Bizim dağların türküsü

Sevda yüklü

Yanık çoban türküleri,

Hüzünlü kaval sesleri,

Bizim dağların yankılarıydı.

Derler ki,

Her yüreğin bir türküsü vardır.

Al duvaklı gelinler ata biner giderdi.

“Kır atıma burçak verin kişnesin

Yaralarıma fitil salın işlesin

Ben gidersem nazlı yârim n’işlesin

Koyu gölgelerde gergef işlesin…”

Türküler…

İnsanımızın yaşadığı öyküler,

Bu dağların türküsü…

Dağlar ile başlar ve biterditürküler…

“Derler ki, Dağ üstünde dağ olmaz,

Ah! Çekenin yüreğinde yağ olmaz,

Yüzbin cerrah gelse yaram eyi olmaz,

Duymadın mı ağam, efelerim şanımı…”

Ahırlı Deresinden bir yanık Karacaoğlan ağıtı,

Koyun Meler, kuzu meler,

Sular hendeğine dolar,

Ağlayan birgün güler

Gamlanma gönül gamlanma…

Aktaş üzerinden bir uzun hava duyulur…

Küçükten de görmedim yar yar,

Ana kucağı, ana kucağı

Ortaya atıverdiler yar yar

Selvi dalı gibi

Derimi yüzdüler de anam,

Sırma teller gibi…

Porsuk Deliği yakınından türkü duyulur,

Kara ova Düğünü gece kuruldu

Gelin gelir gelmez güveyin adı soruldu

İşte o vakit Hacı Gümüş oğlu vuruldu

Vurma Murat vurma yakışır mı şanına

İnsan eniştesinin kıyar mı canına…

Bazen de Ulu Koca Meşe gölgesinde…

Ağır bir türkü sesi duyuluyor,

Çeyizleri, nakışları ile uğraşan kızlar söylüyordu,

Karyolama basayım,

Elbisemi asayım…

Emir Hala, Zerdalilik bahçelerinde asker olan nişanlısı Mehmet Dayımız için çeyizlik işlemesini yaparken arada bir sarı buzağıyı gözetler,

Asker yolu beklerim

Günü güne eklerim.

Sen git yârim askere

Ben sılayı beklerim…

Türkülerde Bodrum Hâkimi Mefharet Hanımın de adı geçer.

Bodrumlular erken biçer ekini

Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hâkimi

Mefharet Hanım nasıl da astın ipe kendini

Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini…

Akpınar üzerinden bir uzun hava yankılanır.

Ham meyveyi kopardılar dalından

Ayırdılar beni nazlı yârimden…

Efe Tarlasından karşılık gelir…

Benim yârim yaylalarda oturur

Ak ellerini soğuk suya batırır

Demedim mi a nazlı yârim ben sana!

Çok muhabbet tez ayrılık getirir…

Çok güzel kaval çalan rahmetli babam, tüfek kazasından üç parmağının sinirleri kopsa da türkülerden kopamaz…

Keklik gibi kanadımı süzmedim,

Murad alıp doya doya gezmedim.

Arada bir mırıldanırmış…

Karadır kaşların ferman yazdırır,

Bu aşk beni diyar diyar gezdirir…

Zıpırca bulunan bir başka türküyü, gülümseyerek

derinden söyleyenler de vardır.

Havuz başı, subaşı

Ben istemem onbaşı,

Olursa çavuş olsun

Dosta düşmana karşı…

**

Biz türküleri, ağıtları unuttuk.

Unutulup dilimizde, hafızamızda mahpus kaldılar.

Tee Madran Baba Dağından kopup gelen

Alıcı kuşlar, kartallar, akbabalar,

Havada dönmez, görünmez oldular.

Yoncalar toprağın üstünde serilirdi.

Hazan mevsimi, güz serinliği yaşıyoruz…

Dağlar sarardı, ağaçlar, otlar, yapraklar sarardı.

Bir an ruhumuzun hatta Dünya’nın sarardığını hisseder,

umutlarımızın bile yitip gideceğinden korkar olduk.

Birçok değerimizi, geçmişimizi yitirdik, unuttuk.

Daha nelerimiz gitmiş de giden gidene…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum