelenin vücudu ise İstiklal Marşında dile gelen hakikat o mücadelenin ruhudur.
Bu marş kime ithaf edilmiştir?
Akif ‘in kelimeleriyle: Kahraman Ordumuza!
Yani istiklal marşı gerçekte bir ordu marşıdır.O dönemde topyekün ordu haline dönüşmüş bir milletin marşıdır.Yürüyen bir milletin…Direnen bir milletin…Kaybolmamak, kaybetmemek, kaybedip gitmemek için mücadele eden bir milletin…
Bu metne dil uzatanlar, bu metni değiştirmek isteyenler, bu metinden rahatsız olanlar bu yürüyüşü durdurmak isteyenlerdir. Milli mücadelenin vücudunu/bedenini ruhundan , yani milleti kendi değerlerinden /özünden ayırmak isteyenlerdir. İstiklal Marşını bir yenisiyle değiştirmeyi istemek, Süleymaniye Camii’nin yerine bir gökdelen dikmeyi istemeye eş bir ahmaklık göstergesidir.
Hemen düzeltiyorum: bu istek mücerret ahmaklığın göstergesi olamaz.Çünkü ahmaklık gafletin eseridir.Sözünü ettiğim istekse, ihanetin.Değerlere ihanetin…Millete ihanetin…Geçmişe ve daha da kötüsü geleceğe ihanetin…
Faydalanılan Kaynaklar
Mehmet Akif ERSOY Şiir Külliyatı, Safahat, Yayına hazırlayan Necmeddin TURİNAY,
Günümüz Türkçesine çeviren Necat ÇAVUŞ
TOBB yayın numarası : 2011/143
Safahat, Ömer Rıza DOĞRUL, İnkılap ve Aka Kitap evi 1974
Gerçek Hikayeleriyle İstiklal Marşı, Prof. Dr. Nurullah ÇETİN, Akçağ Kitap evi, 2011
Akif’e Dair, Dücane CÜNDİOĞLU, 2. Basım Kapı Yayınları, 2010
İslam Şairi İstiklal Şairi Mehmed Akif, D. Mehmet DOĞAN, 2. Baskı Yazar Yayınları, 2011
Mehmed Akif, Sezai KARAKOÇ, 20.baskı Diriliş Yayınları, 2017
Mehmed Akif, Süleyman NAZİF, Hazırlayan Mustafa KURT, Cümle Yayınları, 2015
Mehmet Akif, Nurettin TOPÇU, Dergah Yayınları, 2011
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.