Ahmet KELEŞOĞLU
Talya ve gazoz kapağı
-Dondurmalar geldi mi?
-Geldi..
Dondurma deyip te geçmeyin, dünyanın en güzel mutluluğudur dondurma yemek.
İster çocuk isterse yetişkin olsun, dondurmaya hayır demek imkânsızdır.
Talya daha beş yaşındaydı.
Divandaki yastıkların örgülerini yapmaya, yastık kenarlarının dantellerini çevirmeye o yıllarda başlamıştı. Merdivenin ikinci basamağında şekillendi çocukluğu. Arka bahçenin dördüncü basamağı, ön kapının ikinci basamağı. Hepsi bu..
Evin önü ve arka bahçesi. Ön tarafta iplik yumak, arka tarafta çamaşır bulaşık.
Her şey merakla başlamıştı. Dokunduğu şeyin şeklini değiştiriyordu Talya.
Heyecanlılığı ve hareketli yaşamı onu nerelere çekecekti.
Annesi yorgundu, Talya'nın bu hareketliliği annesini bir kat daha yormuştu. Her işi yapabilmesi, her yere bir solukta gidip gelmesi, annesinin bir dediğini iki etmemesi bile yeterli değildi. Genç yaşına rağmen yorgundu Eliya hanım. Zaten zorlu bir yaşamdan gelmişti. Talya'nın her gördüğünü zihnine nakşetmesi, hiçbir şeyi unutmaması, aslında anlaşılır gibi değildi. Merakı ve yaratıcı zekasına, hareketliliği de eklenince, takip etmek iyice zorlaşmıştı. Bir gün bir cisme bakarak resim yaptığını gördü ablası. Şaşırmıştı.
Nasıl olabilirdi? Okumayı söktüğünü anlayabiliyordu ama resim yapmakta neyin nesiydi?
Çizgileri muntazam olarak kağıda aktarıyor ve resme hareketlilik veriyordu.
Artık ele avuca sığmayacağı iyice anlaşılmıştı.
Bir çare bulmak gerekiyordu.
Sonunda okula göndermeye karar verdiler. Zaten babası da öğretmendi. Bu içinden çıkılmaz durumu halledebilirdi. Babasının öğretmenliğinin yanında, iyi bir eğitimci olduğu, mezun ettiği öğrencilerin üstün başarılarından anlaşılıyordu. Öğrencileri yüksek okullara gidiyor, içlerinden mühendis ve doktorlar çıkıyordu.
Kasabada sadece üç tane ilkokul vardı. Yaşı küçük olduğundan hiç bir okul Talya'yı kabul etmemişti. Babası da çocuğunun kendi okuluna alınmasından yana değildi. Her şeyden önce aldığı eğitim ve disiplin kendi çocuğu da olsa, ayrıcalık tanımasına engeldi. Aslında çocuğunu kendi okuluna alması için tarih uygundu. Akşam eve geldiğinde eşiyle bir huzursuzluk yaşayacağını o da biliyordu. Eşi, bu yıl son sınıfları okuttuğunu, önümüzdeki yıl birinci sınıfları okutacağını, Talya'yı da kendisinin alması gerektiğini çok önceden hatırlatmıştı. Baba ilk zamanlar duymamazlıktan gelse de, iki arada kaldığının farkındaydı. Bir taraftan, yıllardır adalet duygusu ile işini yapıp hatalı hiçbir mevzuatı uygulamamış olması, diğer taraftan ise evde oluşacak huzursuzluk.
Talya akşam gelecek olan babasından, okula kabul edilme haberini almak için sabırsızlıkla beklemişti.
Çocuk ruhu, hayatı oyun gibi algılıyordu. Sokakta oynadığı oyunun okuldaki faaliyetler den ne farkı olabilirdi ki?
Annesi biraz asabi biraz da, korumacıydı. Ama hastalık ve yorgunluğu yakasını hiç bırakmamıştı.
Çocuklar öğretmen babanın gülüşünde buluyordu Dünyayı.
Varsa yoksa Baba.
Talya İlkokula başlamıştı.
Evin duvarlarından artık mutluluk akıyordu. Üstelik ilk öğretmeni ve en sevdiği oyun arkadaşı da babasıydı. Evde baba okulda Öğretmen baba. Oyunun en güzel sahnesi.
Talya'nın dersleri çok iyiydi. Bir defasında Pekiyi almasına rağmen, babası notunu düşürmüştü. Kızına torpil yapıyor denilmesin diye Pekiyi olan notu, İyi olarak değiştirmişti. Notlar Talya'nın umurunda bile değildi. Okul onun için zaten bir oyun sahnesinden farksızdı. Teyzesinin oğlu ile iki dondurma isteyip gazoz kapağını bırakan Talya değil miydi?
Yaşamın içindeki oyun artık evde, okulda, evin bahçesi ve sokakta devam etmişti.
Hayatı oyundan ayıran ne olabilirdi?
Neşe içerisinde koşturarak bir yere gidişi, bir şeye dokunuşu ve bakışları bile hızlı ve hareketliydi Talya'nın.
Zaman nasıl akıp gitmişti. İlkokulu ne zaman bitirmiş, Ortaokula ne zaman başlamıştı.
Aktifliği öğretmenlerinin gözünden kaçmamıştı. Daha öğretmen soruyu tahtaya yazarken cevap veriyordu Talya. Cevabı herkesle paylaşıyor, sözlüye kalkan öğrencilere yardım ediyor, yazılı ve yoklamalarda kopya vermekten hiç çekinmiyordu. Yardımlaşmanın masum bir eylem olduğunu düşünmüştü. Ve halen daha bunun bir oyun olabileceğini söylüyordu. Öğretmenler bir anlam verememişti. Niçin böyle olabileceği hususunda da pek kafa yormuyorlardı. Eğitimci bir babanın kızı da olunca çokta üzerine gitmemişlerdi.
Böyle sırasız ve kontrol dışı yaşamda Liseli yıllar başladı. Artık Talya büyümüş okul korolarında yer almıştı. Ama çocuk ruhu onu bir türlü terk etmiyordu. Sayısal zekâsının açıklığı, onu sanatsal bakış açısı ve analitik düşünme yetisine sürüklemişti. Sanatçı ruhu ve tüm cisimlerin beyninde yerini değiştirip perspektifini çözümlemeye başlaması şaşırtıcıydı. Fen alanında ilerlemeye devam etmesine rağmen resim ve çizimleri Fizik hocasının dikkatinden kaçmamıştı.
Artık üniversite sınavları yaklaşıyordu. Sadece görsel zekası ve öğrendikleri ile sınavda nasıl başarı elde edecekti? Ders çalışmıyordu.
Talya için sınav, zaten oyundan başka bir şey değildi. Öylesine girmişti sınava.
Başarısız olacağı belliydi. Ama Fizik Öğretmeni sonucu çok merak etmişti. Zekasına güveniyordu, başarısız olacağını düşünmemişti.
Sonuçlar belli oldu. Talya istenilen sonucu elde edemedi.
Öğretmeni hayal kırıklığına uğradı.
Bir şeyler ters gitmiş olabilir miydi?
Acaba sınavda ne olmuştu?
Çalışmamış olsa da zekası ile bir şeyler yapamaz mıydı?
Olmadı.
O oyun oynamaya devam ediyordu. Bu sınav da zaten oyunun bir parçasıydı. Onun için hava almak, yemek yiyip su içmek ne ise, okul sınav ve ders te aynı şeydi.
Hayal dünyasındaki görüntülere her defasında bir başkası ekleniyor, sürekli değişen beynindeki görsellere ise başka başka şekiller giriyordu.
Bir canlıya, bir bitkiye, bir insan ya da bir cisme baktığında başkalarının gördüğünü görmemesi, beynine farklı görüntü ve çağrışımların gelmesi onun için çok normal sayılabilirdi. Talya kafasındaki büyük oyundan hiç vazgeçmemişti. Tüm yaşamı, film görüntüsüne benzeyen ve gözünün önünden hiç gitmeyen sahnenin içinde, kendisine de roller bulmasıydı.
