Dr. Betül AKÇANAL
Yalnız bırakılan doktorlar
(Üniversite sınavında Tıp Fakültesi yazacaklar mutlaka okusun!)
Doktorluk modası geçmeyen meslektir. Çünkü yaşamanın temel amacına, canlılığın devamına dokunur. Herkesin hayatının bir noktasında doktorla yolu kesişmek zorunda kalır. Bu nedenle saygındır. Bu nedenle birçok insanın veya ailesinin idealidir.
Başka saygın mesleklerde var elbette. Hakim, savcı, kaymakam, vali, polis. Bir farkla, insanlar bunlardan korktuğu, hekime işleri düşeceği için saygı gösterir. Onlar hatıra binaen iş yapmaz, ama halk korkmaya ve saygı göstermeye devam eder. İnsanların doktora işi düşüp de onların hayalindeki gibi yapılmazsa, mesela çok sıra beklerlerse, beklediği kadar ilgi görmese veya usulsüz istedikleri iş yapılmazsa bu saygı devam etmez. Bir hekimin mevcut sistem içinde hastaların kendilerinden beklediği her şeyi yerine getirmesi için insanüstü güçleri olması gerekir. Sistem hasta karşısında doktoru yalnız ve çaresiz bıraktı.
Tıp çok geniş, sınırları olmayan bir bilim. Düşünün tıptaki bilinenler, her dört yılda ikiye katlıyor. Tıp fakültelerinde, tüm eğitim hayatımızda olduğu gibi birçok bilgi boşu boşuna, belki hiç kullanılmayacağı halde ezberletiliyor. Ama pratikte gerekecek birçok şey maalesef öğretilmiyor. Doktorlar çok şey bildiğini sanarak mezun olurlar. Aslında ne çok şey bilmediğini, birbirinden çok farklı coğrafyaların olduğu ülkemizde, ücra bir yere mecburi hizmete gidip, hasta ile bir başlarına kalınca fark ederler. Ama doktor her şeyi bilmek zorunda ya, kimseye söyleyemeyip kendi kendine öğrenmeye çalışır. Belki asıl eğitim burada başlıyor. Hekimler neden farklı faklı sorusunun cevabı da bu; “tecrübe”.
Tecrübe ederek öğrenme hem en zor, hem en pahalı ve belki de en acı öğrenme şeklidir. Hele insan hayatı gibi çok önemli ve hata yapılmaması gereken bir meslekte eğitim sadece tecrübe ile olmamalıdır. Belki Tıp bilimini dışardan alıp, tercüme edip fakültede okutmak yerine sağlık bakanlığından güncel veriler alınarak, ülke gerçeklerine ve halkın yapısına uyan, teorik kadar pratiğe, uygulamaya dayalı modernize edilmiş bir tıp eğitimine geçmeye gerek var.
Tıp fakültesinden mezun olan “Doktor sayısı” kadar, mezun olan doktorların “Niteliğinin yüksek olması” da önemli. Maalesef her hükümet, “Ananız, babanız size üniversite açsın mı?” veya “Falanca üniversiteyi kim yaptı? Biz yaptık”, söylemleri ile hiç niteliğine bakmadan, sadece oy toplamak için dağ başlarına bile üniversite açtı. Bizde kervan yolda düzülür. O niteliksiz üniversitelerden nitelik çıkarmak yine hocaların, asistanların, okuyan öğrencinin gayretine kaldı.
Ortaya çıkan sorunlar doğrultusunda tıp fakültelerini güncellemek gerekir. Örneğin ülke gündeminden düşmeyen ve giderek artan sağlıkta şiddet konusunu ele alalım. Kaç sosyolog, psikolog veya psikiyatrist bu konunun derinlerine inip nedenleri konusunda inceleme yaptı? Bu doğrultuda kaç tıp fakültesine “Hasta ve hasta yakınları ile iletişim nasıl kurulur?” diye bir ders kondu? Konumuz insan ve iletişim ama doktor bunu kendi kendine, yaşaya yaşaya öğreniyor, öğrenemezse dayağı yiyor. Kanunlarda korumuyor. Tam tersine kanun doktordan değil, hastadan yana oluyor. En ufak bir hatada, ver mahkemeye, hekimin hayatı boyunca kazanamayacağı miktarda orantısız tazminat cezaları alsın. Doktor bir dava yerse, hem maddi hem manevi kayıplardan yaşadığı hayat bile boşa gidiyor. Doktorun yükün üstüne “hatasız çalışma zorunluluğu”’nun getirdiği psikolojik baskı da ekleniyor. Doktor kanun karşısında da yalnız. Kanunlarda düzenlenip, sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlar ağır cezalara çarptırılmalı ki sağlık çalışanlarının yok edilen itibarları iade edilsin.
