Ömer ERU
12 Eylül gecesi
7 Eylül 1980 tarihinde düğünümüz olacaktı. Valimden izin istedim. Vali, “Ömer zaten kaplıca ilçesinde çalışıyorsun. Herkes düğünden sonra buraya geliyor. Kaplıca merkezinde bana ayrılan daire var. Orada istediğin kadar kal. Bu günlerde olaylar çoğaldı. İlçede kalsan iyi olur dedi.”
7 Eylül’de düğünümüz olmuştu. Vali izin vermeyince mecburen ilçeye dönmek zorunda kalmıştık. İlçeye yeni gelmiştik. Artık akşamları mesaiden çıkınca hemen lojmana geliyordum. Kaplıca yerine lojmanda kalmaya karar verdik. Lojmanda yeterince eşya vardı. Ufak bir televizyonumuz bile vardı. Beş gün geçti. 12 Eylül’de mesai bitince lojmana geldim. Yemeğimizi yedik. Saat on ikiye doğru televizyonu kapattım. Yattık.
Saat gecenin üçüne doğru telefonun acı acı çalmasıyla yataktan fırladım. Yine bir olay var zannettim. Telefon eden baş komiserdi. “Kaymakam bey ihtilal oldu” dedi. “Baş komiserim ne ihtilali? Ne hareketi?” diye uykulu uykulu sordum. “Kaymakam bey silahlı kuvvetler yönetime el koydu” dedi. “Baş komiserim alkol mü aldınız, şaka falan yapmayın” dedim. “Kaymakam beyim televizyonu açar mısınız” dedi. Televizyonu açtım. Saat gecenin üçünü çeyrek geçiyordu. Gerçekten Kenan Evren ihtilal bildirisi okuyordu.
Baş komiser yeniden telefon etti. ''Kaymakamlığın etrafında güvenlik çemberi oluşturduk. Jandarma ve polis kuvvetleri olarak kaymakamlıkta toplandık. Bu arada sizin de güvenliğiniz önemli. Araç gönderiyorum. Sizin de güvenliğinizi almamız lazım” dedi. “Tamam” dedim. Eşim de kalkmıştı. Hemen giyindik. Emniyetin aracı geldi. Kaymakamlığa gittik. Az sonra jandarma ve polisler tüm köşe başlarını tuttular.
Belediye hoparlörlerinden sokağa çıkma yasağı olduğunu, hastası olanların ilaca ihtiyacı olanların, ekmek alacakların saat dokuz ile onbir arasında ihtiyaçlarını görebileceklerini ilan ettik. Hizmetliler geldiler. Çay pişirdiler. Ekmek, zeytin ve peynir getirdiler. Kahvaltı yaptık.
O sırada kulağımız haberlerdeydi. O arada bildiri üstüne bildiriler geliyordu. Tüm siyasi partilere el konması, kapılarının mühürlenmesi isteniyordu. Jandarma ve polislerden oluşan ekipler kurduk. İlçede bulunan siyasi parti ve dernek binalarına el kondu. Kapılarına mühürler vuruldu. Parti başkanları evden toplandı. Bazı Öğretmenler karakola getirildi. Karakolun altındaki boş alanda gözaltında tutulmaya başlandılar.
Bu işlerle uğraşırken Askerlik Şubesi Başkanı asteğmen de karakola geldi .''Kaymakam bey ihtilal oldu. Artık yönetime bizleri getirirler” dedi .'Biraz ukala bir tavrı vardı. “Bekle” dedim. Alay komutanına asteğmenin dediğini aktardım. Albay çok kızdı. “Ulan oraya gelirsem seni mahvederim, sana öyle bir emir geldi mi ki kendi başına tafra atıyorsun. Kaymakam beye yardımcı olacaksın” dedi. Asteğmenin fırçalandıktan sonra süngüsü düştü. Sessizliğe büründü.
Sokaklarda belediye ve emniyet araçları devriye gezmeye başladı. Haberi olmayıp sokağa çıkanlar ikaz ediliyordu. Öğleden sonra yakın komşular bir tepsi pilav ve tavuk pişirmişler. Karakola getirdiler. Bekçi Mehmet yiyeceklerden makama da getirdi. Eve gitmek aklımıza gelmiyordu.
