Metin AKOĞLU
100. yılı kutlarken yüzleşebilmek!
Dile kolay!
Cumhuriyetin yüz yılını geride bırakmışız.
Cumhuriyetin ilk yüzüncü yıl kutlamaları, İsrail ile Hamas arasındaki savaş nedeniyle coşkudan uzak ve buruktu!
Çok insani bir durum olarak görebiliriz.
Devlet ve Millet olarak planlı, organize ve bir disiplin içinde kutlamanın kime ne zararı olabilirdi?
Millet ile kucaklaşma, bugün olmayacaksa ne zaman olacak?
Bir dahaki seferi yok ki bu işin;
Hepimiz çekip çekip gideceğiz bu dünyadan….
Devlet; işleyen kurumlarıyla,
Yerel Yönetimler, imkanlarıyla,
Odalar da destekleriyle,
Ellerinde bayrak ve meşaleleriyle her yaştan milyonlarca Türk insanının, kırmızı beyaz renklerle süslenmiş meydan ve caddelerde; üzerlerinde kırmızı beyaz kıyafetler olduğu halde yürümesinin ne zararı olabilirdi?
İkinci savaşta Almanlar, Londra’yı bombalarken bile at yarışlarının kesintisiz devam ettiğini okumuştum.
İngilizler ölürken de atları koşturmuşlar ve izlemişler.
Çevremiz ateş çemberi…!
İstanbul ile yetinmeyip siz, biz ve onlar; hepimiz olabilseydik, bizi boğmaya çalışan Firavunlara, Sezarlara; bakın biz, birlik ve beraberlik içindeyiz ve tek yürek olduk. Aman ha! Sakın ha! Bize yönelik olarak hasmane bir planlamayı aklınızdan bile geçirmeyin mesajını vermek, akıllıca olmaz mıydı?
Kutlamaları da devam etmekte olan savaşta, psikolojik harbin caydırıcı unsuru haline dönüştürebilirdik.
Bu şekilde de Hamas’a destek olunabilirdi.
Bu Cumhuriyette yurttaş olmuş, çalışmış ve üretmiş, bu Cumhuriyetin büyüyüp gelişmesi için bir yerlerinden tutmuş, omuz vermiş, katkı sunmuş, yaşayan veya ebediyete intikal eden nice değerli insanımızın, elbette ki 100. yılı kutlama, görebilme hayalleri vardı…
Onuncu yılı yaşayan nesilden değiliz ama o coşkuyu ve dillere destan olmuş o marşı, hala belleklerimizde ve şimdi bile söyleyebiliyoruz.
Bizim nesil; yurttaşlık bilincini, ana yurt kavramını, Köy Enstitüleriyle eğitimdeki başarıyı, demir ağlar örerek kalkınmayı, iplik ve basma fabrikalarını, Beykoz ayakkabı fabrikasını, şeker fabrikalarını, çağdaşlaşmayı o marşın içinde bulmuştuk.
Ellinci yılın coşkusuyla birlikte limanlar, Havaalanları, THY, Tüpraşlar, Petkimler, Demir Çelik fabrikaları, Çimento fabrikaları, Tofaş ve Oyak Renaultları ve Asya ile Avrupa’yı birleştiren Boğaziçi Köprüsü ve daha niceleri…
Hepsi de beşer yıllık kalkınma planlarının uygulandığı altın yılların eserleriydi.
İlk köprüye karşı çıkanlar şöyle demişlerdi. Mısır’da Piramitler köleliğin, İstanbul Boğaziçi Köprüsü de Kapitalizmin sembolüdür demişlerdi.
Hepsi de üstünden geçtiler ve geçmeye devam ediyorlar…
Satarım!
