Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

Sarıkamış Harekâtı ve Enver Paşa - 2

Enver Paşa, önce ve sadece vatanseverdir. Rus-İngiliz-Fransız ittifakına karşı, makul ve mümkün olan tek müttefik Almanya’dır.

Zaten daha önce 2.Abdülhamit’in tercihi de bu yöndeydi. İngiltere ile Rusya’nın Reval’de Osmanlı’yı parçalama ve bölüşme antlaşmasından itibaren 1.Cihan Savaşı’nın, daha doğrusu batılı emperyalist güçlerin paylaşım savaşının adım adım yaklaştığını gören İttihat Terakki önderleri bu kaçınılmaz savaşta Fransa, İngiltere ve Rusya ile müttefik olmak için görüşmeler yapmışlar, bütün kapılar yüzlerine kapanınca, Rusya’nın en yakın düşmanı olan Almanya ile ittifakı stratejik bir tercih olarak seçmişlerdir.

Enver Paşa’ya bu suçlamaları yöneltenler, bugün, 2019 Türkiye’sinde, Ege Ordusu hariç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK’nın) tamamının NATO bünyesinde olduğunu, NATO’nun herhangi bir ülkeye savaş ilan etmesi durumunda; TSK unsurlarının da bu savaşta yer alacağı gerçeğini unutmaktadırlar. Ayrıca TSK’nın silah ve mühimmat envanterlerinin tamamına yakınının NATO standartları doğrultusunda tamamen Avrupa ve ABD menşeli silahlar olduğu bilinmektedir. Bugün bunu çok tabii görenler, Enver Paşa’nın Alman Genelkurmayı ile olan münasebetlerine bu zaviyeden bakarlarsa biraz daha insaflı davranmış olurlar.

Bugün Afganistan’daki, Somali’deki, TSK birlikleri, NATO’ya uşaklık mı yapmaktadırlar? Yoksa, milletlerarası bir anlaşmanın gereğini mi yerine getirmektedirler?

Suriye ve Irak’ın kuzeyinde, devletimize ve milletimize yönelen tehditleri bertaraf etmek için operasyonlar düzenleyen TSK’nın amacı ile Birinci Cihan Harbi’nde Anadolu içlerine doğru yürüyen Rus ordusuna karşı harekât başlatan Enver Paşa’nın gayesi arasında ne fark vardır?

Sarıkamış faciasının İstanbul basınında haber olarak çıkmasına Enver Paşa’nın yasak koyduğunu iddia edenler, yakın tarihlerde Türkiye’nin herhangi bir şehrinde bir bomba patlayıp insanlarımız şehit olduğunda anında mahkeme kararı ile bütün televizyon ve gazetelere yayın yasağı uygulatmalarını nasıl izah edecekler?

 Kaldı ki Türk Milleti birçok cephede Avrupa’nın katil sürülerine karşı varlık-yokluk mücadelesi verirken böyle bir facianın duyurulmasının cephelerde çarpışan askerlerimizin maneviyatını büyük ölçüde bozacağı aşikardı.

Diğer taraftan, eğer bugün bağımsız bir Azerbaycan Cumhuriyeti Devleti varsa, bunu, Bakü ve Azerbaycan’ı işgal eden Ermenileri ve arkasındaki İngilizleri yenilgiye uğratarak Azerbaycan Türklerini hürriyetine kavuşturan Kafkas İslam Ordusu’nun komutanı Nuri Paşa ve askerlerine borçlu olduğumuzu; Nuri Paşa’yı bu harekâta yönlendiren, görevlendirenin de Enver Paşa olduğunu bütün namuslu tarihçiler kabul ve ifade etmektedirler.

Hakikati öğrenmek isteyenler biraz tarih okurlarsa, Hindistan’daki hilafet hareketinin, İran’da İngilizlere karşı ihtilal başlatanların, Filistin Kurtuluş Hareketinin ilk kurucusu Kudüs Müftüsü eski bir Osmanlı subayı Şerif El-Hüseynî’nin, Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele veren Ömer Muhtar’ın ve Kuzey Afrika’da bağımsızlık mücadelesinin öncülerinin, Enver Paşa’nın kurdurduğu Teşkilat-ı Mahsusa ile irtibatlı olduğunu göreceklerdir.

Çanakkale, zaferle bittiği için orada 250 bin şehitten gururla bahsedilir. Bu ordunun başkomutan vekilinin Enver Paşa olduğu, utanç verici Balkan hezimetinden sonra orduyu yeniden teşkilatlandırarak ve gençleştirip silahlandırarak zaferin en yüksek payının ona ait olduğu gerçeği unutulur. Ama Sarıkamış’ta soğuk ve hastalığa yenilip kayıp verince, herkes abartılı rakamlarla ve askeri strateji uzmanı edasıyla yalanlara sarılır.

İttihatçılar aleyhine bolca var olan Batı kaynaklı propaganda malzemesinin, 1950'lerden itibaren sol ve özellikle İslamcı ve Ulusalcı çevrelerin ezbere tekrarı haline gelmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur.