Hastalar hastanede sıra beklediğinden, doktorlar çok fazla hasta bakmaktan yakınır. İyide niye hastaneye bu kadar çok hasta başvuruyor? Hekim seçme hakkı ile sanki uzman hekimler bir tepsiye konup insanlara “Buyurun buradan alın” diye “ikram” edildi. Sonra da en ufak bir şikâyeti olan uzman hekime koşunca sistem çöktü. Uzman olanın uzmanlığının anlamı da kalmadı. Sen dünyanın en ünlü, en bilgili profesörüne de günde 150 hasta baktırırsan onun da reçetesi basmakalıp olur, uzmanlığının bilgisinin bir hükmü kalmaz. Sonuç boşa giden hasta, doktor emeği, gereksiz alınan ilaçlar, mili gelir kaybı, iyileşeceğine bozulan sağlık.
Düğmeleri baştan doğru iliklemek, önce doğru soruyu sormak gerek. Sağlık sisteminin iyi olduğunun kanıtı hastanın her istediği doktora anında ulaşması mı? O kadar çok uzman var mı? O kadar çok uzman olmasına gerek var mı? Uzmanın sayısı, baktığı hasta sayısı mı önemli, yoksa yaptığı işin nitelikli ve doğru olması mı?
İngiltere’den gelen hastam orda doktora ulaşmanın çok zor olduğunu söylüyor. Aile hekimine görünmek için bile önce sağlık memuruna derdini anlatıyorsun, doktora görünmene gerek olup olmadığına karar veriyormuş. Bizde de güya aile hekimliği sistemine geçildi. Kim tanıyor ile hekimini ve kaç kere gitti? Normalde aile hekimliği sistemi bir süzgeçtir. Bir pratisyen hekim kendine başvuran hastaların %95 ini tedavi edebilir. Sadece %5’ini uzmana, hastaneye yönlendirmek zorunda kalır. Böyle olsa hastanelerde böyle hasta yoğunluğu olur mu? Olmaz tabi. Sistem niye işlemiyor peki? “Hekim seçme hakkı” ile önüne uzman sunulmuşken niye gitsin insanlar aile hekimine? Burada yasal bir zorunluluk konmalı, insanlar aile hekimi sevk etmeden hastaneye randevu alamamalı.
Bizde zaten, es kaza aile hekimine gidince de muayene bile etmeyip direk hastaneye sevk ediliyor. Neden? Ya hekim kendini yetersiz hissediyor, ya da sorumluluk alıp dava edilmekten korkuyor. Zaten yetersiz bir eğitime mezun olan doktor, sağlıkçı mezun olduktan sonra yalnız bırakılıyor, hizmet içi eğitim ya yok olan da göstermelik ve yetersiz. Bu mezuniyet sonrası eğitim firmaların mümessillerine, para ve firma kazancı temeline dayanan kongrelere bırakılıyor. Kongreye gidebilme imkânı da hasta sayınıza, yazdığınız reçetelerin içeriğine bağlı. Dağ başında bir hastanede yaşıyorsanız ve hasta sayınız az ise o firmalarda dönüp yüzünüze bakmaz. Kongreler kendi paranızla gidemeyeceğiniz kadar pahalı. İletişim çağındayız. Hepimizin elinde cep telefonu var. Bir sistem kurup sağlık personelinin mevcut bilgisini belirlemek ve zorunlu olarak günlük küçük eğitimler vermek çok zor değil, maliyetli de değil. Doktoru, sağlık personeli, eczacısı kendi kendine tecrübe yolu ile eğitime mecbur bırakılınca, doğal olarak hepsinin tecrübesi birbirinden çok farklı oluyor. Birinin “ak” dediğine öbürü “kara” diyor, doktor doktoru, eczacı doktoru, doktor eczacıyı kötülüyor. Kafası karışan da halk oluyor. Şu anda sağlık bakanlığı eczacılar dâhil tüm sağlık personeline mevcut bilgilerinin doğruluğu ve yeterliliği konusunda bir araştırma yapsa sonuçları yayınlamaya utanacağından eminim. Bunun için sadece fakültelerde değil, tüm sağlık çalışanlarına sağlık bakanlığı ve üniversiteler iş birliği ile sürekliliği olan hizmet sonrası eğitim programı başlatılmalı.
Sadece eğitimde yeterli değil. Hekimin hem öğrenip kendini geliştirebileceği, hem de yasal olarak sırtını dayanabileceği bakanlık ve üniversiteler iş birliği ile geliştirilmiş tanı, tedavi ve sevk protokolleri olmalı. Artık tüm aile hekimliği ve hastane sistemleri bilgisayara dayandığı için bunu yapmak da zor değil. Aile hekimi her gelen hastayı sevk gereksiz sevk edememeli, sevk ederse de sevk ettiği uzmanla yine bilgisayar ve internet üzerinden niye sevk ettiğini bildirebilmeli, uzman hekim de hastanın mevcut bulguları, tanısı ve tedavisi hakkında aile hekimine geri bildirim verip onun bilgi ve tecrübelerinin artmasına katkı sağlamalı. Bizde doktorlar arası, doktor eczacı arası iletişim de yoktur. İletişim olmayınca bunun yerini boş dedikodu alıyor.
