Neyzen Tevfik Yaşasaydı…

Şair Neyzen Tevfik Kolaylı, 1880 yılında doğmuş, 28 Ocak 1953 yılında vefat ettiğinde İstanbul Kartal Mezarlığına defnedilir. Şair Neyzen bu topraklarda yaşamış bir değerdir. Şair Eşref’ten hiciv sanatını öğrenmiş, Mehmet Akif Ersoy ile iki yakın dosttur.  Devrin önemli müzik adamları Hacı Arif Bey başta olmak üzere, edebiyatçılar ile tanışmış, baskı döneminde jurnallenmiş, ara ara tutuklanmıştır.

Geçirdiği sara nöbetleri ve yüksek alkol tüketimi nedeniyle doktoru olan bazı dostlarının (Mazhar Osman ve Rahmi Duman) yardımı ile Bakırköy Akıl Hastanesi'nde tam anlamıyla otel odası gibi kullandığı 21 numaralı koğuşa yerleşir.

Neyzen Tevfik, ney çalar şair, yazarlık yanında, mehterbaşılık da yapar, 2 filmde de başrol oynamışlığı vardır. Hazır cevaplılıkta da üstüne yoktur.

Cumhuriyetin ilanı sıralarında kardeşinin yanına Ankara'ya gider ve 1926 yılında tanışacağı Mustafa Kemal'i ve Kurtuluş Savaşı'nı yücelten şiirler yazdı. Bu dönemde yazdığı şiirlerden Cumhuriyeti ve getirdiklerini benimsediği, ona karşı olan unsurlara da savaş açtığı görülebilir. Atatürk'ün ölümünden sonra 1938'de aşağıdaki “O ölmedi” adlı şiiri kaleme almıştır: 

“Tanrı ölmez, O dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.
Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Bütün ecrâm-ı sema yasla büründü o gece.
Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem gökyüzü matem tuttu.
Ata geçtin ebedin mevki-i müstahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!
Bize ilham ile isal ediyor her haberi
Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.
Bağladı dâr-ı fenanın ebede telsizini,
Güdelim açtığı yollardan mübarek izini.
Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur:
Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!


neyzen-tevfik-001.jpgNeyzenlikteki ustalığıyla beraber, hiciv sanatını kullanarak şiirlerinde toplumdaki eşitsizliğe, haksızlığa, zulme, siyasi ve dini baskı ile çıkarcılığa değinir.

Neyzen’den dörtlükler…

Türk milleti gariptir                                                                                                                      

Her bi lafı kaldırmaz                                                                                                                 

.bne dersin kızar da                                                                                                                

s.k..sin aldırmaz.

Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! Dediler…
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus!” dediler…

Ben sana bok demem, boklar duyar ar eder.                                                                                                               

Bir zerren boka düşse, onu da mundar eder.                                                                                                          

Tanrı senin hamurunu necasetle yoğurmuş,                                                                                                           

Anan seni sıçar iken yanlışlıkla doğurmuş.

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.
Karşılaştıklarında, Neyzen:
-Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.
-Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?
-İşte bende onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak büyür.

Memleketin tüm vatan hainleri toplanmış Mektep-i Sultaniye’de.                                              

Ah! Bi müdür olsam.                                                                                                                 

Hepsini ..kerim bi saniyede!

Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemidir.
Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım.

Atatürk’ün büyük dil kongresini topladığı gün, başvekil de Bakırköy’de genişletilen bez fabrikasını açmaya gelmişti. dil kongresine bütün bakanlar, milletvekilleri ve bazı büyükelçiler de gelmişlerdi. Dil konusunda tezi olanlar, kürsüye çıkıp konuşmuşlar, fikirlerini beyan etmişlerdi.
Bunlar arasında üniversite profesörlerinden Cafer Kırımi Bey de kürsüye çıkarak tezini savunurken, kırımlı olması dolayısıyla söz arasında Ruslar hakkında biraz sitemde bulununca Atatürk çok kızmış ve:
–Burası siyaset meydanı değildir, indirin şunu” Deyince profesörü kürsüden indirirler. Neyzen Tevfik bu olayı öğrenince şu kıtayı yazmıştı:
                                                                                      

“Fabrika yaptı Sümerbank bez için,
Çok muazzam bir eser bu laf değil,
Dil işinde ehli dil tezden dedi:
Sıçtı Cafer bez getirsin başvekil.”

