Mehmet EROĞLU
Yaşadığımız Kente Saygılı Olmak
Değerli okurlar daha önce bu konuyu yazmıştım. Fakat kimsenin umurunda olmayınca tekrar yazmaya mecbur oldum.
Hasanefendi Mahallesinde ikamet etmekteyim. Yılların verdiği bir alışkanlık nedeniyle erken kalkarım. Hemen hemen her gün yedide ayaktayım. Balkon veya evimden baktığım zaman Kültür merkezi ve Gençlik merkezi arasından geçen ve trafiğe kapalı yolu mutlaka seyrederim. İnsanların telaşla işlerine gitmelerini ve minik öğrencilerin nerdeyse kendi ağırlığına yakın sırtlarında taşıdıkları çantaları dikkatimi çekerek seyrederim.
Ha bu arada bir şey daha dikkatimi çeker sabah köpeklerini gezdiren vatandaşlar. Köpeklerin tasma ile bağlı olduğu halde sahibinin değil de genelde köpeğin istediği yere yönelmelerine ses çıkarmazlar.
Köpekler de belediye tarafından vatandaşın dinlenmesi için çimen rengindeki halıser ile kenarlara konan kanepe veya bankın üzerine o gençlerin ayakları ile çıkıp bankların üzerinde zıplamalarına içim burkularak seyrederim. Hele köpek gezdiren vatandaşların köpekleri o serili olan yeşil örtünün üzerine pisletmelerini üzüntü ile seyretmekten nefret ediyorum. Hatta köpeğini o yeşil halıserin üzerine pisliğini yaptıran bir hanımı bir vatandaş olarak uyarayım dedim. “Hanımefendi bak bu halının üzerine köpeğin pislemesine göz yumuyorsun buraya akşama kadar ilkokul öğrencileri ve gençler geliyor. Olur mu böyle başka yer bulamadın mı köpeğini gezdirecek ve pislettirecek” diyecek oldum. Köpeğini kanepelerin yanına pislettiren hanımdan oldukça sert bir zılgıt yedim. “Sen kim oluyorsun da köpeğime karışıyorsun. Belediyeye ben para veriyorum gelsin temizlesin”
Verdiği yanıtı görüyor musunuz ne kadar saygısız. Elbette belediyenin işçileri temizler ama yeşil halı serin üzerine pislettiğin köpeğinin değil.
Onlarda insan. Bir insanın önce kendine sonrada içinde yaşadığı topluma saygısı olması gerekir.
Bir vatandaş da minibüsünü tam halıserin üzerine park ediyor ne hallere düştük bunların hiç topluma saygıları yok mu?
Kuşadası’nda İzmirli bir yazlık komşum var. Onunda Dalmaçya cinsi bir köpeği var. Köpek yaramaz mı yaramaz. Bağlı olmasa çocuk falan dinlemeyecek hemen saldıracak. Bu İzmirli komşum her gün köpeğini gezdirir. Ama bu değerli komşum köpeğin tasması bir elinde diğer elinde bir eldiven ve bir poşet, köpek bir yere pisliğini yaptığı zaman komşum hemen elindeki poşete köpeğin pisliğini kor ve onu da çöpe atar. İşte eğitim işte aradaki fark.
Gençlere bakıyorum ellerindeki kâğıt ve buna benzer atık maddeleri kaldırıp sokağa fırlatıyorlar. Hâlbuki bir adım ileride çöp kutuları var. Oraya atmaları gerekirken vurdumduymazlıkları ve topluma örnek olacak bu gençlerin bu olumsuz hareketlerine üzülüyorum.
Salı pazarından evine bir şey almak o kadar zorlaştı ki sormayın. Pazar arabasını alıp çıkıyorsun karşılıklı konan iki tezgâhın arasından geçmek çok zor oluyor. Çünkü nerdeyse birbirlerine değecek şekilde sergilerini açıyorlar. Bunlara Belediye Zabıtaları görmüyorlar mı? Zabıta bunlara bir düzen veremez mi?
Hele iki hanım pazaryerinde konuşmaya başladı mı artık yol tamimiyle kapanıyor. Vatandaş ya bu bayanların konuşmalarının bitmesini bekleyecek yahut ta “lütfen yolu açın” uyarısında bulunacak.
Sergisini ve tezgâhını açan seyyar satıcı Yağmurdan veya güneşten korunmak için büyük şemsiyelerini neredeyse yolun ortasına yerleştiriyor.
Menderes Bulvarında bazı gençler kalabalığın yoğun olduğu bir zaman köpeklerini gezdirmeleri ayrı bir rezalet. Nerdeyse Menderes Bulvarı gençlerin köpek şovlarına dönüşüyor.
Dükkân sahipleri bütün eşyalarını dükkânın önündeki kaldırımın üzerinde sergileyerek yaya geçişlerini engelliyorlar. Belediye Zabıtalarının bunlara engel olmaları gerekmez mi?
Bu konuyu kaleme almışken amcaoğlundan dinlediğim bir olayı da burada anlatmadan geçemeyeceğim.
Amcaoğlum 1950 yıllarında Kore’ye gider. Kore Savaşlarında amcaoğlunun bulunduğu bölük veya alay çok büyük yararlılık gösterirler. Bir Amerikan birliğini kurtarırlar. Bunların bu yiğitliğine karşı bizim amcaoğlu ve arkadaşlarına onbeş gün Japonya’nın başkenti Tokyo’da dinlenme izni verilir. Bir Otele yerleşen bizim askerlerimiz ertesi gün Tokyo’yu gezerler. Her taraf yemyeşil parklar çiçeklerle donatılmış tertemiz bir şehir. Bizimkiler hayran olurlar. Ama ertesi gün kavun, karpuz üzüm alarak yeşil alana otururlar. Karpuzu ve kavunu kesip etrafa kabuklarını atarlar. Ertesi günün sabahı otele belediye yetkilileri gelir. Türklerin şehir gezisine çıkmaları yasaklanır. Biz nerdeyse on beş gün otelde hapis kaldık derdi rahmetli.
Geçenlerde bir tanıdık Eskişehir’de okuyan oğlunu görmeye gitmiş. Şehrin temizliğini parkların güzelliğini anlata anlata bitiremedi.
Değerli okurlar yazın Kuşadası’nda bulunan mütevazi yazlığıma giderim. Orada arkadaşlarla bir gurup olur erkenden yürüyüşe çıkarız. İnanan her kanepenin üzeri pislikten geçilmez. Kanepelerin önü de kırık şarap şişeleri ve bira şişelerinden geçilmez. Arkadaşlarla ilk önce bunları toplar çöpe atarız. Tabi bu arada bunları yapanlara beddualar okumayı da ihmal etmeyiz.
Sevgi yolu ve yağcılar içi caddeleri ise aynı şekilde işgal altında.
Bizler yaşadığımız kenti temiz tutmaya mecburuz. Her zaman bu hizmetleri belediyemizden beklemek doğru değil. Bu temiz olma bizimde ruhumuzda ve içimizde olmalı. Bir atasözünü asla unutmayalım. “Herkes evinin önünü süpürürse şehir temiz olur” diye
Bizde içimizi ve dışımızı temiz tutarsak şehrimizde temiz olur.
Ünlü tarihçi Heredot (M.Ö.484 – 425) gökyüzü ile yeryüzünün arasındaki cennet Aydın demiş.
Biz de atalarımızdan bize miras kalan bu cennet şehrimizi koruyalım. Birey olarak üzerimize düşen sorumlulukları bilerek hareket edelim. Çünkü bizlerden başka yaşayan vatandaşların haklarına saygılı olalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.