Nevzat ARSLAN
Her şey çok güzeldi
Bu ulus gelenek ve görenekleri ile oluşturduğu kültürel adımlarıyla yıllarca ayakta kalmış ve kalacaktır da…
Kendi yarattığı ortak amaçları hep birlikte sürdürme başarısının sonucudur da bu.
Yükseliş ve çöküş de bunun etkenleri rol oynayacaktır şüphesiz…
Her köyün köy odası vardı.
Kabı, kaçağı, yatağı, yorganı ve ocağı ile misafirlerini bekleyen bir misafirhane, Anadolu kültürü... Bizim mahallemizin köy odasında kalaycılar, memurlar, Jandarmalar, işçiler, hatta Çingeneler kalır, köylü sırayla sofra hazırlar, gönderirdi. Önceleri ise, kahvesini, fincanını, odununu, alan köy odasına gelir, kahvelerini pişirirler, kışın yanan ocağın önünde sohbet ederler, yüzük oyunu oynarlar, gençler önde güreş tutarlarmış…
Ön tarafta mescit vardı, aynı şekilde yazları göçülen Toplak Bağlarında iki su kuyusu, mescit ve yanında toplanılan köy odası amaçlı bir köşe oluşturulmuştu.
Osman Tanır amcamızın yıllar sonra açtığı mahalle kahvesinde iki bisküvi arasına lokum koyması biz çocuklar kadar büyükler de severdi. Babamlar dama, domino oynarlardı.
Çeşme ve pınar başı sosyalleşme köşesiydi adeta. Testisini dolduran genç kızlar oyalanır, sevdikleri ya da yavukluları ile bakışılardı.
Büyüklerin her dediğini yerine getirirdik, en başta babamızın gazabından ürkerdik. Küçüklere sevgi gösterdik. Değerlerimiz vardı.
Destan ya da ağıt...
Cinayet veya intihar olayı sonrasında bir adamcağızın boynuna astığı teybinden canhıraş ve ağlamaklı ölen kişi adına uyarlanmış bir yakım eşliğinde çarşı, pazar, kahvelerde basılı kağıtlar 10 kuruşa satılırdı.
Biz çocuklar okur, büyükler sessizce gözyaşlarını silerdi…
Bir kooperatif binasında işlenen cinayetin destanını anımsarım, bir de 1965 yıllarında komşu köylerin birinde işlenen bir cinayet ile ilgili bir ağıt bölük pörçük aklımda kalmıştı.
“Mustafa’m nişanlına nasıl kıydın, ailemizi can evimizden vurdun...”
Gazete müvezzileri…
Bir de günlük gazete satıcıları vardı.
Çığırtkanlığın yakıştığı çocuklar için askılı bir çanta içinde, “Yazzzıyooo, yassıyoo dostunu öldüren kadını yazzzıyooo” diye bağırarak koşan küçük gazete müvezzileri...
Yoğurtçu.
Boynuna terazi gibi askılı iplerle yoğurt satıcıları vardı. “Kaymaklı yoğurt, Yoğurtçiiiii” diye bağırırlardı.
Ya şimdi! Git AVM’ye istediğin kadarını, markasını al, seç beğen…
Simitçiler…
Simitçiler yine de son demlerini yaşamaktalar. Başları üzerinde tepsilerde simit satıcıları, “Akşiyam simidi sıccak, sıcacık” diye haykırışlar…
Geceleri özellikle ramazan ayında “Booozaacııı” diye bağırmalara alıştık ve özlüyoruz…
Biz kedi sevdik, köpeğe sarılırdık. İneğimizi, buzağıları, kuzu ve oğlaklar sever, öperdik. Dedemin Aslan adında bir köpeği vardı, adı gibi aslan yeleli, koca kafalı, azametli, uysal, bir köpekti. Ben üstüne binerdim, beni taşırdı.
Birçoğunun canına okudu teknoloji çağı…
Oysa her şey çok güzeldi.
Yitip giden değerlerimiz ile birlikte, bizlerin de, beşeri ilişkilerimizin canına okuduğumuz gibi…
Bir yandan ülkede ekonomik sıkıntılar, emeklilerin zorlukları, tarım ve esnaf kesiminin sızlanmaları, zorlu günlerin göstergesi olmaktadır.
Ah! Keşke o yıllardaki kadar mutlu olabilseydik.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.