Nevzat ARSLAN
Bizim zamanımızda!
Okullar bu hafta sonu iki haftalığına yarıyıl tatiline girdi. Çocuklarımıza bir de bizim zamanımızdaki okul ve öğrencilik günlerimizi aktaralım ki rahatlarının farkına varsınlar istedik. Okurlar mı acaba? Biz de nostalji yapalım.
Bizim zamanımızda o dağ köyümüzde, 3 km koşup, iki dere, üç tepe aşıp da öte mahallede ayağımızda hani madenci babası Recep Amcanınkinden kara lastiklerle, ya da lastik çizmelerle beş yıl koşturarak okulumuza gidebilirdik. Sabahları kışın sıra ile yaktığımız tenekeden soba için elimizde birer yakacak odun taşırdık. Tam gün eğitim olduğu için çıkınlarımız da yanımızda olur, öğle vakti yağmur yağmaz ise okulun batı tarafındaki kayaların üstüne doluşur, çavdar ekmeği ve çökelekten oluşan dürmelerimizi yerdik.
Kışları o uyuz Lalelik ve kör Eşinek dereleri kudurur, geçit vermez, ailelerimizce bazen dere kıyısında bekler karşıya geçirilirdik.
Tek öğretmeni olan okulumuzun tek salonuna doluşmuş biz öğrenciler için büyücek beş masa vardı. Her masa bir sınıfa ait olup bizler taburelerimiz ile masanın kenarlarında yerimizi alırdık. Programda sesli ders demek, öğretmenle yapılan ders demekti. Öğretmen sesli dersi olan sınıfla dersini işlerdi. Diğer öğrenciler sessizce ders çalışır ya da öğretmenin verdiği ödevleri yapmaya çalışırdı.
Okul bahçesinde her sabah mıntıka temizliği yaptığımız gibi, kasaba ortaokulunda da devam ettik. Askerlikte de zaten alışıktık mıntıka temizliğine. Bizler okulda öğretim yanında eğitildik de. Kısacası çöp toplarken, çöp atılmaması gerekliliğini öğrendik.
Bizim zamanımızda her pazartesi sabahı, masada ellerimizin altına mendilimizi koyup tırnak kontrolü yapılırdı. Her şeyimiz kirlenirdi de bu mendiller apak dururdu ceplerimizde…
En az arka arkaya 2–3 ders olan Tarım-iş dersimiz vardı. Bu dersi olan sınıf ise; kazma, kürek, balta ve balyoz ile tarlayı andıran okul bahçesinde temizlik ve düzenleme çalışmaları yapmak için aralıksız birkaç dersliğine işe koyulurdu. Öğrenciler ve öğretmen için de kat be kat zor bir eğitim düzeni olsa da öğrencilerin başarısı sınıfta ve sosyal hayatta dikkat çekiyordu.
Bizim zamanımızda okulun hamallığını, işçiliğini, temizliğini, soba yakmasını, söndürmesini sıra ile biz öğrenciler yapardık. Cumartesi günleri genel temizlikte camları, kapıları, masaları silerdik. O yıllarda köyde yol, su, elektrik yoktu ki okulun da içme ve temizlik suyu dimdik bir yokuşun altındaki Ak Pınardan bizlerin elde kovalarla taşıdığımız sularla karşılanırdı.
Bizim zamanımızda "Yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı" deyip de köyümüz bahçelerinden elma, armut, üzüm, beşbıyıklarımızı (döngel) ile “Yerli Mallar Haftası” kutlardık. Nazilli Sümerbank ve Aydın Tekstil kumaşlarından parçalar da serilirdi bir kıyıya. Anamız donumuzu, fanilamızı ak bezden elde diker, bazen de Mukaddes ananın el makinesinde dikilirdi. Akşamları gaz lambasının önünde uzanıp da ders çalıştık, ödev yaptık.
Her sabah okulda bağıra, çağıra heyecanla andımızı okurduk. Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının, İstiklal Marşının, Cumhuriyetin değerini bilen bir neslin evlatlarıyız biz. Milli Bayramlar özlemle beklenirdi. Kestirmeden, göstermelik kutlanmazdı bayramlar. Büyüklerimiz de bayramlara gelmek için can atarlar heyecan duyarlardı.
Bayramlarda okulun pencere camlarına sarı papatya yaprakları ile “Hoş geldin 23 Nisan” yazardık. Cumhuriyet Bayramlarında da bir başka sevinirdik. Şimdiki gibi, bayramların kuralı, yönetmeliği düşünülmezdi. İtişme, kakışma yoktu. Bu yüzden bayram kısıtlamalarını anlayamadık. Atatürk anıtına çelenk koymasınlar diyerek anıtta nöbet tutan, bekleyen polis düşünülemezdi bile. Bayram günü toplanarak şiir okuyan, piyeste rolü olan çocuklarını izleyerek yüzlerinde gülümseme ile evlerine dönerlerdi. O gün bizler okulda yamalı elbiselerimizi ilk kez giymezdik. Bizim zamanımızda ise böyleydi işte!
Öğretmenlerimiz idealist kişilerdi. Öğretim yanında eğitildik de. Okumada örnek oldular bize, hiç durmadan gazete, dergi ve kitap okuduklarını görürdük. Devlet, millet, vatan sevgisini işlediler bize…
Ya şimdi!
Çocuklarımız cumhurbaşkanlarımızı sayamıyor. Tarkan’ı biliyor, Fevzi Çakmak’ı bilmiyor. İnterneti biliyor, kitap okumuyor. Elindeki kâğıdı yere, sokağa atıyor. Bunun müsebbibi kim? Eğitim ailede başlar diye biliriz değil mi?
Hepimiz sorumluyuz dostlar hepimiz.
Çocuklarımızdan tutunda…
Verdiğimiz oyumuza,
Seçtiklerimize kadar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.