Bir bahar öyküsü

Bu mevsimde, yüksek yaylalarda pembe renkli "Var git" çiçekleri kaplar ortalığı. Bu görüntü, aslında çobanlar için var git yoluna, kışla yurduna göç et mesajıdır. Çok geçmeden sürüler ve göç yola düzülür...

Kısa düşen yağmur ardından etrafa mor renklere bezenmiş morcalar açmıştır, yeşil çimenler üzerine kondurulmuş adeta mor bir tabloya dönüşüverir ortalık.

Çok geçmeden morcalar yanında pembe ve mor küpeliler, sarı tarçın çiçekleri kıraç yerleri kaplar. Son bahar, hazan mevsiminde bir renk cümbüşü sarar ortalığı. Bu yalancı ve son bir bahardır, bahar görmeyen, yaşayamayan güz gülleri gibidir. Yaza veda ederken, kış mevsimine hoş geldin teranelerini andırırcasına kısa bir sarhoşluk dönemi yaşar yayla ve kışla elleri. Hazan döneminin sonbaharında...

Bir yandan insanımız günümüzde, ekonomik açıdan en sıkıntılı günlerden geçiyor. Sevgi, saygı, komşuluk ve insani İlişkilerimizde büyük erozyon dönemi yaşıyoruz.

Güneydoğu yöremizde 19 gün sonra cenazesi bulunan Narin kızımız yüreklerimizi dağladı. Alsancak Stadında Altay-Kastamonu spor müsabakasında açılan bir afiş içimizi burktu:

"Madem kıyacaktınız, neden adını Narin koydunuz."

Soruşturmalarla ilgili cek caklı ifadeler duyuluyor.

Karatavuk kuşunu bilir misiniz? Baharın geldiğini müjdeleyen "cak cak cak" diye öterek daldan dala uçan, çiftleşerek bir yandan yuvasını hazırlayan bir kuştur.

Bizim Yörük oymağı kışladadır, 1810'lu yıllarda o kış mevsimi, çok zorlu geçer, yağmurlar sele, seller dereye dönüşür. Oba beyi Ellez'in (İlyas) oğlu Hüseyin, karatavukların ötüşünü dinleyince hareketlenir, bahar yurduna oradan Afyon Kumalar Yaylağına gidilecektir. Orthasia antik kenti üzerindeki kışladan daha yukarılara Kemerkaya önündeki Dereyurt düzüne çadırını kurar. Ailesinden on kişiyi bırakır, kalan sürüleri getirmek üzere geri dönüşünde bir kar yağışı başlar ki görülmüş değildir. Hüseyin ailesine koşar, uzun bir zaman sonra yatan devenin nefes alışından oluşan kara delikten ailenin yeri belirlenir, ulaştıklarında ise, yatan deveye yaslanan karısı ve kucağında bebeği yaşamakta, diğer sekiz kişi hayatını kaybetmiştir.

Ağıtlar ve yakımlar ile bu sekiz kişi biraz yukarıdaki tepeciğe, Mahmut Dede yakınına, meşe ve pırnar ağaçları altında toprağa verirler... Burası "Ellezin oğlu mezarı" olarak anılır.

Yaklaşık bir asır sonra yerleşik düzene geçirilen (1903 yılı) Oymağımızın ilk muhtarı babamın dedesi Ekiz Halil hoca, 15 yaşında ölen kızını buraya defneder. Kendisi de aynı yere gömülmeyi vasiyet eder. Sonuçta burası Eski Mezar veya Ellezoğlu Yörük Mezarı olarak, yerleşim yerinden uzakta ıssız bir tepede ılgıt ılgıt esen yellerle, yağan yağmur ve karlar, yazın sarı sıcaklar ile iç içe bir yerdir. Anam, babam, dedem, ninem, amcalarım burada yatmaktadırlar.

Bir deyiş kalır geride...

Her yüzüne gülene kanma,

Cak çak diye ötüşene inanma,

Göç yolda düzülür sanma

Yerinden yuvandan olma...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum