Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

Milli hâkimiyet mi? Milletin hâkimiyeti mi? veya hangi millet? -3

Kavramın Değişen Yapısı ve Sonuç

Günümüz şartlarında bir devletin hem sınırsız ve mutlak bir egemenliğe sahip olduğunu hem de demokratik hukuk devleti olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Artık aynı zamanda hukuk devleti olan bir demokratik devlet, sınırlı bir devlettir; azınlığın hakları çoğunluk iradesi karşısında teminat altındadır.

Klasik egemenlik anlayışı, kuvvetler ayrılığı ilkesi ile de uyumlu değildir. Locke ve Montesquieu tarafından geliştirilen kuvvetler ayrılığı ilkesi ile egemenliğin bölünmezliği ortadan kalkmıştır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi ile birlikte artık egemen olarak davranacak bir tek organ yoktur; çeşitli organlara sınırları önceden tayin edilmiş belli konularda karar verme yetkileri tanınmıştır.

Montesquieu’nun düşüncesine göre, yasama, yürütme ve yargı iktidarlarının, tek bir kişi veya soylular topluluğu veya belli bir grup ya da halk tarafından tek başına kullanılması; bir diğer ifadeyle bu üç kuvvetin tek bir elde toplanması halinde hürriyetler tamamen ortadan kalkacak, insanlar için her şey bitecek, iktidarın kötüye kullanılması yoluyla koyu bir istibdat (despotizm) yönetimi ortaya çıkacaktır.(Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yoluyla bütün güçleri tek elde toplamayı hedefleyenlerin kulakları çınlasın.EB)

John Locke’un devlet iktidarının sınırlandırılması için düşündüğü mekanizmalardan birisi de kuvvetler ayrılığı ilkesidir.Bu görüşe uygun olarak düzenlenen anayasalarda, devlet gücü, yasama, yürütme ve yargılama iktidarları olarak düzenlenmiş, bu şekilde devlet iktidarının ve yetkilerinin bölünmesi neticesinde, farklı yetkileri kullanan çeşitli erklerin sadece kendi alanlarında etkin oldukları bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Yani egemenliğin kullanılışı, benimsenen hükümet sisteminin özelliğine bağlı olarak, birbirinden az veya çok bağımız olan organlar arasında taksim edilmiştir.

Bu açıklamalar, klasik egemenlik anlayışı ile uyumsuzdur. Çünkü egemenliğin kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereği olarak çeşitli unsurlara bölünmesi, her parçasının ayrı bir organa verilmesi ve her bir organın kendi iktidar alanı içinde egemen olmasının, “egemenliğin, tek ve bölünmez bir güç” olarak kabul edildiği klasik egemenlik anlayışı ile bağdaşırlığından söz edilemez.

Tarihi gelişim içerisinde egemenlik kavramının toplumların, gelişmesinde önemli bir safha oluşturduğu feodal devletten merkezi devlete geçişte önemli bir rol oynadığı inkâr edilemez. Egemenlik çağdaş anlamda devletin ortaya çıkışında teorik görevini de yerine getirmiştir. Hepsinden önemlisi, dağılmış iktidarları birleştirerek iktidarın rasyonelleşmesini sağlamak suretiyle siyasi modernleşme safhasında önemli bir basamak olmuştur.

Bodin’le başlayan ve Rousseau’ya uzanan, Fransız İhtilali ile Dünyayı saran halk egemenliği ve milli egemenlik kavramları ise bu modernleşme sürecinde bir takım değişikliklere uğramışlardır.

20. yüzyılın başlarında Duquit, gerek Rousseau’nun gerekse İhtilalin önderlerinin fikirlerini şiddetle eleştirmiş ve egemenlik kavramını reddetmiştir. Aslında, o dönemde ortaya konuluşu itibariyle, halk egemenliği ve milli egemenlik fikirlerine yöneltilen eleştiriler haklı olmakla birlikte, bu ilkeler, temsili ve klasik Batı Demokrasisinin de temelini teşkil etmişlerdir. Bu temel artık günümüzde pozitif bir mahiyete bürünmüştür. Temsili sistemi benimseyen modern anayasalar halk egemenliği ve milli egemenlik ilkelerini kaynaştırmışlar, birlikte yer vermişlerdir. Benzer durum, bizim Anayasalarımız için de söz konusudur. Günümüzde milli egemenlik, kamu gücünün halkın adına yürütülmesi anlamına gelmektedir. Bu durum ise ancak temsili sistem sayesinde gerçekçi ve faydalı olabilecektir.