Öğretmeni Talya'yı çok iyi tanıyordu. Onun çizimlerini kağıda nasıl aktardığını gözleriyle görmüştü.
Başarısızlığını kabullenmek istememişti.
Aile bu sonuca fazla aldırış etmiyordu. Daha on altı yaşındaki çocuklarının, başarısızlığının ergenlikten olduğunu düşünmüşlerdi. Ama öğretmeni Talya'yı bir türlü aklından çıkaramıyordu. Sınav sonuçlarının açıklanmasından fazla bir süre geçmemişti ki Talya'yı aradı. Yanına gelmesini onunla konuşacaklarının olduğunu söyledi.
Talya heyecanlanmıştı.
Öğretmeni onu çağırıyordu.
Yoksa yeni bir oyunun hazırlığımı vardı? Öğretmenini çok seviyor, onun sözünden dışarı çıkmıyordu. Acaba öğretmeni niçin aramıştı?
Okullarda kapalıydı.
Talya öğretmeninin evine gitti.
"Sınavı kazanamadığına üzülmemiş görünüyorsun" dedi, öğretmeni.
Gülümsedi Talya..
Zaten oyun içindeki hayatta hiçbir şeye üzülmüyorum der gibiydi.
Öğretmeni; "Hazırlan Talya, haftaya seni yetenek sınavına götüreceğim" dedi. Öğretmeni Talya'yı resim seçmelerine götürecek, oradaki yeteneğini görecekti.
Bu sınava, daha önceden ders almış veya bu alanda eğitim görmüş çocukların girdiğini biliyordu. Ama Talya'nın bu doğuştan gelen yeteneğinin boşa gitmesini istemiyordu. Sınav günü gelmişti. Öğretmeni ailesinin de izniyle bulundukları kasabanın dışındaki büyük bir ile götürdü Talya'yı.
Talya sınavın yapılacağı salona girdiğinde yine bir oyun sahnesinin başladığını düşündü. Herkes salonu doldurmuştu. Sessizce bekliyorlardı.
Önce kara tahtanın önüne büyük bir masa getirdiler, masanın üzerine de bir sandalye koydular. Sandalyeye orta yaşlı üzerinde eski bir ceket olan birini oturtmuşlardı. Oturan kişi okulun hizmetlilerinden biriydi. Şimdi herkes bu canlı modelin resmini yapacaktı. Talya bu orta yaşlı adamın çizgilerini bir bakışta beynine kazımıştı. Masa ve sandalye deki ayrıntıları ise hafızasına yerleştirdi. Sıra, önündeki o kocaman kağıda bu adamın resmini aktarmaya gelmişti. Bir saati geçkin süredir elinden kalemi bırakmadı.
Kalemle kağıtla istediği gibi oynuyordu. Talya'nın ruhuna mutluluk veren en güzel oyunlardan biri de bu karakalem oyunlarıydı.
Resmi bitirmişti.
Ama oyunu bırakmak istemiyordu. Salonu terk etmek istemedi. Oturduğu yerde bekliyor, yaptığı resimde sıranın üstünde duruyordu.
Şimdi de bir başkası gelecek onun resmini yapacaktı. Resmini teslim eden imzasını atıp çıkıyordu. Görevlilerden biri Talya'ya, resmini verip vermeyeceğini sıranın üstünü işaret ederek sordu. Talya görevliyi duymamış gözünü bir noktaya dikmişti. Acaba şimdi nasıl bir figür gelecekti. Daha değişik ve karmaşık bir cismin gelmesini çok istiyordu.
Görevli tekrar uyardı:
"Bitirdiyseniz kâğıdınızı teslim ediniz." Talya irkildi, kağıdı bırakıp imzayı attığı gibi çıktı. Çıkarken iki kez arkasına baktı. Arkasında ne onu çağıran bir ses, ne de bir gölge vardı. Öğretmeni kapının dışında bekliyordu. Talya'nın neler yaptığını merak etmişti. Uzun bir sessizlik oldu. Yol boyunca hiç konuşmadılar. Kasabaya dönüşte Talya, Otobüsün dışarıya bakan camından kafasını çevirmemişti. Otobüs ilerledikçe geride kalan ağaçların gözünden nasıl kaybolduğunu seyretti. Kasabaya geldiklerinde koşarak eve gitmek istemişti. Öğretmeni kolundan tuttu. "Sınav nasıl geçti Talya, yapabildin mi" dedi.