Sattırmam diye kıyasıya kavga çıkaranlar,
Çelebi misali neler gördük biz, neler…
75. yıl kapsamında oto yol inşaatları, telekomünikasyonda devrim niteliğine gelişmeler sayesinde dijital santrallerle tanıştık. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, bilgisayarlar, yazılım denilen gelişmeler, cep telefonları, Aselsan, Roketsan, Havelsan, TAİ ve…
Boğaz’a Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve çevre yolları, Osman Gazi köprüsü ve İzmir otoyolu, Zigana Tünelleri, 1915 Çanakkale köprüsü, devasa viyadükler, Havaalanlarına yenilerinin eklenmesi, THY filosunun dünyanın 6. sırasına yerleşmesi, Milgem projeleri, İHA’lar, SİHA’lar ve nicelerini de yaşadığımız son çeyrekte gerçekleştirilen projeler olarak sayabiliriz…
Bugün, Acısı ve tatlısı ile yüz yılı geride bıraktık.
Demokrasimizi geliştirme, eğitim, çağdaşlaşma ve kalkınmamızda zaman zaman inişler çıkışlar yaşadık yaşıyoruz.
Çoğunlukla seçtiğimiz siyasiler eliyle yapıldı bütün bunlar.
Cumhuriyetin güçlenmesini hiçbir zaman istemeyen ve an itibariyle bizi kuşatan ABD ve NATO marifetiyle; kendi elimizle bize yaptırılan ihtilaller, darbeler, muhtıralar, mektuplar, suikastlar, iç isyanları yaşadık geldik.
Onları yeterli görmediler ve sağ-sol çatışmaları, Alevi-Sünni ayrımcılığı, Asala ve bölücü terör olayları ile terbiye etmeye çalıştılar. Bu uğurda bir nesli yok ederken hem yetişmiş insanımızı hem de trilyon dolar paralar kaybettik.
Zaman kaybederken de enerjimizi boşa harcadık…
Evet, bir Cumhuriyete sahibiz ama onu çok yorduk.
Hırpaladık.
İçinin boşaltılmasına katkılar sunduk.
İşlemez hale gelmesi için gayret gösteren siyaset erbabının yaptıklarına da ses çıkaramadık.
Kavgada zorlanan bir insanın gözü yerdeki taştayken, Cumhuriyetimizin; var olan kendini koruma refleksleri, ABD’nin aparatlarıyla budandı ve bütün siyaset kurumu buna sessiz kaldı.
O gün için itiraz ediyormuş gibi yapan muhalefetin, ilerleyen zamanda, aynı yolun yolcusu olduğu görüldü.
En büyük Atatürkçü parti ve partili biziz diyenler, Atatürk’ün partisine, istenmeyen 38 doğum bile yaptırdılar!
Bu utanç hepinize yetmelidir.
Ailenizden, çocuklarınızdan utanın!
Kim bunlar?
Nasıl ve nerelerden geldiğimizi bilmeyenler!
Kolay yoldan iktidar olmak isteyenler.
Emek vermeden ben bir şey olayım diyenler.
Bunların hepsi planlı ve organize bir şekilde yapılırken, sessiz kalabildik.
Hepimiz, yaş grupları itibariyle neleri yaşadığımızı bilebiliyoruz.
Cumhuriyetten, günümüze kadar yapılan güzel işleri elbette ki inkâr etmiyoruz.
Yaparken, bir o kadarını da kaybettik.
Satılanlar, batanlar, içi boşaltılan bankalar, Kastelliler, 1994, 2001 ve 2007 ekonomik krizleri, elde patlayan konut projeleri ve iki büyük depremde yıkılan binalar ve altında kalan yüzbinlerce insan…!
Bu dönemleri yaşayanlar olarak, iyi yapılanlardan da kötü yapılanlardan da müteselsilen hepimiz sorumluyuz.
Şimdi 100. yılın ilk günündeyiz.
Bugünden itibaren bir durum tespiti yapıp bundan sonra ne yapmalıyız sorusuna cevap aramalıyız.
Bize, orasıyla burasıyla oynayın diye değil, çalışıp daha ileri götürmek üzere bir cumhuriyet teslim edilmiş;
Görevimiz, onu hak ettiği yere taşımak ve onun nimetlerinin eşit olarak paylaşıldığı bir ülke yaratmaktır.
Bunun için referans noktamız, Atatürk’ün gösterdiği yoldur!
Nereye gideceğini bilmiyorsan, vardığın yerin önemi yoktur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.