Mürşit Canbeldek

Mürşit Canbeldek

Kader İhlas ve İlim Üçgeninde İnsan..

Devir Abbasi devletinin ilk yüzyılı. Irak’ta muhtemelen Basra yakınlarında bir köye bir ihtiyar gelir. Köyün hemen ucunda bir eve yerleşir. Hiç kimselerle konuşmaz. Gündüzleri oruç tutar, geceleri de sabaha kadar ibadetle meşgul olur. Merak eden köylüler geceleri ışığı yanan bu eve sessiz sedasız yaklaşarak pencereden ihtiyarın ne yaptığını seyrederler. İhtiyar uzun tuttuğu secdelerle namaz kılmaktadır. Gündüzleri de ihtiyarın hiçbir şey yemediğini fark ederler. Abit ve zahit hayatıyla köylülerin ilgi odağı olan bu yabancı yavaş, yavaş itimat kazanır. Ömer Rıza Doğrul’un anlattığına göre bu zahit hayat hiçbir falso vermeden 15 yıl devam eder. İhtiyar takındığı bu evliya tavrıyla köylünün ve civar köylerin artık akıl danıştıkları bir “kanaat önderi” haline gelir. Her söylediği söz bir hikmet değerindedir. Çok etkileyici hitabetiyle gönülleri titretir, akıttığı ve akıttırdığı gözyaşlarıyla ruhları yıkamaktadır. Bu kişinin adı; ilerde İBN-İ MEYMUN olarak tarihe geçecektir. İbn-i Meymun İbadet ve taatin kişiyi Allah’a bağlayan bir zikir olduğundan bahisle, kişi yeterli olgunluğa eriştikten sonra gönlü yaradan sevgisiyle dolup taşacağından ona bütün perdelerin açılacağını söyler.

Gördüğü rüyalardan ve aldığı ilhamlardan herkeslerin hisseler almasını sağlar. Köylü bu arada kıldığı namazın pek önemli olmadığını hissetmeye başlar. Önce vakit namazlarını seyrekleştirir sonra cumaları terk eder ardından başka dinden insanların da Allah’ı tanıdıklarından kendilerinden bir farkı olmadığına inanmaya başlarlar. Köylü 15. senenin sonunda azılı bir mürted Batınısi haline gelir. Hz Âlinin torununun torunu Caferi Sadık’ın oğlu İsmail’le bağlantılarının olduğunu iddia eden İbn-i Meymun etrafına topladığı cemaate İSMAİLİ adını verir.

Şii-Batıni İsmaili cemaati Kuran ayetlerinin gizli manalar taşıdığına inandıkları için kendilerine Batıni derler. Nihayet Meymun ölür. Fakat geride köleleştirilmiş binlerce cemaat ehli bırakır. Babasının cemaatini yalnız bırakmayan Meymun’un Oğlu Abdullah malum yere gelir ve hepsini silahlandırır. Çapulculuğa başlayan İsmaili ler hacılara dadanırlar. Mekke’yi basarak kendilerine karşı gelenleri öldürüp Zemzem kuyusuna atarlar ve Hacerül esved i yerinden söküp götürürler. Tam bir baş belası olurlar.

Evliya meraklısı cahil köylü taifesi İslam ıstılahlarını tam öğrenmeden karşılaştıkları bu şeytanın velisinin çaldığı zurnanın zırt dediği anı fark edememişler ve asi topluluklar haline gelmişlerdir. Her kötü niyetli kanaat önderinin boyasının döküldüğü anlar olmuştur. Fakat kalabalıklar onun vaad ettiği “Cennet”e bir an evvel kavuşmak için deliler gibi ölüme koşmuşlar asla dökülen boyayla ilgilenmemişlerdir. Çünkü onlara devamlı düşman hedefler gösterilmiş, cennetle aralarındaki engelin o düşman olduğuna inandırılmışlardır.

Ey akıl sahibi; sana birisi evliyalık taslıyorsa onun bütün hareketlerini, bütün sözlerini iyi takip etmen lazım.”ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ” anları kaçırdığın takdirde artık sen akortsuz seslerin kahredici anaforuna yakalanmışsın demektir. Yaratan bu kâinatı bir kader üzerine yaratmıştır. Kader kudretten gelir. Kudret ise; bir sebebe müsteniden sonuç halketme yetkisidir. Ve bu yetkinin de tek sahibi aynı zamanda kâinatın da sahibidir. SEBEP-SONUÇ ilişkisi “HİKMET” olarak algılanmıştır İslam tarihinde ve coğrafyasında. Buğday tohumundan buğday çıkar, asla arpa çıkmaz. Buğday tohumunun kaderi buğday başağı vermek üzere sabitlenmiştir. Peki insanın kaderinde aynı sabitlenme var mıdır? İşte bu önemli soru şeytanın imal ettiği ve insanı sapıttırmak için kullandığı en muhteşem sorudur.İnsan eğer ilim sahibi ise tuzağa düşmez ve derki; Allah insana hayvandan ve bitkilerden farklı iki “ŞEY” vermiştir.Biri AKIL diğeri NEFİS dir.Bu iki özellik yüzünden insanın kaderinin farklı tecelli etmesi lazımdır. Nefis; insanı ifrata davet ederken akıl ;dur bir düşüneyim” der.Çünkü akıl da ölçme değerlendirme “kudreti” vardır.Bu kudretten halk olan nedir? İlimdir. İnsan ilmine uyarsa ifrat davetine uymaz. Ve onun için” zarar” KADER olmaktan çıkar. Fayda onun kaderi olur. İnsan başına gelen zarardan ötürü kaderde bu da varmış diye kendini avutadursun geometri her olayda kendini gösterecektir.