Enver Paşa ve arkadaşları siyaseti yalanlarla, parayla değil, yüce gayeler için; bilekleriyle, yürekleriyle, haklılıklarına yaslanarak, çile çekerek ve ellerinde avuçlarında ne varsa feda ederek yapıyorlardı.

Enver Paşa ve arkadaşları doğru ya da yanlış, bir şeylere inanır ve onu sonuna kadar savunurlardı. Dün ‘kardeşim Esad’ dediğine, bugün ‘Eset’ demek gibi bir tutarsızlığa düşmezlerdi. Bir fikirleri, bir sözleri, bir namusları vardı. Gerektiğinde fikirleri ve inançları için gözlerini kırpmadan ölüyorlardı. Yiğitlik şanları, mertlik karakterleriydi. Rakiplerinin dahi karakterini geliştiren bir tesirleri vardı.

O olağanüstü zamanların şartları içinde Enver Paşa ve İttihatçı önderliğin 'günahları'nı bulup çıkarmak ve tüm olan biteni onların sırtına yıkmak, sadece vefasızlık değil, bugün de gerekli olan bir iradenin boğulması manasına geliyor. Vefasızlık, çünkü bütün hayatlarını çöküşü engellemek için harcayan ve karşılığında ne maddi ne de manevi olarak 'hiçbir şey' almayan bir neslin şahsında bizatihi adanmışlık, fedakârlık, cesaret, haysiyet ve savaşçılık mahkûm ediliyor...

Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın ölümsüz şiirinde:

“Yiğitlerim uyur gurbet ellerde,

Kimi Semarkant’ta bekler beni kimi Caber’de”

mısralarıyla hasretini ifade ettiği, milletlerarası antlaşmalara göre Türk toprağı olan Caber Kalesi’nde medfun Süleyman Şah’ın türbesi 22 Şubat 2015’te 3-5 baldırı çıplak DAEŞ teröristinin tehdidi karşısında -sanki büyük bir zafer kazanılmış gibi takdim edilerek- hem de Türk milletinin ve Türk devletinin baş düşmanı YPG koruması altında alelacele Türkiye’ye kaçırılmıştır.

 

Oysa Enver Bey Trablusgarp’ın İtalyanların işgal teşebbüsü üzerine Trablusgarp’a giderken notlarında şöyle yazıyor: “Vazifem bu sefer beni hiçbir maddi netice alamayacağım bir gayeye doğru götürüyor. Trablus, zavallı memleket şimdilik kaybettik -belki de ebediyen-. Peki, o zaman niye gidiyorum? İslam dünyasının bizden beklediği bir ahlâki görevi yerine getirmek için.” Ve devamla “Bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa, utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarp’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız.” Bu satırlar sadece kendisinin değil, bütün o kahraman neslin sorumluluk şuurunun ve haysiyetinin yüksekliğini göstermektedir.

Enver Paşa başta Mustafa Kemal ve Teşkilat-ı Mahsusa reisi Kuşçubaşı Eşref olmak üzere bir grup vatanperver subayla gayri resmi yollardan Trablusgarp’a geçmiş, bölgedeki aşiretleri hızla silahlandırarak direnişi başlatıp zamanın çok üstün asker ve silah gücüne sahip İtalyan ordusuna büyük kayıplar verdirerek adeta sahile mıhlamıştı. Ta ki Balkan savaşı başladığında Balkanlardaki savaşa katılmak için Trablusgarp’tan  ayrılıncaya kadar.

4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın kuzeyinde bir Türk karakolu basılıp, A.B.D. askerleri ve peşmergeler tarafından Mehmetçiklerimizin başına çuval geçirildiğinde eğer Enver Paşa olsaydı, eminim ki oradaki askerlerimizin son erinin de şehadeti pahasına A.B.D. askerlerine ve peşmergelerine dünyayı dar ettirir, hepsini kurşuna dizdirirdi.

Örnek mi isterseniz; Teşkilat-ı Mahsusa reisi Kuşçubaşı Eşref ve beraberindekiler tüccar kılığında bir kafile olarak Yemen Valisi’ne yüklü miktarda altın götürürken İngilizler ve uşakları Şerif Hüseyin ve adamları tarafından kuşatılırlar. Başta Teşkilat-ı Mahsusa’nın fedaisi Zenci Musa olmak üzere kafilenin bir grubu kuşatmayı yararak altınları kurtarıp Yemen’e ulaştırırlar. Kuşatma esnasında çıkan silahlı çatışmada Kuşçubaşı Eşref bey ağır yaralanır tutsak düşer. Durumu öğrenen Osmanlı Orduları Başkumandan Vekil Enver Paşa İngiliz Genelkurmayına “Eğer Eşref Bey’in kılına dokunulursa elimizdeki bütün tutsak İngiliz subaylarını kurşuna dizdiririm” diye haber gönderir ve Kuşçubaşı Eşref Bey’in hayatı kurtulur. İngilizler tarafından tutsak olarak Malta’da ikamete mecbur edilir. 

Devam edeceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.