Mehmet EROĞLU
Ah Seyit ah..
Değerli okurlar geçenlerde gazetelerde çok kısa ve olağanmış gibi görünen Konya’da çalıştığı iş yerinde kendini asarak yaşamına son veren Seyit Talaşlı’nın haberini okuduk.
Son günlerde vatandaşların bazıları yoksulluk ve geçim sıkıntısı nedeni ile psikolojik bunalıma girerek ailesine ve kendilerine zarar veriyorlar.
Bunlardan biride Seyit Talaşlı’nın hikâyesi. Buyurun okuyalım.
Aksaray - Eskil İlçesi Küçük Bozca Mahmut Yaylası'ndan Seyit Talaşlı geçtiğimiz günlerde Konya'da çalıştığı işyerinde kendini asarak yaşamına son vermişti..
Hayatını kaybeden Seyit Talaşlının intiharının ardından çok acı bir dram çıktı.
Seyit Talaşlının yaşadığı dramı anlatan Eskil 75´inci Yıl Anadolu Lisesi Müdürü Dursun Altan´ın klavyesinden dökülen sözcükler tüm ilçeyi bizleri de yasa boğdu.
İşte yaşanan o dram.
BU AYIP BİZE YETER
BU AYIP HEPİMİZE YETER
Eskilli hemşerimiz Seyit TALAŞLI intihar etti.
Neden intihar etti?
Bir yıl önce hanımı kanserden vefat etti.
4 çocukla kaldı.
Babası kanser hastası, annesi de rahatsız.
Eskil´de iş bulamadı. Konya´da üç kuruşluk bir işe girdi.
Geceleri işte çalışıyor, gündüzleri de hastanede babasının tedavisi ile ilgileniyordu.
Eskil´de kalan çocukları buram buram burnunda tütüyordu.
4 çocuğundan ikisi de hastaydı.
Hasta babası ile mi ilgilensin, hasta anası ile mi ilgilensin yoksa hasta iki yavrusu ile mi ilgilensin?
Hangisine yetişsin, hangisine para bulsun? Annesine;
- Anne, çocuklarımı çok özledim, burnumda tütüyorlar, diye ağlamaya başladı.
Gözyaşları dizinden tırnağına indi.
Anne sen de hastasın, çocukları da senin başına yıktım geldim diyordu, gene ağlıyordu.
Maddi imkânsızlıklar ve yokluk diz boyu.
Yetişemiyordu, yetiştiremiyordu.
Ne bir zengin çağırıp bir iş veriyordu, ne de bir siyasetçi; ´Gel arkadaş, sen ihtiyaçlısın seni işe alalım, çocuklarının başında dur!´ diyordu.
Ezanlar okunuyordu.
Eskil´deki 15 civarında camiden birbiri peşi sıra.
Ama bu imamlardan biri de gelip; "halin vaktin nasıldır?" diye sormuyordu.
Biri de ben olmak üzere, çocuklarını okutan öğretmenlerden biri de, evini ziyaret edip, halini durumunu sormuyordu.
Bir komşusu, bir hemşerisi, kısaca bir Allah´ın kulu halini sormuyordu.
Gittikçe büyüyordu çaresizliği.
Esnaf oturduğu kasanın başında kredi kartı post makinesi ile cırt cırt tahsilat yapıyordu.
Siyasetçiler O'nu görmüyor, zengin çocuklarını işe alıyordu.
Biz memurlar ise maaşlarını alıp çoluk çocuğumuzla elbiseler alıp, afiyetle yiyorduk.
Biz mutluyduk, siyasetçi mutluydu, komşular mutluydu, esnaf mutluydu.
Ama Seyit´in evinde çaresizlik her tarafı sarmıştı..
Dayanamadı Seyit, taşıyamadı Seyit.
4 çocuğunu geride yapayalnız bırakıp ölüme yürüdü.
Arkasından dediler;
- Keşke yapmasaydı, canına kıymasaydı, öbür dünyasını da mahvetti!..
Öyle mi?
Öyle mi?
Öyle mi?
Demek bu çaresizlik ve yalnızlık içerisinde canına kıyan Seyit cehenneme gidecek, bizlerde cennete gideceğiz öyle mi?
Öyle mi?
Öyle mi?
Eskil´in siyasetçisi, esnafı, memuru, vatandaşı biz cennete gideceğiz öyle mi?
Öyle mi?
Öyle mi?
Bugün cuma namazında imam camiden bizi kovalamalıydı;
- Demek Seyit yoksulluktan, çaresizlikten, yalnızlıktan canına kıyacak. 4 tane yavrusunu hem öksüz hem yetim hem yalnız bırakacak. Siz buna seyirci kalacaksınız, haberdar olmayacaksınız.
Şimdi burada kılacağınız iki rekât namaz ile Allah´ın rızasını kazanacaksınız, cennete gideceksiniz öyle mi?
Hadi varın gidin işinize! Deyip, camiden kovalamalıydı bizi.
Ben de dahil olmak üzere hepimizi.
Birbirimize; ´Cumanız mübarek olsun!´ diye mesaj attığımız için, Cumamız mübarek oldu öyle mi?
Cennet bu kadar ucuz mu?
Seyit çaresizlikten canına kıyarken bizim yediğimiz lokmalar helal mi?
Seyit çaresizken canına kıyarken Hacca gitmek bize farz mı?
Bilmiyorum, hocalar daha iyisini bilir.
Seyit canına kıydığı için geride kalan 4 çocuğunun üzerine güneş batarken, biz evlerimizde çoluk çocuğumuzla yemeğe kaşık sallarken, o lokmalar bizim boğazımıza durmalı, çakılıp kalmalıydı.
Lanet olsun fakiri görmeyene,
Lanet olsun fakiri gözetmeyene,
Lanet olsun bana, lanet olsun bize,
Lanet olsun hepimize.
Daha ne diyeyim?
Sakın bize hakkını helal etme Seyit!
Çekelim cezamızı sonuna kadar, sonuna kadar, bize merhamet etme, biz merhameti hak etmiyoruz.
Seyit´in büyük oğlu Recep, görev yaptığım Eskil 75. Yıl Anadolu Lisesinde okuyor. Babasının vefat ettiği gün, babasının Eskil´e kendilerini ziyarete gelmelerini bekliyormuş.
Kara haberi alan öğretmen arkadaşlar, sınıftan Recep´i çağırmışlar.
Recep heyecanla çıkmış sınıftan, ´Herhalde babam geldi!´ diyerek.
Söyleyememiş arkadaşlar; 'Baban öldü!´ diye..
Bu yazıda sarf ettiğim kem sözler önce kendime sonra da üzerine alınan herkese..
Seyit gitti, gelmez geri.
Haydi, bari seferber olalım geride kalan 4 yavruya, anasına babasına...
Bu dramatik olayı kaleme alan yürekli ve duyarlı lise müdürü Sayın Dursun Altan beye çok teşekkür ederim. Yüreğinden gelerek yazmış.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.