İtiraf etmek gerekir ki, milli egemenlik fikrini klasik şekli ile savunmak çok güçtür. Ancak günümüzde bu ilkenin değeri hukuki olmaktan çok siyasidir. Şu da unutulmamalıdır ki, “milli egemenlik fikri bugün demokrasinin tatbiki mümkün olan yegane şeklidir”. Ancak bazı kavramları da karıştırmamak gerekir. Seçimler sonucu ortaya çıkan irade milli irade değil, çoğunluğun iradesidir. En büyük tehlike, milli irade varsayılan kavramların arkasına sığınarak Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduranların kendilerini bütün milletin temsilcisi olarak görerek, demokratik olmayan düzenlemeler yapabilmesidir. Aslında milli irade bu olmayıp, iktidar-muhalefet bütünü olarak algılanmalıdır. Milli irade , milli egemenlik bunalımlardan kurtulmanın gerçek yoludur. Millete inanıldığı, güvenildiği, millete gidildiği takdirde millet bunalımlara son verecek, meseleleri çözecektir. Demokrasi, uzlaşma, anlaşma ve barış rejimidir. Demokrasilerde kişiler geçici, müesseseler ise devamlıdır. Milli egemenliğe inananlar, hür demokratik rejimden başka yol tanımazlar. Ancak bu şekilde millet varlığını devam ettirir, demokratik müesseseler ayakta kalabilir ve hiçbir şekilde milli irade ipotek altına alınamaz.

Çağımızda insan haysiyeti ile, özgürlükle, hak ve hukukla, adaletle bağdaşan tek rejim olduğu şüphe götürmeyen demokrasinin bütün gerekleri ile uygulanışı, insanlığın yüzlerce yıllık tarihinde, yeni bir gelişmedir. Gerçek demokraside, milletin siyasî tercihinin ortaya çıkmasına imkân sağlayan seçimlerin serbest, hür, dürüst, gizli oy ve açık sayım esasına uygun olması şarttır. Tek parti, tek listede, göstermelik seçim, hülle partileri ile demokrasi olmaz. Serbestçe teşkilâtlanabilen, görüş ve fikirlerini sözlü ve yazılı olarak açıklayabilen, seçimlere katılabilen partiler demokrasinin başta gelen unsurlarıdır. Her parlâmentoda çoğunluğu elinde tutan partiler olabilir, ancak gerçek muhalefet partilerine hakiki demokrasinin bulunduğu ülkelerin parlâmentolarında rastlanır.

Tarihin birçok ünlü diktatörleri, 19. ve 20. asırlarda halkın büyük çoğunluğunu arkalarında sürekleyerek ve seçimle iş başına gelmişlerdir. Bütün resmî propaganda araçlarını ve devlet güçlerini seferber ederek, muhalefeti çeşitli kanun dışı yollarla susturarak, sun'i bir çoğunluk sağlamayı da başarmışlardır. Hatta zaman zaman halk oylamasına başvurarak büyük çoğunluğun kendilerini desteklediğini tescil etmeye çalışmışlardır. Bu çeşit rejimlerin ve yönetimlerin demokrasiyle ilgisi yoktur. "Ne muhalefet partisi, ne de parti içinde muhalefet" prensibi, adı demokraside olsa, demokratik olmayan rejimlerin benimsediği bir uygulamadır.

Bir ülkenin demokratik şekilde yönetilmesi, o ülkede kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme, düşünce ve inanç hürriyeti, söz ve basın hürriyeti gibi temel hak ve özgürlüklerin fiilen işler halde bulunmasına bağlıdır. Devletin kendisine verdiği imkânları şahsî menfaatleri için kullananların ülke genelinde yaygınlaşması, demokrasi için bir tehdittir. Şahsî çıkarları uğruna, demokrasinin faziletlerini çiğneyenler, düşünceleri, görüşleri, fikirleri, inançları ve hatta mevkileri ne olursa olsun, demokrasi düşmanı, ülke düşmanı ve hatta vatan hainidirler.

Gerçek demokrasinin kapısından kötülükler giremez, bu kapıyı tutanlar, kapının sahipleri de düşünceleri ile, fikirleri ile, uygulamaları ile dürüst, doğru ve faziletli insanlar olmalıdırlar. Gerçek demokrasiyi kâğıt üstünde demokrasiden ayıran özelliklerden biri, siyasî iktidarın eleştirilebilmesidir. Totaliter rejimle yönetilen ülkelerde, iktidarı eleştirmekle ihanet arasında bir fark yoktur. Siyasî eleştiri ile vatan ve millete ihanet arasında bir fark görülmeyen bir yönetimin rejiminin adının "Demokratik", "Halk Cumhuriyeti" veya "Cumhuriyet" olmasının bir anlamı yoktur. Millet egemenliğine dayalı demokratik rejim, herkesin maddî, manevî ve fikrî varlığnı koruma ve geliştirme hakkına sahip olabilmesi demektir. İdare edenlerin işlem ve kararları bağımsız yargnın denetimine tâbidir. Temel hak ve hürriyetler de bağımsız yargı organının güvencesi altındadır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesine saygı gösterilir.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, millî güvenliğin, kamu düzeninin korunması, temel hak ve hürriyetlerin keyfî şekilde sınırlandırılamaması demokrasinin bir başka unsurlarıdır. devletin adında "Cumhuriyet", "Halk Cumhuriyeti", "Demokratik", "Halk Demokrasisi", "Demokratik Cumhuriyet" veya "Cemahiriye" gibi parlak sözlerin bulunması hiç bir şey ifade etmez. Tek partiye veya tek şahsa veya tek hanedana dayanan totaliter rejimlerde, başta bulunanlar bütün gerçeği sadece kendilerinin bildiğine ve temsil ettiğine inanırlar. Onların görüşüne aykırı fikir ve düşünce ve eylemler suçtur. Parti teşkilâtı, ordu ve gizli polis onların denetimindedir.

