Efendi BARUTÇU
Doğu Türkistan’da yaşanan mezalime isyanımızdır-1*
Ankara Genç Aydınlar buluşmasının bugünkü toplantısında Doğu Türkistan’da yaşanan mezalimi ele aldık. Önce, Doğu Türkistanlı Ank. Ünv. DTCF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkin Emet Hoca ülkesindeki “soykırım”ı ve yaşanan faciaları anlattı.
İkinci olarak biz söz alarak kısaca şöyle dedik:
“Bugün Çin Halk Cumhuriyetinin sınırları içinde bulunan, bizim “Doğu Türkistan” Komunist Çin’in ise “Sincar Uygur Özerk Bölgesi” dediği ata toprakları bir yangın yerine dönmüş durumdadır.
Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek Türk boylarından 30 milyona yakın soydaşımız, dindaşımız bu ülkede yaşamaktadır. Kadim Türk-İslam medeniyetine beşiklik etmiş bu bölgede yaşayan milletdaşlarımız kızıl Çin yönetiminin her türlü asimilasyoncu siyasetine ve katliamlarına maruz kalmakta ve feryatları arş-ı âlâ’ya yükselmektedir.
Bilindiği üzere; Doğu Türkistan’da en son Emir Yakup Han’ın döneminde Çin’lilerin tehdit ve baskıları karşısında Yakup Han Osmanlı devletine töre isimli elçisini göndererek yardım talebinde bulunur.
Osmanlı padişahı sultan Abdulaziz talep edilen top, tüfek ve mühimmatla birlikte piyade Topçu ve süvari subayları ile Yakup Han’a birinci rütbeden murassa Osmanlı nişanı, kılıç, Alem ve padişahın name-i hümayununu göndermiştir.
Name-i hümayun Kaşgar’a vardığında 100 pare top atışıyla karşılanmış ve bu tarihten itibaren Yakup hanın egemenliği altındaki
Topraklarda padişah Abdülaziz han adına hutbeler okutulmuş, adına paralar bastırılmıştır.
Bağımsızlığı Osmanlı, çarlık Rusya ve İngiltere tarafından tanınmış bir devlet iken Yakup Han’ın 1876’da ölümü üzerine 1878’de Mançu-qing orduları tarafından işgal edilen Kaşgar Devleti’nin coğrafyası olan Doğu Türkistan, yeryüzündeki Türkçe konuşan insanlar için bir ata ve anayurttur.
Milli-İslami kültür ve medeniyetimizin ilk temellerinin atıldığı bu coğrafyada yazılan Kaşgarlı Mahmut’un 25 ocak 1072 - 10 şubat 1074 tarihleri arasında tamamladığı
Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eseri bu devirde ortaya çıkan bir kültür hazinesidir. Kaşgarlı Mahmut bu dev eserini Türkçe’nin Arapçadan daha üstün bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazdığını belirtmektedir.
Aynı şekilde çağlar öncesinden günümüze seslenen bengü(ebedi, sonu olmayan) taşlara nakşedilmiş; “tek tanrı” inancı, milli devlet, sosyal devlet, milli tarih şuuru, milli kültür, kültür emperyalizmi kavramlarını tarihte ilk kullanma özelliği taşıyan orhun abidelerinden süzülüp gelen bir eser de bu coğrafyada yazılmıştır.
1070 yılında Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından yazılan “Kutadgu Bilig” (kutlu olma bilgisi) de bu topraklarda yeşeren medeniyetin müstesna bir eseridir. Bu eser her yönüyle devlet adamlarına milleti nasıl mutlu kılınacağına dair verdiği öğütlerle tarihte ilk olma özelliği taşıyan bir siyasetnamedir.
Bu eserler ve bu mezarlar daha binlerce örneği ile birlikte bugün doğu Türkistan’da yaşanan zulümlere mahzun ve Türklüğe verdiği şuurla geleceğe dair umutlar taşıyarak bakmaktadır.
Köklü devlet ve medeniyet geleneği olan bölge halkı istila ve işgallere karşı direnmiş, modern çağda şark-i Türkistan islâm cumhuriyeti (1933) ve şark-i Türkistan cumhuriyeti (1944) olmak üzere iki defa kendi cumhuriyetlerini kurmuştur. Fakat küresel şartların ve devletlerin menfaati doğrultusunda cumhuriyetlerin vatanı Türkistan, Rus ve Çin sömürgecilerinin iş birliği neticesinde parçalanmış, bölge ekim 1949’da Çin komünist ordularınca işgal edilmiştir.
Uygurların çin yasaları çerçevesinde yaptığı her hak arayışı şiddetli ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bunlardan en önemlileri şubat 1997 Gulca katliamı, 5 temmuz 2009 Urumçi’de gerçekleştirilen ve dönemin Başbakanı, günümüzün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından da “adeta soykırım” diye nitelendirdiği 5 temmuz Urumçi soykırımı ve 27 temmuz 2014’te Yarkent İlişku katliamlarıdır.
Dönemin başbakanının yukarıdaki beyanından sonra yıllar geçmesine ve Türkiye Cumhuriyetinin her kademesindeki yetkililerin Çin halk cumhuriyetini defalarca ziyaret etmelerine rağmen “Doğu Türkistan” konusunda içi boş beyanların dışında hiçbir teşebbüste bulunulmaması oldukça manidardır.
Bu suskunlukta Çin halk cumhuriyetinin Türkiye’ye çok yüksek faizlerle açtığı kredilerin ne kadar tesiri vardır bilemiyoruz.
Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin Çin’e savaş açmasını istemiyoruz. Sadece doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin anayasal haklarının verilmesi konusunda Birleşmiş Milletler zemininde ses getirecek çalışmalar yapılmasını talep ediyoruz.
Türkiye’nin Çin halk cumhuriyetinden ithalatının toplam miktarı günümüz itibariyle yıllık 34 milyar doları geçmişken Çin’in Türkiye’den ithalatı 3-4 milyar dolarla sınırlı kalmaktadır. Bu durum Türkiye için kızıl Çin’e yaptırım uygulanması bakımından önemli bir fırsat yaratmaktadır.
Gönül coğrafyamızda yaşanan büyük acılar arasında mukayese yapmak doğru olmasa da Filistin konusunda yeri göğü inletenlerin doğu Türkistan söz konusu olunca derin bir sessizliğe gömülmelerini anlamak mümkün değildir. İnsan sormadan edemiyor, Filistinli kardeşlerimizin inandığı “Allah”la doğu Türkistanlı, Kırımlı, Musul, Kerküklü soydaşlarımızın, dindaşlarımızın inandığı “Allah” aynı Allah değil mi? Bağlı oldukları peygamber aynı peygamber değil mi?
Ülkemizde yaşayan sayıları yüz bini geçen doğu Türkistanlıların yakınları bu kamplarda tutulmakta; doğu Türkistanlılar sırf Türkiye’yi ziyaret ettiği, Türkiye’de okuduğu veya Türkiye’de herhangi bir yakını, arkadaşı olduğu için acımasız bir şekilde cezalandırılmaktadır. Hatta Türkiye’ye YTB burslusu olarak gelip okuyan Ekrem Mehmet gibi gençler kamplarda işkence ile şehit edilmiştir.
Şu an da konuşmacı olarak aramızda bulunan Ank. Ünv. Dtcf öğretim üyesi prof. Dr. Erkin Emet beyin de kardeşleri, yakınları bu işkence kamplarında tutsaktır.
Toplama kamplarında insanlar öldürülmekte, insanlara şiddetli işkenceler yapılmakta ve bir milleti millet kılan kültürel değerler acımasızca yok edilmektedir. Kampların dışında aile mahremiyetini yerle bir eden “kardeş aile” uygulaması ile müslümanlara tarifi imkânsız bir “Çin işkencesi” yaşatılmaktadır.
Türk ve İslâm dünyası kamuoyunun Doğu Türkistan’da olup biten insanlık faciasına ve zulme sessiz ve ilgisiz kalması asla kabul edilemez. Bunun için Türkiye’den başlayıp tüm dünyaya yayılabilecek şekilde Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık faciasına karşı kolektif, makul, yaygın ve sürekliliğe sahip bir tepki hareketi başlatılmalıdır.
Ne yazık ki 15 Temmuz 2009 tarihinde Suudi Arabistan’da yapılan İslam Konferansı toplantısına o tarihteki Genel Sekreter Ekmeleddin İhsanoğlu Bey’in davetiyle katılan aralarında Prof. Dr. Erkin Emet Bey’in de bulunduğu Doğu Türkistanlı aydınların ülkelerinde yaşanan mezalimi anlatmaları üzerine başta Suriye temsilcisi olmak üzere bir kısım petrol zengini Arap ülkelerin temsilcileri Çin’le münasebetlerimizi baltalıyorsunuz diyerek bu konuşmalara karşı çıkıp tel’in ettiklerini acı bir hakikat olarak ifade etmeden geçemeyeceğim.
Şurası bilinmeli ki insanlık şeref ve haysiyetinin yaşatılamadığı hiçbir politika kalıcı olamaz ve kaybetmeye mahkûmdur.
Yarın devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.