Ali AKSÜT
Kendine dön!
İçinde yaşadığımız bu yaşlı dünyada insan ve toplum olarak bir yılı daha geçirdik. Geçen 2017 yılını ve 2018’e gelinceye kadar geçen zamanı ve yılları tarihin zaman tünelindeki yerine bıraktık.
En az bir hafta hatta 10-15 gün öncesinden yılbaşı, yani yıl karşılama, kutlama, eğlenme alışveriş ne dersen de telaş ve hazırlıklarını hem televizyon kanallarında hem de çarşı pazarda görüyor ve şahit oluyoruz.
Aman ne telaş… yerel yönetimler bir taraftan halkına en mutlu yaşayacakları belediyecilik hizmeti sunmanın gururuyla adeta birbirleriyle yarışıyor. Hele İstanbul, İzmir, Ankara başı çekiyor. Ana caddelerin ışıklandırılması, meydanlar, dükkânlar, vitrinler, geceleyin patlatılan havai fişekler, müzik adı altında madeni aletlerin çıkardığı kulağımızı tırmalayan yüksek desibelli gürültüler… Sanki hepimiz bara gitmişiz, saniyesinde bir aşağı bir yukarıya yanan sönen bir tarafı karanlık, bir yere aydınlatan binbir renkte ışık gösterisi izliyorsunuz. Kapısında “Damsız girilmez” yazılı acayip ışıklı levhaların bulunduğu mekânların içinde hınca hınç dolu kadın erkek, kızlarımız, gençler…
“Vur patlasın çal oynasın” diyemiyorum. Çünkü bu ifade asker uğurlarken, nişan törenlerinde, düğünde, kına gecelerinde veya dostlar arası bir gecede davul zurna eşliğinde çiftler ve onlara eşlik eden bir grup gerçekten zevkle folklorumuz olan güzel oyunları sergilerler. Harmandalı, zeybek, çiftetelli, horon, misket ve benzeri oyunları oynarlar. İnanın, insanın kanı kaynar, kendini sahnede bulursun. Ve adam gibi oynar eğlenirsin.
Tarihinden ve genlerinden gelen bu özgürlük aşkı; meydan okuma, mertlik ikliminin, birlik olmanın, kardeş olmanın adeta havasını yaşatır. Gururla deriz ki; “Efelikte kahpelik olmaz.” Ve gene deriz ki; “Efenin karşısında bıyık bükülmez, Efe kahpelikleri affetmez.”
Bu güzel vatan topraklarını canları pahasına mücadele ederek, Kurtuluş Savaşı’nda efsanevi kahramanlıklar gösteren Kuvayi Milliye Teşkilatı’nın kahraman efelerini rahmetle anıyorum. O şuurla vatan ve bayrak sevdalısı Efe torunlarına da saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bu güzel toprakları vatan yapan efelerimiz, dedelerimiz bundan yüzyıl önce yani 1917’den 1918’e geçerken neler yaptı? O geceyi hangi şartlar altında yaşadılar? Türkiye’nin kurtuluş yılları olan 1922/1923 geceleri nasıl yaşandı? Cumhuriyetin hangi şartlarda, nasıl kurulduğunu düşünüyor muyuz?
Her yıl takvimde yazan yeni yıl ve tarihte kalan eski bir yıl. Tarih yapraklarını çevire çevire geldik günümüze, 2017’den 2018’e ulaştık. Kim hangi yaşta ne biliyor ne görmüşse önemli değil. Önemli olan bu geçen yılların zaman akışını sorguluyor muyuz?
Burada dikkat çekmek istediğim iki konu var: Birincisi dünü unutmamalıyız. Geçmişini unutan milletler tarih köklerinden kopan temelsiz bina gibidir. En küçük bir sarsıntı, rüzgâr ve fırtına da savrulur gidersin. Bir de “Tarih tekerrürden ibarettir, ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi” demiş atalarımız.
İkinci konu kültür emperyalizmi. Yüce dinimiz İslam: “Kime benzerseniz ondan olursunuz” buyurmuş. 1980’li yıllarda rahmetle andığım Ahmet Kabaklı Hoca’nın “Temellerin Duruşması” adlı kitabını okumuştum. O kitapta kültür emperyalizmi rezaletini, o günkü halimizi anlatan bir anekdottan bahsedeceğim: O yıllarda NATO’da görevli Amerikan askeri Coniler parasız kalınca parkelerini, potinlerini hatta kirli iç çamaşırlarını getirir, bizim bitpazarında satarlarmış. Malum şuur altımıza yerleşmiş İngiliz kumaşı, Amerikan bezi, Amerikan kotu, Alman merselesi, İtalyan ayakkabısı, Fransız’ın bilmem ne modası, İspanyol dansı beynimizin, ruhumuzun derinliklerine çakılmış.
Evet, eloğlunun bitpazarına getirdiği giysiler bizimkiler tarafından kapış kapış satın alınırmış. Bir de üstüne “bunları giyiyoruz” diye böbürlenir, güya hava atar, fiyaka yaparmış.
Bu duruma Kızılay’da gezen Amerikan askerleri alaya alır, kahkaha atarlarmış. Bizimkileri göstererek; “Kıçımızdan çıkarıp sattığımız kirli çamaşırlar, bunların kıçında” diyerek küçük görürlermiş.
Sevgili dostlar, şu düştüğümüz hale bakın! 2018’deyiz. Soruyorum şimdi ne değişti? Bu kültür emperyalizmi felaketini atamız Bilge Kağan uyarmış. Göktürk Kitabelerinde; “Çinlilerin ipek kumaşına, güzel cariyelerine, tatlı hediyelerine asla kanmayın. Ey Türk, ey Oğuzbeyleri sözlerimi iyi dinleyin! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir? Ey Türk titre ve kendine dön” demiş.
Bilge Kağan’ın sözünün üstüne başka söze gerek var mı?
Kalın sağlıcakla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.