Fakirin zengine sadaka vermesi haramdır. Zalim bir idarecinin karşısında yutkunmamak doğrudan başka bir şeyin söylenmemesi gereken yerde doğruyu söyleyebilmek Allah'ın en büyük puan verdiği işlerden birisidir. Belki de en büyük puanı ona ayırmıştır. En kötü puanı da fakirin zengine verdiği sadakaya tahsis etmiştir. Çünkü içinde yalakalık vardır. Yaltaklanma vardır. Yaratanın hakkının üstünü örtüp, kulunu yaratanın önüne geçirmek kabahati vardır. Bunun adına “ZULÜM” denir. KÜFÜR denir. Çünkü hakkın üstünü örtme suçu işlenmektedir. Eğer birisi hem de evliya tavırlarında birisi çıkıp da;ılımlı İslam, dinler arası diyalog ve İbrahim’i dinler diyorsa bu kişinin yurt dışında açtığı okulları bırak havada yürüdüğünü görsen onunla selamı kesmen lazım gelir. Çünkü zurna peşpeşe üç defa zırt demiştir. Bunun tevili yoktur. Kendini avutma. Eğer beni kandırıyorlarsa “Allah onların belasını versin” diyemezsin. Hâşâ Allah senin infaz memurun değildir. Allah sana akıl vermiş, geometriye aykırı her iş Kuran’a da aykırıdır. Kuran’a aykırı her iş geometriye de aykırıdır.

Cahil kime denir? Şöyle bir düşünüyorum okuma yazma bilmeyene diyesim var fakat HİKMETİN değerini bilmeyen okuryazarları görünce vaz geçiyor ve cahil, hikmetin değerini bilmeyene denir diyorum. Gerçekten bu tarif tam yerine oturan bir tarifdir. Hikmet; yani yaratılan ve yaratılacak olan her şeyde bir sebep-sonuç arama alışkanlığı sevki tabisine verilen isim olarak görünüyor. Yani ilmin ta kendisi… Sebep eski tabirle “İLLET” fizik, kimya, tıp, biyoloji ve hatta hukuk, sosyoloji ve psikoloji dahil bütün ilim dalları gelişmesini bu illet arama sevdasına borçludur.

Yaratılış kanunlarındaki hikmeti arama sevdasının adına ilim veya BİLİM deniyorsa bu faaliyetin İHLÂS’A engel bir tarafı olur mu? Olur de de Peygamberden azar işit… İhlâs’a engel tek husus vardır o da NEFİS dir. İhlâs sahibi insanlar İbni Meymun’ların tuzağına düşer mi? Asla düşmez. Hikmet aşıkları fiili vahiyleri okuma meraklıları yani bilim adamları bu tuzağa düşer mi? Düşmezler. Eğer hikmet aşığı ise bilime aşk derecesinde bağlı iseler düşmezler. İstisnası olamaz mı? Maalesef olur ve istisna olduğu için de içinde yaşadıkları toplumların felaketine sebep olurlar. Sıradan kötülerin sıradan zalimlerin yapamayacağı kadar büyük zarar verirler. Merkez bankasının bastığı sahte para gibi tanınması çok zor olur. Merkez bankası sahte para basar mı? Basar tabii aynı seri numaradan basılan ikinci para sahte olduğu gibi birincisi de sahte hükmüne girer. İkisinden biri yok edilmedikçe ikisi de sahte olmaya devam eder. Gerçek para hükmündeki gerçek ilim adamları sahte paraları tedavülden kaldırma mecburiyeti size aittir. Yoksa siz de sahte para hükmüne gireceksiniz. Öyle; “BENDEN DUYMUŞ GİBİ OLMAYIN AMA “tarzındaki uyarılar iş görmez. Gerçek ve piyasa da iş gören bir para gibi değerliyken sahte para haline gelmek üzeresiniz. Mevlana’nın dediği gibi “ATLAS BİR KUMAŞ İKEN HIRKAYA YAMA OLMAK” üzeresiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum