Bizim kuşak

Okullar açılıyor…

Şimdi Z Kuşağı deniyor, bilgisayarı, Iphone telefonu, tableti, teknoloji ile iç içe bir yeni nesil. Bu kuşağın tanımlanması için erken mi bilinmez ama biz bu vesile ile kendi dönemimize, kendi kuşağımıza bir daha bakalım dedik…

Bizim kuşak,

şahsına münhasır diye tanımlanan, 68-78 kuşağının yaşamı, evde, sokakta, sinemada ve son olarak okulda belirlenirdi. Öyle ki, daha ilkokula adım attığımız gün, babamızın davudi bir ses tonu ile “Hocam bizim evlat, size emanet, eti senin, kemiği benim” diyerek bizi öğretmene teslim ederdi. Öğretmenler de bizi bir emanet olarak görseler gerek, öğretir ve eğitirlerdi. Üzerine basarak da söylemek gerekirdi ki, bizi eğitirlerdi. Örnek, çöp toplardık, çöp atmazsan toplamazdık, atılmaması gerektiği konusunda bilinçaltımızda bir fikir oluşurdu.

Okulda öğretmene, sokakta büyüklerimize saygı, küçüklerimizi sevgi duyardık. Yeni atanmış, torunu yaşındaki Enver öğretmenimizi, 65 yaşındaki Hacı dedem ceketinin düğmesini ilikleyerek ayakta karşılar, Enver öğretmenin konuşmalarını da dikkatle dinlerlerdi. Eğitimde, eğitimcide bir kaliteden söz edilirdi. Eğitimci de özeleştiri yapmalıdır.

Atatürk, milletvekili maaşlarının öğretmen maaşlarını geçmemesi yolunda düzenleme yaptırmıştı. O yıllarda öğretmenlerin de milletvekili gibi dokunulmazlıkları olduğu anlatılır. Öğretmenler jandarma ya da polis karakollarına çağırılamaz, Milli Eğitim Müdürü ifadesini alır, gerekli görürse savcılığa bilgi verilir.

İlkokul ve ortaokulda da Yurttaşlık Bilgisi, Lisede Felsefe, Mantık, Sosyoloji, Milli Güvenlik dersleri okuyan bir nesiliz. Her dönem 3 yazılı, bir sözlü aşamasından geçip anca sınıfı geçerdik. Kimimiz akla hayale gelmedik kopya yöntemleri üreten, icatlarda bulunan, ayrıca kaldığı dersleri ertesi yıl da sil baştan okuyan, çift dikiş yapan arkadaşlarımız da olurdu. Son sınıfta ayrıca bitirme sınavlarına da katılarak ancak mezun olabilen bir nesildik.

Uçları yaşadı bizim kuşak, her şeyin en iyisini ya da en kötüsünü de gördük. Sevdalarımız bile sonuna kadardı, elektrikmiş, çıkmakmış filan bilmezdik. Kahvede çayı bile sessizce karıştırırdık. Kaşıkla şıngır, tıngır diye ses çıksa, birisi seslenirdi, “Hoop! Yörükler geçiyor da deve çanları mı çalıyor birader?”

Ortaokulda şapka giyer, öğretmeni görünce asker selamı verirdik, başında şapka yok ise, hazır ola geçer, öğretmenimizi selamlardık. Hafta içi sinemaya gitmek yasaktı. Kasabanın tek sinemasında akşam nöbet tutan öğretmen bile bulunurdu. Kahvede, sinemada görülen öğrenci, okulda hoparlörle disiplin kuruluna çağırılır, tımar edilir veya bir şekilde ailesine de duyurulurdu. Uysal bir öğrenci olmama rağmen 2-3 kez sinemada, kahvede oturduğum için disipline hoparlörle çağırıldığımı anımsarım.

Bizler ihtilalleri bilenlerdeniz.

27 Mayıs 1960 İhtilalinde dünyaya geldik. Anamız tarih filan bilmezdi ki, Üzümler eriyordu, harman zamanı, zemheriydi, ihtilal çocuğu filan da derlerdi. 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, 12 Eylül 1980 İhtilali, bizim dönemde yaşandı. Bizler ekonomik krizleri de gördük, yaşadık.

24 Ocak Kararları (1980), 5 Nisan 1994 kararları, Kara Cumalar Yaşadık. 2001 yılında Başbakanlık önüne yazar kasa fırlatılması, 24 bankanın ardı ardına batması, Cumhurbaşkanı Anayasa fırlattı diye ekonomik kriz patladı.İşte 19 Şubat 2001 Kara Çarşambası o gün yaşandı.

Haydi, canın sıkıldı diyelim.

Tepki amacıyla, Yazar kasayı geçtik, Şimdi POS Cihazı atabilir misin?

İlkokulda Amerikan süt tozu içirildik, USA (United States of America) ile o zaman tanıştık. Kapitalizme oklarımızı doğrulttuk. Lastik pabuçlarla büyüdük. Kasabada Kadir Hocanın babası Hulusi Amcadan rahmetli babam giyilmiş deri ayakkabılardan tamir ettirerek, boyatarak bana da alırdı. Hiç yüksünmezdim, yoksulluğumuzun farkındaydım.

Bir 19 Mayıs gösterisinde beyaz fanila ve beyaz pantolon giyilecekti. Beyaz kumaş pahalıydı, şeker çuvalından beyaz pantolon diktirmiş, sonrasında leğende maviye boyayarak giymeye devam etmiştim.

Yoksulluğu, yokluğu, sıkıntıyı, çileyi dibine kadar da yaşamıştık, yine de mutluyduk. Mutlu olmamız içsel huzurumuzdan diye de düşünürdüm. Varsıl aileler bile kendi tarlasında gündelik işçilerle birlikte çalışırdı.

Öğretmenlerimiz, büyüklerimiz, kahvede gazete, dergi okurdu. Bize de sirayet etse gerek, çok okuyan bir nesildik. Gazete, kitap, dergi okuyarak da geçerdi günlerimiz. Oğuz ve Tekin Aral kardeşlerin Gırgır dergisinin müdavimiydik. Üstelik birimiz alır, sıra ile okurduk. Avanak Avni, Utanmaz Adam tiplemelerini haftalarca takip ederdik. Korna Kamil, Avni’nin sevdiği Leyla, mahalleden rakibi Dilaver, Manav Hasan bize hiç yabancı değildi…

Bir sözün daha farkındaydık.

Okumalıydık.

Mürekkep akmalıydı.

“Mürekkebin akmadığı yerde kan akar”

diye de bir deyişin adeta farkındaydık…

Bizim kuşak,

öz güvenli, çevresine saygılı, paylaşımcı, dost canlısı, vefa duygusu taşıyan, düşeni kaldıran, şımaranı dengeleyen, fedakâr, kuşlara yem atan, kediyi okşayan, Deniz’i, denizin mavisini seven bir kesim olmayı sürdürdü…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum