Mehmet EROĞLU
Unutulan eğitimcilerin çığlığı
Hayatta en kıymetli şeylerden biri, insanın çevresinde güvenebileceği, değer verebileceği dostlarının olmasıdır. Çevremde gerek arkadaşlarım gerekse komşularım arasında çok değerli insanlar var. Sabahları birkaç arkadaşla yürüyüş yapar, günün meselelerini konuşuruz. Hepsi bilgili, donanımlı ve hayata dair güzel izler bırakmış insanlar. Ancak içlerinden biri, emekli öğretmen Sökeli Arif Gezer ve değerli eşinin durumu, bugün hepimizi derinden düşündürüyor.
Kuşadası’nda yaşayan Arif Hoca çalışkanlığı, samimiyeti ve kendisini sürekli geliştirme gayretiyle çevresine örnek olmuş bir eğitimcidir. Emekliliğinde bile üretkenliğini sürdüren bir insan. Bahçesinde domates ve biber fideleri yetiştirir, bunları dostlarına dağıtarak etrafını sevindirir. Eşi de en az onun kadar bilgili ve kıymetli bir hanımefendi. Sözü dinlenen, sohbeti ilham veren bir insan. Ancak bugün bu eğitimci çift, hayatın ağır yükleriyle baş başa kalmış durumda.
Bir süre önce Arif Hoca’nın eşi düşerek bacağını kırdı. İlk zamanlar çifte bastonla dışarı çıkabiliyordu. Ancak zamanla durumu kötüleşti; evden çıkamaz, hatta yürüyemez hale geldi. Şimdi tamamen yatağa bağımlı bir yaşam sürüyor. Bırakın dışarı çıkmayı, lavaboya gitmek bile imkânsız hale geldi. Vücudunda yatmaya bağlı yaralar oluştu ve bu yaraların düzenli pansuman yapılması gerekiyor.
Arif Hoca, eşinin bu zorlu durumunda tüm gücüyle destek olmaya çalışıyor. Ancak 80 yaşını aşmış bir insanın kendi ihtiyaçlarını karşılaması bile güçken, bu yükü tek başına taşımaya çalışması tarifsiz bir çaresizlik yaratıyor. Bana telefon ettiğinde sesi, bir yardım çağrısından öte bir çığlıktı:
“Ben kendime bakamıyorum, yemek yapamıyorum, sobayı bile yakamıyorum. Lütfen, birileri yardım etsin. Ben ulaşamıyorum, ulaşsam da gelen olmuyor.”
Arif Hoca’nın sesi yalnızca bir insandan duyulan bir yardım isteği değil, yıllarca eğitime emek vermiş bir neslin sessiz çığlığıdır. Fakat bu çığlık, ne yazık ki duvarlara çarpıp geri dönüyor. Devletin ilgili kurumlarını, belediyeleri ve sağlık ekiplerini harekete geçirmek için pek çok yere başvurdum. Sağlık Bakanlığı’nın gezici sağlık ekibini aradım, durumu uzun uzun anlattım. “İlgileneceğiz,” dediler ama kimse gitmedi. Kuşadası’ndaki ilgili birimleri bilgilendirdim, kayıt aldıklarını söylediler, yine bir sonuç çıkmadı. Aydın Büyükşehir Belediyesi’ni aradım, "Ekipler öğleden sonra gider," dediler ama ne yazık ki yine sonuç değişmedi.
Yıllarını eğitime, insan yetiştirmeye adamış bu insanlar, şimdi en temel ihtiyaçları için bile başkalarına muhtaç durumda. Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor:
Ey sosyal devlet iddiasındaki yetkililer, bu insanların sesini ne zaman duyacaksınız?
Ey valilik, belediyeler, sağlık müdürlükleri; bu çığlığa ne zaman kulak vereceksiniz?
Bu eğitimci çiftin hayatı, bizlere bir insanlık sınavı sunuyor. Onların vefakar emeklerine biraz olsun karşılık verebilmek, devletin ve toplumun en temel sorumluluklarından biridir. Unutmayalım, onların bu çığlığı yalnızca bir yardım çağrısı değil; aynı zamanda vicdanımıza yapılan bir hatırlatmadır.
Allah bu değerli insanlara güç ve sabır versin. Umarım bir an önce gereken adımlar atılır ve bu insanlar hak ettikleri insanca yaşam şartlarına kavuşurlar. Çünkü bu, hepimizin borcudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.