Ahmet KELEŞOĞLU
Sınav yılları 1980
Ağustos ayıydı, yıl 1980'di. Okullar kapanmış fındık toplama zamanı gelmişti. Üniversite sınav sonuçları daha açıklanmamıştı bekliyorduk.
Kasaba yavaş yavaş boşalıyordu. Bu küçük Karadeniz kasabasının en önemli geçim kaynağı fındıktır. Herkes köyüne hasada gitmek için hazırlık yapıyordu.
Sonuçların gelmeye başladığını duymuştum. Sonuç belgesinin içinde bulunduğu zarfı postaneden aldım. Evde kimse yoktu, herkes köye gitmişti. Postacı evde kimseyi bulamayınca haber bırakmadan dönmüş, kimseye de haber bırakmamış.
Sınavları kazanamamışım. Bir okula yerleşemedim. Birkaç alanda puanım oluşmuştu ama bir yüksekokula girecek kadar yeterli değildi. O yıllarda tercihlerimi büyük ağabeylerden birine yaptırdığımızı hatırlıyorum. Ama bugün sorsalar kim olduğunu hatırlayamam. Tanımadığım biriydi. Belki de daha doğru tercihler yapılabilirdi. Buna kim karar verecekti? Tercih, sınav, üniversite okul, tüm bunlar çoğu insanın umurunda bile değildi. Benim için önemliydi ama. Bunun da hiçbir anlamı yoktu. Bu yüzden içim, için için yanıyordu. Ateşimi kim görüp de bir damla su verecekti? Öğretmenlerde yardımcı olmamıştı. Herkes kendi derdindeydi.
Sınavlar tek aşamalıydı. Bizden sonra iki aşamalı olmuş. Fen ve matematiğin yanında, kitapçıkta genel yetenek alanında olduğunu hatırlıyorum. Buna sevinmiştim. En azından genel yetenekten bir şeyler yapabilirdim. Ticaret lisesinde fen, matematik görmemiştik tabi. Benim için sosyal bilgiler daha ilgi çekiciydi. Coğrafya tarih derslerini hep sevmişimdir.
12 Eylül askeri darbesi daha olmamıştı. Siyasi olayların yoğun yaşandığı illerden biri olan Samsun'da sınava girmiştim. Bir gün önceden gidip teyzemlerde kaldım. Sınav salonuna ulaşmak zor oldu. Polis koridoru eşliğinde çift sıra halinde sınav salonuna girdiğimizi hatırlıyorum. Sağdan soldan sloganlar atılıyordu. Taşlar sopalar kafamıza vücudumuza isabet etti. Bir ara büyük bir patırtı oldu. Ortalık karıştı, polisler öğrenciler siviller birbirine girdi. Yere düştüm. Zaten ufak tefek biriydim. Kalabalığın içinde oradan oraya savruluyordum. Birkaç el silah sesi duyuldu. Polisler havaya ateş etmişti. Polis minibüslerinin geldiğini gördüm. Siren sesleri, minibüslerin fren seslerine karıştı. Toparlandım ayağa kalktım kendimi kontrol etmeye çalıştım. Elimdeki silgi ve kalemler o kargaşada kayboldu. Sağa sola baktım bulamadım. Herkes birbirine bakıyor söylenip duruyordu. Polisler düzeni sağlamaya çalışıyor öğrencileri sağa sola çekiyordu. Sınav zarfını ve kimliğimi gömleğimin arasına koymuştum. Önceden sınava giren bir arkadaş, zarfı elinde tutma kaptırırsın demişti. Bende öyle yapmıştım. Elimle zarfın olduğu yeri yokladım yoktu. Gömleğin düğmesi kopmuş, önü açılmıştı. Panikledim sağa sola koşmaya başladım. Kimse bir şey görmemişti. Ağlamak istedim ağlayamadım. Ter içinde kalmıştım. Nefesim boğazımda tıkanıyordu. İçimi garip bir korku sardı. Sıradan ayrılmadım. Sınavın yapılacağı okulun önüne gelmiştik. Polis kapıda arama yapıyordu. Sıra bana geldiğinde, "sınav giriş belgem ve kimlik kartım deminki kargaşada kayboldu memur bey" dedim. Polis memuru, "sen şöyle geç bekle" dedi. Biraz sonra başka bir polis elinde zarflarla geldi. "Adın ne bakayım senin" dedi. Elindeki birkaç zarfın içinden benimkini buldu. Zarfı uzatarak, "sahip çık kimliğine" dedi. Derin bir nefes aldım içime bir ferahlık gelmişti. Sevindim.
