Efendi BARUTÇU
Vefatının kırkıncı gününde Mahmut Metin Kaplan’ın aziz hatırasına…
Vefatının kırkıncı gününde “Ülkücü Dünya Görüşü’nün” yazarı Mahmut Metin Kaplan’ın aziz hatırasına…
“Metin Kaplanlar bu milletin ruh, iman gelenek köklerine bağlı taşkın zekâlı çocuklarıdır.
Yolsuzluklara, kötülüklere, dinsizliklere, saçma sapan yeniliklere, her türlü bölücülük ve mezhepçiliğe, nursuzluk ve dönekliklere karşı içlerinde mukaddes bir isyanla İstanbul’a, Ankara’ya, Bursa’ya büyük şehirlere çoğunlukla “taşra” dan, bir kasabadan veya köyden gelirler. Gönüllerinde memleketi ve dünyayı bir anda düzeltecek ateşler yanar.
Taklitçi çıkar kulüplerini iman ve fazilet ocaklarına döndürmek azmindedirler. İyi ve yüce zannettikleri her şeye bir anda hayran, maskaralık, gösteriş ve düzmece bildikleri her şeye bir anda amansız düşman olacak bir ruh hâliyle gelmişlerdir.
Oysa çok yerde fazilet gibi rezaleti de sahte ve temelsiz nice muhitler onları beklemektedir. Kendi gölgesinden korkan, öz şüpheler içinde boğulmuş, kürsüde başka, minder sohbetlerinde başka, kitaplarında ise çok başka türlü sayıklayan hocalar, üstadlar ve ağabeyler onları ürpertir. Kekeleyen mantıklar, günü gelince pabucu dama atılan “dava, ideal, mefkûre” lâkırdıları Metin Kaplanları hayal kırıklığından intihar iştihasına kadar sürükler.
Kendi inançlarının, ideallerinin mevki, siyaset veya para hırsı için -günümüzde olduğu gibi- harcandığını görmek onları can evinden vurur.
Öte yandan züppeliğin, sahte düzenin cahiliyet putperestliğinin, sömürge halkçılığının, güçlü ve zalim pençesinde, “ruh burkuntuları” geçirirler.
Manevi her varlığımızı inkâr ile imanımızı tarihimizi aşağılatan “hâkim zümrelerin” bütün çarkları Metin Kaplanların derisine geçen testere dişlileridir. Onlara telkinler el vermezse tuzaklar kurulur, tuzağa düşünce arenaya atarak parçalatılırlar.
Aşırı solcu militanlar -ve onların tehditleriyle ve gönüllü olarak kırkından sonra devrimciliği keşfeden- üniversite yöneticileri bu inanmış delikanlıların yüksek tahsillerini engellemeye çalışırlar. Maksatlı olarak sınıfta bırakırlar, okuldan attırırlar. Bunlar yetmez ise kahpe pusularla şehit edilirler veya düzmece şahitler vasıtasıyla mahbeslere atılırlar. Hayatları karartılır.
Taşradan kalp hulusu, zekâ asaleti, fikir namusu, iyilik aşkıyla gelmiş, bir fakülteye yüksekokula güç bela yazılmış olan Metin Kaplanlar önce şaşkınlık, sonra yalnızlık ve tükenmişlik hissine düşerler.
Kendi nükte, benlik ve cesaretlerinden başka, hiçbir destekleri ve hiçbir teminatları artık kalmamıştır.
O güne kadar ata ecdattan, muhitten, birkaç iyi öğretmenden, hocadan, tarihin güzelliklerinden Kur’an azametinden ve peygamber nurundan edindikleri ne varsa artık hepsi tehlikededir.
Metin Kaplanlar buna razı olamazlar. Kocaman kültür merkezlerinin, sözde üniversitelerin ve “yüksek ilim muhitlerinde(!)” dudak bükülen hatta “gericiliğin simgesi” diye yerilen bu değerler onlarca yaşamanın öz manasıdır. Vazgeçemezler. Dava felsefeleri Abdurrahim Karakoç’un:
“Ben Milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.”
mısralarında ifadesini bulmaktadır.
Metin Kaplanlara esasta daha da ağır gelen bu kutsi inançların, bu millî değerlerin, bazı siyasetçi, ikbalci ve bezirgân ayaklara basamak ve onların kazançlarına -yine günümüzde olduğu gibi- mezat malı gibi kullanılmasıdır.
