Ali AKSÜT
Yaşamak güzel, ölüm acı…
Şair Cahit Sıtkı Tarancı, “Ne ölümün hüznü var, ne de hayatın neşesi, ‘Nasılsın’ samimiyetsizliği ile, ‘İyiyim’ sahtekârlığı arasında bir yerdeyiz” diyor. Bir bakıma, şair çok derin bir gerçeği ifade etmiş oluyor.
Bir yanda, Suriye’de 61 yıllık Esad rejiminin devrilmesinin ardından halkın özgürlük mücadelesi, mutluluk gösterileri ve yanıt bekleyen toplumsal beklentiler varken; diğer yanda Türkiye’de geçim sıkıntısı çeken insanlar, asgari ücretin açıklanmasını dört gözle bekliyor.
Bir taraftan da, memurlar, işçiler, emekliler, her gün yaşam mücadelesi veriyor. Mutfağını geçindirmeye çalışan anneler, teyzeler, kadınlar ne ile yemek pişireceğini, sofralarına ne koyacaklarını düşünmek zorunda. Diğer yanda ise, fiziksel güzellik uğruna yapılan burun, dudak ameliyatları, karın gerdirme operasyonlarında yaşamını yitirenler var. Yaşamımızın her köşesinde, başka başka acılar, başka başka hayaller var.
Yeni yıl yaklaşırken, doğa katliamlarıyla kesilen çam ağaçları, sofralarda süslenen hindiler... Tüm bu kutlamalar, sahte içkilerle yapılan yılbaşı eğlenceleri, bizi her yıl birkaç can kaybına daha götürüyor. Ne diyeyim dostlar? Yara çok derin. Hangisi sahte, hangisi gerçek, ne bilelim? Sahte bankacılar, sahte polisler, sahte savcılar, sahte doktorlar… Piyasayı dolandıran birçok sahte işadamı... Hangisi gerçek, hangisi sahte? Vatandaş nereden bilecek? Elinde ölçü aleti yok. Olsa ne olur ki, profesörleri, hakimleri, savcıları bile dolandıran bir dünya var.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde, trafik yüzünden 86 yaşındaki çok saygın bir mimar, Turgut Toydemir’i kaybettik. İzinli bir polis memuru, trafiği kontrol ederken yaşlı mimara durmasını söylüyor. Belki acil bir iş var, belki randevusu var. Ancak, dur ihtarına uymayan mimara, silahını doğrultuyor ve kurşunlar yağdırıyor. Göğsünden vurulan mimar, hastanede hayatını kaybediyor. Polis memuru teslim oluyor, silahı alınıyor, üniforması soyuluyor. Ey hayat, yaşamak güzelken, can almak, öldürmek niye? Bir anlık öfke mi bu?
Hayat, ne benim isteğime göre şekilleniyor ne de senin isteğine göre. Bazen özgürce yemek istediğimiz sofralar, bazen hiç istemediğimiz yemeklerle gelir. İşte hayat bu. Yaşadığımız her şeyin dinamikleri farklıdır. Herkes için aynı seçenekler yoktur. Yaşam, bazen bizden bağımsız şekillenir. Yaşamdan beklediğimiz her şeyin, istediğimiz şekilde olması, bazen mümkün olmaz.
Son iki günde yaşadığımız kayıplar yüreğimizi yaktı. Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sis nedeniyle kaza yapan ambulans helikopterde hayatını kaybeden 2 pilot ve 2 sağlık çalışanı… Bir mühimmat fabrikasında çıkan yangında Balıkesir’de 12 işçinin hayatını kaybetmesi, bizleri derinden üzüyor. Helâl rızık uğruna çalışan bu kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara şifa, acılı ailelerine başsağlığı diliyorum.
Ancak en üzücü olan, yaşadığımız acı felaketlerden hala ders çıkarılmıyor olması. “Bu işin doğasında var” ya da “Kaderimiz buymuş” gibi cümlelerle acıyı kabullenmek, yaşamı olduğu gibi kabul etmek ne kadar doğru? Kutsal bir yaratık olarak değerli ve saygı duyulması gereken insan yaşamı, çoğu zaman küçük hatalar, teknik eksiklikler ve öfke nedeniyle ucuz bir şekilde yok oluyor. Yine de, “Hayat, her an her yerde karşımıza çıkabilir” gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız.
Seneca’nın dediği gibi:
"Hafif acılar konuşulabilir, ama derin acılar dilsizdir."
İşte, sözün bittiği yer burası. Acılarımızı ifade etmek, duygularımızı dışa vurmak zorlaştıkça, gerçek anlamda ne yaşadığımızı da kaybediyoruz.
Kalın sağlıcakla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.