Ramazan TÜLÜ
1920 aydınlanması karartılıyor!
Anadolu’da vücut bulan 1920 Aydınlanmasının temel taşı, çimentosu ve harcı ile çatı çivisi LAİKLİK İLKESİNDEN müteşekkildir.
Hiçbir doğu ülkesinde ve Müslüman coğrafyasında bulunmayan bu anlayış ve uygulamayı kurtarıcı ve kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün öngörmesi ve yaşama geçirmesi sonucunda farklı kılınmıştık diğer şarki kafa yapısı ve yönetimlerden..
1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda değişiklik yapıldı;
“Hakimiyet, bilâ kaydü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” metnine “Türkiye Devletinin şekli Hükümeti Cumhuriyettir” diye ilave yapıldı 29 Ekim 1923 deki Cumhuriyetin ilanıyla…
Özünde kurtuluş ve kuruluş açısından değerlendirirsek cumhuriyet de bir devrim idi .
Cumhuriyetin niteliklerini yaşama geçirmek, yurttaşa haklarını gerektiği şekilde vermek, laiklik ilkesini anayasal güvenceye almak, o günün koşullarında ve yeni rejimin konumlanmasında pek kolay olmadı.
Süreç, devrim yasalarıyla, devlette ve toplumda laik yaşam usulüne geçiş ile zamanla ve aşamalar kaydederek pekişti.
Neticede “devletin dini İslamdır” düzenlemesi 1928’de 1924 Anayasasından çıkarıldı.
1937’de ise Türkiye Devleti Cumhuriyetinin “laik” niteliği belirtilerek anayasal teminata alındı..
Laiklik ilkesini, 1961 ve 1982 Anayasaları da korudu.
Anayasalarca da korunan, güvenceye alınan bu en önemli ilke…
Zamanla ülkeyi yönetme kudretini kullanan güçlerin bakış açısı, çıkardıkları yasalar ve yönetsel düzenlemelerle delindi, 12 Eylül 1980 darbesi ve özellikle 2008’de laiklik karşıtı eylemleri sabit görüldüğü halde parasal müeyyide ile kapanmaktan AYM kararı ile kurtulan siyasal anlayış tarafından hiç dikkate alınmadığı gibi diğer muhaliflerce de önemsenmedi.
Siz 13 yıl Ana muhalefete genel başkanlık eden zat-ın ağzından bir kerecik olsun ‘LAİKLİK’ sözcüğünü duydunuz mu?
Hatta yeni nesil laiklik sözcüğünü belki de hiç bilmiyordur. Kullanılmayan bir sözcük kelime dağarcıklarında yer bulabilir mi?
Bilinçli ve programlı bir şekilde bile isteye laiklik ilkesi yok edildi, edilmediyse de etkisiz ve işlevsiz hale getirildi.
Su ve oksijen kadar toplumsal ve insan yaşamında gerekli olan laiklik sözcüğü siyasi muhteremlere oy kaybettirir kaygısı ile bu günlere gelindi. Neticesi olarak tarikat ve cemaatler yaygınlaştı. Yaygınlaşmakla kalmadı palazlanmasına ve devlet içinde güç sahibi olmalarına da göz yumuldu ve hatta adeta teşvik edilerek destek verildi.
Cumhuriyetin üzerine bina edildiği bu ilke, yasa, kararname, yönetmelik gibi hukuki düzenleme ve uygulamalarla devlette, siyasette, eğitimde, sağlıkta ve birçok yaşam alanında kullanılmaz hale getirildi.
Cumhuriyet nasıl bir devrim ise bu karşı devrim sürecide belirleyici ve etkileyici olarak kapitalizmi ihya etti. Kapitalizmin ana öznesi uluslar arası sömürücü sermaye ve yerli uzantıları ihya olmakla kalmayıp bir de dini argümanları kullanarak tarikat ve cemaatler ile ortaklık kurdu. “Din Soslu Vahşi Kapitalizm” kisvesine büründü. Kapitalizm emeği ve insani değerleri sömürmesi yetmediği gibi toplumsal üretimde hiç katkısı olmayan gerici ve asalak yapılanmaları da kendine ortak seçti. Gerici tarikat ve cemaatlerde ülke kaynaklarını ve emekçinin ve üretenlerin kazanımlarını sömürmekten oldukça memnun kaldı. Tabii ki memnun kalacak, hak etmediği kazançlar, makam ve mevkilere ancak böyle yasal olmayan hukuk dışı uygulamalar ve anlayış ile sahip olunabilinir.
Ülkenin hangi istikamette ilerlediğine ilginç ve ibretlik örnek verecek olursak şirketleri, dershaneleri, vakıfları, dernekleri ve medya gücüyle olağanüstü bir malvarlığına sahip olan malum yapının tehlikeli olduğu 2016 yılında devlete karşı yaptığı kalkışma ile anlaşıldı. Sözde bu anlayış ile hukuki mücadele ediliyormuş gibi görüntü verilse de ülkedeki egemen olan yönetsel anlayışın bu hususta başarısından söz edilemez. “Fetöyü öve öve makam ve mevkie kavuşup zengin olanlar şimdi de söve söve makam ve mevkileriyle birlikte zenginliklerini koruyorlar”
Kurumların yozlaşması, etkin ve verimli çalışıp halka hizmet vermesinin önüne çalınan sorular ile liyakatsiz iş bilmeyen bilgi ve yetkinlikten yoksun hak etmemiş kişilerce doldurulduğu için olduğunu bilmiyor değiliz. Seçim öncesi ‘mülakatı kaldıracağız’ açıklamaları arşivde dururken, Hâkimlik ve Savcılık sınavlarında iki birinci, bir de sekizinci olan hâkim adayı kızımızın mülakatta elenmesi sizce düşündürücü değil mi?