Talya öğretmeninin yüzüne baktı ağzını buruşturup koşmaya devam etti.
Eve gelmişti.
Bir oyun daha böylece sonuçlanıyordu. Yetenek sınavının sonuçları bir buçuk ay sonra belli olacaktı. Kazananların listesi okul panosuna asılacak daha sonra da posta ile adreslere gönderilecekti.
Zaman çok hızlı geçmişti. Öğretmeni sık sık Talya'nın babasına sonuçları soruyordu. Sınav sonuçları bir türlü gelmek bilmemişti. Acaba postada bir gecikme mi olmuştu? Öğretmeni Talya'nın kazanamama ihtimalini hiç düşünmemişti. Bu sefer olacaktı. Öğretmeni artık beklemekten sıkılmıştı. Sonuçların gelmemiş olması moralini bozuyordu. Aradan iki gün daha geçmişti ki, postacı bir zarf getirdi. Talya'nın yaşı onaltı olduğundan postacı zarfı annesine verdi. Talya annesinin elindeki zarfı aldı. Ama açmamıştı. Öğretmenine gideceğini söyledi. Koşarak evden ayrıldı. Nefes nefese kalmıştı. Kapının tokmağını bir kez vurmuştu ki, kapı açıldı. Öğretmeni karşısında Talya'yı görünce heyecanlandı. Zarfı elinden aldı. Gel yanıma otur Talya dedi. Elleri titriyordu. Zarfı açtı. Heyecandan sesi de titremeye başlamıştı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Bir dakika geçmemişti ki, çığlık atarak ayağa kalktı. Salonun penceresine koştu. Pencereyi açtı dışarıya baktı. Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya indi. Dış kapıyı açtı. Talya, öğretmeninin arkasından koşturuyordu.
"Kazandı kazandı, Talya sınavı kazandı" dedi.
Sesi duyan komşular dışarı çıkmıştı. Öğretmenin kollarında Talya'yı gördüler. Heyecanlanmışlardı.
Öğretmeni; "Talya kazandı hem de birincilikle kazandı" diye bağırıyordu. Talya'ya sıkıca sarıldı, sevinç gözyaşlarını tutamamıştı.
Kendi elleriyle götürmüştü okula. Kaydını yaptırdı. Birincilikle okula giren Talya'yı herkes tebrik ediyordu. Talya ise bu kutlamaları oyunun bir parçası olarak görmüştü
Başarılı bir eğitim hayatı oldu Talya'nın. Yıllar ilerliyordu. Her geçen gün biraz daha büyümüştü. Daha onsekiz yaşını bitirmemişti ki okulun sergilerine katılıyor, çalışmalarına iştirak ediyordu. Kitap okumayı çok sevdiğinden dünya klasiklerini satın aldı.
Ancak bir sorun vardı.
Kitaplar ucuz değildi. Talya kitapları almak istiyordu. Yaşı küçük olduğundan babasının ismini ve işyerinin adresi ile telefonunu yazmıştı sözleşmeye. Bu kitaplarda oyunun bir parçası olmalıydı. Kitapların tamamı artık Talya'nın olmuştu. Kısa zamanda okuyup bitirmişti dünya klasiklerini. Ama hiç ödeme yapmamıştı. Bu çok güzel bir oyundu. Bir gün babası Talya'ya; bir yerlerden kitap alıp almadığını sordu.
Kitapların parasını babası ödemişti.
Bu farklı bir oyun olmalıydı. Kitapları alıyorsun ve ödeme yapmıyorsun.
Bu oyunda bir hile yoktu. Hiç kitaplar için para ödenir miydi?
Talya okulu bitirmiş yirmi yaşında öğretmen olmuştu. Ve yaşamı boyunca resimler yapıp sergiler açmıştı. Oyun devam ediyordu. Dünyanın zekice oynanan en güzel oyunu buydu.
Talya mı?
Tabii ki, iki kızımın annesi..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.