Gelelim şu para meselesine. Emek kutsaldır. Emeksiz yemek, yemeksiz de emek olmaz. Millet “İki dakikada şu kadar para alıyor, günde şu kadar hasta baksa” diye doktorun kazandığı parayı hesaplar ya, o işte iki dakika değil, en az 22 yıl+2 dakika. Aile hekimliğinin aldığı ücret sistemi de çok karmaşık, eşitsiz. Önce devletin olan sağlık ocağını hekime kiraya verdik. Sadece işinle uğraşma, sağlık personelini de sen al sen çalıştır, elektrik, su parası ile sen uğraş dendi. Aile hekimleri para yüzünden, iş yeri sahibi birbirinin rakibi oldu. Doktor yalnızdı, iyice yalnız kaldı. Merak etmeyin bir doktorun gece gündüz çalışarak bir yılda kazandığı paranın kaç katını, kat karşılığı aldığı araya kazmayı çakmadan daha yapmadığı evleri satıp, bir günde kazanan çok müteahhit gördüm. Bunu farkedip müteahhit olan doktorlar da var. İnsanlar milyonluk evlere arabalara para veriyor, konu sağlık olunca çok görüyor. Hükümetler de insanlardan farksız. Hükümetler savunmaya, otoyola, itibara para harcayıp sağlık sistemine para harcamak bir yana, ondan kar etmeyi amaçlıyor. Oysa bir ülkeyi oluşturan insanlarsa, eğitime ve sağlığa yapılan harcamadan kar amacı güdülmemeli ve özelleştirerek başkalarının tekeline bırakılmamalı. Hatta sağlık ve eğitim siyasetin oy aracı olmaktan çıkarılıp 10-20 -30 yıl sonrası hedefleri olan güncel bilimsel gelişmeler altında revize edilen, akil ve liyakat ile idare edilen uzun soluklu programlarla ilerlemeli. Gelen her hükümet bunu değiştirmek yerine uyum sağlamalı. Bu gün gelinen noktada birinin yaptığını öteki bozunca, iki ileri bir geri şeklinde çağa ayak uydurmamız mümkün değil.
Sağlık çalışanına verilen parayı çok görmek daha büyük zarar getirir. Nitelikli insanlar her zaman ve çok yetişmiyor. Nitelikli hoca olmazsa, istediğiniz kadar allı pullu üniversite binanın olsun mezun olan öğrencide nitelikli olamaz. Maalesef öğretim üyelerine verilen maaşlarda çok az. İtibardan tasarruf olmaz ya, doktora para vermeyince onlarında toplum içinde itibarı kalmıyor. Para yok, itibar yok, meslek aşkı da karın doyurmuyor. Zaten bir elin parmağı kadar olan nitelikli öğretim üyeleri istifa edip ya özel hastaneye, ya da muayenehaneye gidiyor. Yasa çıkarıp muayenehaneyi kapattırmak ta çözüm değil. Zorla güzellik olmaz. Tüm sağlıkçılara verilen maaşlar arttırılmalı ki, itibarları iade edilsin. Öğretim üyelerine verilen rakamlar bunların da çok üstünde, astronomik olmalı ki, bilim adamı olmanın, bilimsel araştırma yapmanın, buluş yapmanın bir değeri olsun. Akıllı olana en kolay para kazanma yolu bilim. Örneğin SMA’nın tedavisi için bulunan bir doz verilen bir ilacın fiyatı 20 milyon lira. Bizim SMA’lı çocuklarımızın aileleri çocukları yaşasın diye kampanyalar yapıp, yurt dışına gideceğiz diye çırpınıp duruyorlar. Türk bilim inşaları bunu yapamaz mıydı? Tüm dünyadaki hastalar bize gelseydi, paramızı kaptıracağımıza biz para kazansaydık olmaz mıydı? Bunu yapacak zeki adam yok mu bu ülkede? Geri zekâlı mıyız biz? Yok, aslında Türk insanının zeki olanı olağanüstü zeki. Havada karada yaparlar.
Ama;
- Bunu bu ülkede yapmanın bir değeri yok, çünkü bu bir süreçte yapılır, o sırada evde çocuklar taş mı yesin?
- Çalışma yapmak için de teknik donanım, laboratuvar, tecrübeli ve donanımlı personel gerekir. Bunların hepsini bir araya getirmek te zor.
- Her şeye rağmen yapmaya kalksan sana çamur atan, engel olan birçok insan çıkar. Çünkü ahbap çavuş ilişkisi ile atanmış birçok insanın yetersizliği göze batar.
Biz de doktor yalnız bırakılıyorlar. Siyaset sağlık çalışanlarına daha verimli çalışmak için imkân sunmak yerine sağlık çalışanları üzerinden halkın gözünde sahte algılar yaratarak prim yapıp oy toplamak üzerine kurulu. O yüzden bizim o çok zekilerimiz ya yurt dışına gidiyor, buluşlarını orada yapıyor, ya da bu ülkede kendini kurtarmanın yolunu bulmaya gidiyor. Giderlerse gitsinler deyince ucu bize dokunuyor, gidenlere değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.