Metin Kaplanlar, gönül kişizadeliğini, inanç şerefini muhafaza ettikleri için… Ve artık gerçekleri de görmeye başladıklarından, bu kirli muvazene değneğinin bir ucunda düşman gözüyle bakmakta, öbür ucunda tiksinmektedirler. Kendi kendilerine: “Gayret bana düştü.” diyerek şer güçler tarafından Türk milletinin tarihine, mukaddeslerine, bayrağına, hürriyetine yönelik her türlü saldırıya karşı Mehmet Akif’in şu mısralarından güç alarak mücadele meydanına atılırlar:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!…
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım!
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
…
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”
Lâkin hazırlıksız bir saldırıştır bu. Hiç eğitim görmemiş veya ancak sağına soluna bakmayı öğrenip de sipere yatmayı dahi talim etmemiş Mehmetçiğin yiğit asaletleriyle gaza meydanına atılmasıdır. Bu akıl almaz cesaretleri Osman Yüksel Serdengeçti’nin şu mısralarından ifadesini bulmaktadır:
“Hiçbir şeyden pervamız yok
Bize Serdengeçti derler!
Kimimiz yay, kimimiz ok
Bize Serdengeçti derler.
Alçaklara çatarız biz,
Zulme kafa tutarız biz,
Zindanlarda yatarız biz,
Bize Serdengeçti derler”
Artık ya şehittirler işleri bitirilmiştir, ya gazidirler, yara almış, sakat bırakılmışlardır. Üstelik hiçbir taktik taşımayan atılış ve cesaretleri, daima başlarına kakılmış, onlara kusur olarak söylenmiştir.
Sömürge kültürü düzeninin dişlileri onlara zaten düşmandır. Sözde fazilet yakasının içine gömülerek uygun zaman kollayan beyleri ise Metin Kaplanları acemi, taşkın ve atak bulmuşlardır. “Oyunbozanlar, damdan düşenler” gözüyle bakmışlardır.
21 Şubat 2022 tarihinde ahiret yurduna yolcu ettiğimiz Metin Kaplan ülkemizin, fikir ve inanç cephesinde işte böyle bir Mehmetçik imanı ile mücadele etmiş ve bu heyecanla yaşamıştır. Bu inanmış ÜLKÜCÜ TÜRK MİLLİYETÇİSİ DE ortadaki kalantorluğu da, soldaki çiğ ve cahil züppeliği de, sağcı gibi görünen ‘içi boşaltılmış bir Müslümanlık’ ile şahsi ikbal ve koltuk hırslarını, beka tehditi arkasına sarılarak teslimiyetçi bir sözde milliyetçilik propagandasıyla kitleleri uyutup Allah’la kandıranları ve riyayı da isyan pençeleriyle dağıtmıştır.
Etraflarında rezalet ve sahtelik metalarının çokluğu dolayısıyla devamlı tiksinmek, ders vermek, hizaya getirmek ve teşhir etmek zorunda kalan Metin Kaplan’ın ona yakın kitabı yayınlanmıştır. En büyük eseri ise hayatı tertemiz bir Mehmet Akif ahlâkıyla yaşamışlığı, eğilmez- bükülmez karakteri ve gelecek nesillere en güzel örnek olarak bıraktığı mücadele hayatıdır.
Uçurumdaki kazalar gibi başımızı döndürerek aramızdan ayrılan, ıstırap meşalesinin suya gark oluşu gibi sönen Metin Kaplan’ın şahsında ve hayatında pek çok “taşralılar”, “Ülkücü Türk milliyetçileri”, “Müslüman-Türk evlatları”, “iman erleri”, “muhabbet fedaileri” ve “pek çok ziyan edilmişler” kendi mizaçlarını, kendi çileli hayatlarını bulacaklardır.
Metin Kaplanlar köşeye sıkıştıkça şahlanıp şerefsizlikleri kesip biçmeye yönelen kınından çekilmiş birer kılıçtırlar.
Metin Kaplanlar düşmanlıklara sarılmış, kabına sığdırılamamış, kendisine durulma fırsatı verilmemiş bir Türklük-Müslümanlık tufanının sembolüdürler.
Birkaç senedir muzdarip olduğu rahatsızlığından dolayı köşesine çekilip sessiz ve yalnız yaşamaya devam etse de gönlündeki Türklük ve İslam iman ateşinin son nefesini verinceye kadar bir volkan misali sönmediğinin bizzat şahidiyiz.
Mahmut Metin Kaplan, vefatından sonra eşine çocuklarına dünya malı mülkü serveti bırakamamıştır ama dünya durdukça daima hayırla yad edilecek bir mücadele hayatının nesilden nesile söylenecek namını bırakmıştır. Ruhu şad, mekanı cennet, makamı a-li olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.