Aysbergin görünen yüzü 2016 da lağvedildi peki ama görünmeyen yüzünde daha doğrusu görünmesi istenilmeyen göz yumulan kısmında kimler var?
Menzilin mal mülk paylaşımını şer’i mahkeme dedikleri, peygamberin miras kuralları ve Şafii mezhebi fıkhı diyerek kendilerine has özel mahkemelerini kurma girişimleri ve daha niceleri. Saymakla biter mi?
Tarikat ve Cemaatler Cumhuriyetin ilkelerini, Hukuk Devletini ve Anayasa gibi kurumları yok saymaktadırlar. Zaten kendileri hukuk dışı, etkinlikleri Devrim Yasaları ile yasak olmasına karşın onlar cumhuriyeti tanımıyorlar. Öte yandan da yıktıkları cumhuriyet içindeki yetki sahibi organlar onları tanıyor, Anayasa ve yasalara karşın yaşamalarına göz yumup izin veriyor. Onlar da yasak aşma yolu olarak aynı hukuk devletinin izin verdiği şirket, vakıf ve dernekleri kullanıyorlar. Mal ve mülklerini şeyhler, şirketler, vakıflar, dernekler arasında dağıtıyorlar ama kayıt dışı birçok servete de el koyuyorlar. Yani hukuk dışı oldukları halde hukuki kişiliğe haizmiş gibisine etkinlik gösterip servetlerine servet katabilmekteler.
Emperyalizm ve uzantısı din soslu vahşi kapitalizmde, emeğin sömürülmesi, emekçi haklarının gaspı, işçi ve kadın, çocuk, bebek istismarı ve cinayetleriyle, yer altı yer üstü demeden doğa katliamı yaşanırken, dinselliğin de aynı düzenin hem aracı ve hem de ortağı olarak kendisini konumlandırmakta olduğunu görüyoruz.
Tüm dinler toplumsal yaşamı iyileştirmek ve toplumu oluşturan bireyleri ıslah etmek üzere inmiş olduğu gerçeğinden hareketle “umutsuzluğun umudu” gibi algılanıp kabul edilse de gerçekte ve yaşadığımız olgularca, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin derinleşmesine yol açan bir etkiyle sömürünün adeta bir parçası olduğunu da kabul etmek gerekir.
Toplumsal kuralları belirleyen tüm dinler, dinlerin içinde barınan mezhep, tarikat ve cemaatler toplumun bölünmesini, parçalanmasını, zayıflamasını artırarak sömürüyü beslediğini, sonucunda yıkıma sebep olduğunu, Osmanlı Devletinin yıkılış unsurlarında gören Mustafa Kemal kurduğu Cumhuriyet sistemine laiklik ilkesini boşuna getirmemiştir.
Dinciliği bir sömürü aracı olarak kullanan sömürenler, sömürülenlere, sömürücü düzeni benimsetmek için çaba harcamakla kalmayıp bir yandan da bağımlılığı pekiştirmektedir.
İş bulamayan ya da ücretini alamayan öğretmenlerin sokakta, imamların ise okulda olduğu, Köy okullarının kapatıldığı, Eğitim seferberlikleriyle imece usulü ile yapılan bu binaların bakımsızlıktan virane olduğu ve hayvan damı olarak kullanıldığı, Merdiven altı kuran kursları ve tarikat evlerindeki çocukların istismarı, bunlar yetmezmiş gibi bütçe görüşmelerinde konunun dönüp dolaşıp baş örtüsünü getirilmesi gibi olguları görmemiz ve yaşamamız boşuna mıdır?
Laiklik niteliği etkisizleştirilen cumhuriyette, halkın emeği ve kazanımlarını sömürücü ve gerici ortaklıklar tarafından teslim alınmaktadır.
Laiklik dinin devlete, hukuka, siyasete, eğitime, toplumsal yaşam tarzına el atmasını önlerken aynı zamanda dinsel alanlarda düşmanlık ya da nefret uyandırılmasına izin vermeyerek din özgürlüğünün güvencesidir. Herhangi bir dini savunma ya da hiçbirini savunmama, bir inançtan diğerine geçebilme, dinini açıklamaya zorlamama ve kötüye kullanmama, dinsel ibadetleri özgürce yerine getirme hakkı ancak laiklik ilkesi ile teminat altındadır.
Laiklik, bir dine inanmanın ne insanın ne de toplumun yaşamında rol oynamadığı, inanç sahiplerine ya da onlardan bir kısmına imtiyaz tanımadığı, sosyal ve ekonomik farklılıkların gerçek nedenlerini ve sömürünün gerçek yüzünü ortaya çıkaran, bilimselliğin ve yaşam düzeyinin gelişmesine yol açan, aydınlanmacı, bütünsel bir yaşam biçimidir.
Ülkede son yıllarda hırpalanan, etkisiz hale getirilip yok sayılan sadece laiklik mi? Kurucu değerler ve ilkeler, hedeflenen amaç kapsamında işlerlik sahibi mi?
Hülasa, Cumhuriyetimiz uluslar arası sermayenin özneleri ve yerli işbirlikçi Dinci. Gerici Sömürücülere bırakılmamalıdır.
Çözüm mü?
Aydınlanma, bağımsızlık düşüncesi, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum mücadelesinin gerekliliği, yani bilinçlenme ve örgütlü olmaktan geçiyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.