Ortalıkta bir karmaşa vardı. Siyasi parti liderlerinin kaçabilecekleri yolların haritaları gönderildi. Ana yollar tutuldu. İhtilal yapan komutanların başı habire durmadan ihtilalin haklılığı ile konuşmalar yapıyordu. Olayların önüne geçildiğinden, sağ sol çatışmalarının artık durduğunu söylüyordu. Gerçekten de ilçede ve tüm yurtta bir sessizlik hakim olmaya başlamıştı. Hayret bir şeydi. Ülkede olaylar bıçakla kesilmiş gibi bir gecede bitmişti.
Son gelen bildiride görevliler dışında hiçbir vatandaşın silah taşıyamayacağı ve silahların toparlanmaya başlanmasına ve acele hemen başlanması gerektiği emredildi.
İlçe merkezine bir yüzbaşı komutasında yetmiş beş komanda asker geldi. Onları merkezde bir okula yerleştirdik. İaşeleri toptancılardan temin edildi. Ekmekleri fırınlardan sağlandı. Her aldığımız mal için tutanak tutuyorduk Bedelleri sonradan ödenecekti.
Ellerinde ateşli silahı olanlar için yarın akşama kadar emniyet ve jandarmaya silahlarını teslim etmelerini ilan ettik. İstisna yoktu. Ateşli silah olduktan sonra nasıl olursa olsun teslim edilecekti. İlandan bir saat sonra vatandaşlar silahlarını teslim etmeye başladılar. Bazı vatandaşlar yeniden geriye verilecek umuduyla silahlarını özenle yağlamışlardı. Naylon torbalara koyup öyle teslim ediyorlardı. Silah teslim etme süresi sona erdikten sonra da silah getirenler oluyordu. Muhtarları çağırdım. Silah toplama süresi sona ermişti ancak vatandaşlarımızın mağdur olmaması içim ellerinde kalan silahları cami avlularına veya mezarlığa bırakmalarını söyledim. Dediğim gibi ertesi günler cami avlularından ve mezarlık içinden de epey silah topladık.
İlçe merkezinde hayat normale dönmeye başladığı sırada köy ve kasabalardan silah toplanmaya gelmişti. Jandarma komutanı tecrübeli bir subaydı. “Bu işi bana bırakın” dedi. Gece, oluşturulan timler köy ve kasabalara dağıldı. Timlerden birinde ben de vardım. O zaman kahvelerde siyah beyaz televizyonlar vardı. Daha evlerde televizyon yoktu. Köylü vatandaşlar haber dinlemek için saat sekizde kahvelere toplanıyorlardı. Timler köy kahvesine gelenleri araçlarla merkez karakoluna getirmeye başladılar.
Onlara jandarmanın elinde detektör denen alet bulunduğunu, saklanan yerlerde on metre bile olsa işaret alındığını, silahlarını saklayanların hemen gözaltına alınacağı söylemeye başlandı. Kırsal kesimden bu yöntemle epey silah toplandı. Ondan sonra yine de ellerinde silah olanlar silahlarını cami avlusuna atsınlar, size üç gün süre dendi. Ayni şeyler diğer timler tarafından gittikleri yerlerdeki vatandaşlara da söylendi.
Bazı gece saat üçe kadar silah toplamaya çalışıyorduk. Ara sıra evde duran eşime telefon ediyordum. Gerçi lojmanın etrafında güvenlik alınmıştı ama evinden yeni ayrılan ve yalnızlıktan korkan eşimi eve döndüğümde hep korkudan titrerken ve ağlarken buluyordum. Bir hafta sonra dört bina yakın silah toplamıştık. Nevşehir’de en fazla silahı bizim ekip toplamıştı. Koordinasyon toplantısında Vali Bey, “Kozaklı kaymakamı en fazla silah topladı. Şimdi size bunu nasıl yaptılar açıklayacak” dedi. Ben de yaptığımız çalışmalarımızı anlattım. Vali bey teşekkür etti. Bir ay sonra ödenek geldi. Herkese olan borcumuzu ödedik.
1980 senesinde nüfus sayımı yapılacaktı. Nüfus kanunu ve yönetmeliklerle bu konuda gelen genelgeleri iyice dikkatli bir şekilde okudum, notlar çıkardım. Ertesi gün görev alacak memurların belirlenmesi için daire amirlerine yazı yazdım. Toplantı yaptım. Kısa sürede listeler geldi. Sayım günü memurlar çalışmaya başladılar. Ancak görev alan memurlardan altı tanesi göreve gitmemişlerdi. Aileleri kaymakamlığa geldiler. Kocalarının dün akşam eve gelmediklerini nerede olduklarını öğrenemediklerini söylediler. Çok üzgündüler. Daire amirlerini yine hemen toplantıya çağırdım. Göreve gitmeyenlerin yerine yeni görevlendirmeler yaptık. Yalnız bu durumdan endişelenmeye başladım. Aniden altı memurun ortadan kaybolması düşündürücüydü. Baş komiseri makama çağırdım. Olayı anlattım. Verdiği cevap beni şaşırtmıştı. “Kaymakam bey ben de yeni haber aldım. Müsaade ederseniz bir yere telefon edeyim” dedi. Telefon etti. Sonra “Tamam nerede oldukları öğrendim. Yetkililer bizi kabul edecekler, hemen gitmemiz gerekli” dedi. “Yalnız şoför olarak bizim komiser yardımcısını alalım” dedi. “Tamam” dedim. Şoförüm Hacı’ya gizli bir göreve gideceğimizi, aracı komiser yardımcısının kullanması gerektiğini söyledim. Araca bindik. İlçe dışına doğru yol almaya başladık Topaklı’ya giderken terkedilmiş bir tuğla fabrikasının bahsine girdik. Bizi silahlı adamlar karşıladı. Öne düştüler. Fabrikanın içinde dehliz ve depolarda ilerledik. Bir kapını önünde durdular. İçlerinden biri içeri girdi, geldi. “İçerde konuşulmayacak. İşaret diliyle anlaşılacak” dedi. İçeri girdik. İçerde loş bir ışık vardı. Gördüklerim karşısında heyecanlandım ve çok üzüldüm. Geniş salonun bir köşesinde gözleri bağlı yirmi kadar genç adam çömelmişlerdi. Elleri arkadan kelepçelenmişti. Salonun bir köşesinde koltuklarda oturan altı sivil adam beni görünce ayağa kalktılar. Yanıma gelip tokalaştılar. Bir masada da meyve tabakları vardı. Bizi oraya davet ettiler. İşaretle yiyebileceğimizi söylediler. Bir kâğıt istedim ''neden bunlar burada” dedim. Ekibin başkanı olduğu anlaşılan görevli kâğıda yazı yazarak durumu açıkladı. “Bu adamların bir kısmı komünist diğer yarısı ülkücü” dedi. Köşede bir uzun masa daha vardı. Masanın üzerin bir genç adam çırılçıplak yatırılmış ve elleri ayakları masaya bağlanmıştı. Şimdilik işkenceye ara vermişlerdi. Az durdum müsaade istedim. Her şey aramızda diye işaret ettiler. Tamam diye kafamı salladım. Araca bindik. Kaymakamlığa döndüm. Baş komisere, “Size de haber vermediler demek ki” dedim. Baş komiser, “Bunlar bize pek güvenmezler. Ayrıca ilçede bizim bilmediğimiz muhbirleri vardır. Bu adamları topladıklarından haberimiz olmadı. Sadece siz söyledikten sonra Müdürüme telefon ettim. Gerekirse yardımcı olun dedi. Bende ondan sonra öğrendim” dedi. “Bu adamlar ilçe merkezinden köy ve kasabalardan mı” dedim. “Tüm ilçeden toplanmışlar” dedi. O gün içim içime sığmadı Ertesi sabah araçla Valiliğe gittim. Vali bey “Hayırdır kaymakam bey” dedi. “Pek hayır değil sayın Valim” dedim. Olayı ve gördüklerimi anlattım. “Sen daha gençsin, zamanla bu işlere alışırsın. Her şeyi unut. Normal işine devam et” dedi. “Baş üstüne” dedim ilçeye geldim.
İhtilal acımasızdı. Sorgusuz sualsiz insanlar özgürlüklerinden kolayca alıkonabiliyordu.. Belediye başkanı hemen görevden alınmıştı. Başkan üzüntüsünden üç ay sonra kanser olmuş ve ölmüştü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.