Totaliter rejimde, insan hayatından insan şerefine, bir yudum sudan bir lokma ekmeğe bir çift sözden bir satır yazıya, yaşama hakkından savunma hakkına kadar her şey bir kişinin, bir hanedanın veya bir partinin egemenliğindedir. Totaliter rejimlerde, partinin, şahsın veya hanedanın emrindeki parlâmentolarda, üyelerin görevi gerçeği aramak değil, sadece baş- takilerin tespit ettiği çizgiyi öğrenmek, tebliğ ettikleri düşünceleri alkışlamaktır. Halbuki millet egemenliğine dayanan demokratik rejimlerde gerçeğin aranmasına, gerçeğe yaklaşılmasına imkân veren hür ve âdil tartışma usûlleri hayati önem taşır. Gerek parlâmentolarda, gerek basın-yayım araçlarında, gerekse yargı önünde, birbirini karşıtı olan görüşlerin açıklanmasına imkân veren usûller uygulanır. Bu usûllerin âdil oluşu, hür oluşu, tartışmaya imkân verişi, demokratik rejimin ne kadar oturduğunun açık bir göstergesidir. gerçek demokrasilerde insan hayatını, insan haklarını, insan haysiyetini hiçe saymak, insanları köleleştirmek pahasına amaca varılmasını kabul etmez. Şiddeti, kini, zulmü, haksızlığı araç diye kullanarak âdil bir düzene, mutluluğa, erişilemeyeceğini benimser.

"Bir toplumun, zorla bir kısım insanların görüşlerinin esiri yapılarak âciz bir şekilde yaşatılmasına, tabii ve akla uygun bir hükümet sistemi gözü ile bakılamaz." O halde, bir ülkede insanların hür, âdil, korkudan uzak yaşamalarını sağlayan rejim, çok partili sisteme dayanan demokratik rejimdir. Bu rejim daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Bu yüzyılda, birçok müstebit hükümetler, diktatörler halk egemenliği adına insanları sürgün eden, hapseden, idam eden parti veya hanedanlar, bu denizde boğulmuşlardır. İstikbâl demokrasidedir, millet egemenliğine dayanan demokratik sistemdedir. Dilediğimiz, insanoğlunun asırlardır mücadele ettiği âdil, hür, insana değer veren, insan hak ve hürriyetlerine dayalı gerçek demokrasinin bütün dünyada ve ülkemizde yerleşmesi ve kökleşmesidir.

BAŞVURULAN MAKALELER:

1* EGEMENLİK KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ PERSPEKTİFİNDEN İKTİDARIN SINIRLANDIRILMASI TARTIŞMASI Yrd.Doç.Dr.Halil İbrahim AYDINLI Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Arş.Gör.Veysel AYHAN Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 1

2*MİLLİ EGEMENLİK KAVRAMININ GELİŞİMİ Doç. Dr. Bahtiyar AKYILMAZ**

3*ÇAĞIMIZDA MİLLİ HAKİMİYET ANLAYIŞLARI  Yrd. Doç. Dr. M. Emin YOLALICI*

4*AB VE GLOBALLEŞME SÜRECİNDE EGEMENLİK, EGEMENLİĞİN ÇAĞDAŞ KAYIT VE ŞARTLARI Taha Akyol

 5*Batı’da Ve Türklerde Egemenlik Kavramı  Gürbüz ÖZDEMĐR*

6*MİLLİ HÂKİMİYET, MİLLİ İRADE MEFHUMLARININ VE KUVVETLER BİRLİĞİ SİSTEMİNİN ESAS TEŞKİLÂT HUKUKUMUZA GİRİŞİ  Ord. Prof Dr. Recai G. Okandan

7*KÜRESELLEŞME VE EGEMENLĠK KAVRAMININ DEĞĠġMESĠNE YOL AÇAN ETMENLER Dr. Hacer Soykan Adaoğlu

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.