Bu çatışmaların nedenini biliyordum. Devrimciler ve ülkücüler bölge hakimiyeti sağlamak istiyordu. Her bölgenin sahibi vardır, kimse kimsenin sahasına giremez. Yer kapma alan oluşturma mücadelesidir bu. Aynı kavgaların benzerini bulunduğumuz kasabada da görmüştüm. Sınavlara İstanbul'da yaşayan ağabeyimin gönderdiği test kitaplarıyla hazırlanmıştım. Birkaç kaynak kitap. Zorluk çektim. Soruları anlamaya çözümlemeye çalıştım. Çalışkan bir çocuk olmasam da, zekamla bir şeyler yapabileceğimi düşünmüştüm. O yıllarda bizim oralarda dershane veya hazırlık kursları veren yerler yoktu. Dershane olsa da bir şey fark etmezdi. Ailemden dershaneye kaydımın yapılmasını isteyemezdim. Zaten ekonomik durumumuz da buna müsait değildi. Yüksekokula gidemeyeceğim kaydımın çok önceden Ticaret Lisesine yapılmasından belliydi. Babam, "bundan adam olmaz okuyamaz bu, kısa yoldan hayata atılsın" demişti. Hatta bir akrabamıza kayıt için veli olmasını bile istemişti. Belki de babam kendi açısından haklıydı. Ortaokulda sınıfta kalmış hastalıklardan başını kaldıramamış maraz biriydim, oda bunu biliyordu. Üniversite sınav sonuçlarına çok üzülmüştüm. Benim için serüven bitmişti. Uzaklara çok uzaklara gitme hayalim suya düştü. Artık kaderim bu kasabada şekillenecekti. Bundan sonraki yaşamım ise burada kalan tüm tanıdık ve akrabaların kaderiyle aynı olacaktı. Bu hiç iyi bir şey değildi. Canım çok sıkkındı, kimseyle konuşmak istemiyordum.
Bizimkiler köye gittiler ben gitmedim. Moralim iyice bozulmuştu. Sahile inip uzun bir yürüyüş yapmak istedim. Böyle zamanlarda Yalı kahvesi huzur verir. Uzun kaldırımların denize bakan yüzünde, kayalıklara vuran denizin dalgası ruhumu diri tutar benim. İyi gelir denizin yosunlu iyot kokusu.
Boş boş yürürken okuldan bir arkadaşıma rastladım. O da benim gibi Üniversiteye girememişti. Biraz yürüdük. Bir ara bana, birkaç gün sonra yedek kontenjanların açılacağını söyledi. Boş bulunan bölümlere ön kayıt yaptırabileceğimizden bahsetti. Bunu hiç düşünmemiştim. Ön kayıtla üniversitelere kayıt yapıldığını duymuştum ama nasıl olduğunu nereden takip edildiğini bilmiyordum. Arkadaşımla birlikte bir araştırma içerisine girdik. Açılan kontenjanlarla ilgili birbirimize haber verecektik. Öyle anlaştık. Boş kontenjanların gece saat 23'00 den sonra radyodan yayınlandığını öğrendik. Artık her gece heyecanla radyonun başına geçiyor, haberler bittikten sonra kontenjanların açıklanmasını bekliyorduk. O bekleyişin, içimde bir umut ışığı yaktığını düşündüm. Başka tutunacak dalımda yoktu zaten. Acaba puanlarımız bir okula girmeye yetecek miydi? Aradan birkaç gün geçmişti, puanımla eşleşen hiçbir okul, bölüm yoktu. Kimseye belli etmesem de çok üzülüyordum. Zaman iyice azalmıştı. Acaba puanlarımla eşleşen alanlarda kontenjan açılacak mıydı? Açılsa bile bir okula girebilecek miyim? Bunları düşündükçe çıkmaza giriyordum. Sabırla bekledim. Bıkmadan gece radyonun başına geçiyor geç vakitlere kadar açılan yeni kontenjanları takip ediyordum. Birkaç gün daha beklemiştim ki, beni heyecanlandıran bir açıklama oldu. Anlaşılan sıra bana gelmişti. Çok sevinmiştim, yerimde duramıyordum. Kendimi sokağa atmak istedim. Gece epey geç olmuştu. Dışarı çıkmadım. Uyumak istedim uyuyamadım, sabaha kadar yatakta döndüm.
Nihayet sabah olmuştu…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.