Neyzen Tevfik, son hızla giden taksi şoförüne seslenir:
-“Aman oğlum, n’olur biraz yavaşla.”
-“Merak etme baba” der şoför,
-“Biz bu arabayla her zaman gelin taşıyoruz.”
-“Desene biz de o düzülecekler arasındayız!..

Kimseyi korkutarak doğru bildiklerinden vazgeçiremezsiniz.
Neyzen Tevfik, iki gözü de görmeyen bir tanıdığına rastlar.
Tanıdığı sorar:
-“Memleketin durumunu nasıl görüyorsun,
Tevfikçiğim?”
“Karanlık” diyecekken vazgeçer:
-“Sizin gördüğünüz gibi” diye cevap verir..

Fahrettin Kerim Gökay, Bakırköy akıl hastanesinde “İçkinin zararları” konulu konferans veriyormuş.
Malum kendisi uzun süre Yeşilay Genel Başkanlığı da yaptı. yaptı. Bir ara:
- İki kovadan birine rakı, birine su doldursak ve bir eşeğin önüne koysak, hangisini içer?
Alkolikler hep bir ağızdan cevap vermiş:
- Suyu.
Dr. Gökay tekrar sormuş:
- Neden?
Neyzen Tevfik de dinleyiciler arasındaymış, cevap vermiş:
- Eşekliğinden!..

Yan bakarsın biraya, konyağa amma geriden, 
Kıç atarsın şaraba, sertçe düze Aygır İmam! 
Bayılırsın pilice zannederim tilki gibi, 
Lüferin tazesi olmaz mı meze Aygır İmam? 

Atatürk, bir gün taşlama ustası Neyzen Tevfik’i Çankaya Köşkü’ne davet etti.
Sohbet sırasında Atatürk şöyle dedi:
- Senin çok fazla içki içtiğini söylüyorlar; ne kadar içersin?
Neyzen Tevfik, “İki tane kiloluk rakı içerim” dedi.
“Nasıl içersiniz” diye sordu Atatürk.
“Canım ne isterse; susuz, mezesiz…”
Neyzen Tevfik’e iki kiloluk rakı geldi.
“İki kiloluk içerim ama böyle içmem” dedi Neyzen. Nasıl içerdi?
İsteği üzerine masaya kocaman bir emaye kâse getirildi. Neyzen, iki kiloluk rakıyı kâseye boşalttı. Ardından, bir somun ekmek ve irice bir kaşık istedi.
Neyzen Tevfik, ekmeği lokma lokma koparıp kâsedeki rakının içine bastırdı. Ve lokmalar rakıyı iyice çektikten sonra çalakaşık yemeye başladı! İçki, aş’tı, ekmek’ti…
Sonra, Neyzen Tevfik’in ney üflemesini nefes almadan dinlediler…

Neyzen Tevfik bir gün Cami’de Hoca’nın vaazını dinler. Hoca cemaate herkesin dinin gereklerini yerine getirmesi gerektiğini, cennette herkese çok güzel huriler verileceğinden ve bu hurilerle ne yapmak isterlerse yapabileceklerini anlatır. Ertesi gün ki vaazda Neyzen Hocaya sorar:
-Hocam cennet’te şarap olacak mı?
Hoca bu soruya çok sinirlenir başlar neyzeni zındık, kafir, iblis gibi dini motiflerle haşlamaya ve sorar:
-Bre zındık cenneti meyhane mi sandın?
Neyzen istifini bozmaz önceki günü hatırlatır:
-E Hoca! Dün cenneti kerhane yaptın.

Neyzen bir gün gene çığırından çıkmış şekilde Allah kitap küfür ediyor.                                      

Bir arkadaşı geliyor yanına:
-Bre Neyzen ayıptır günahtır nasıl küfürdür bunlar?
Neyzen adama bakar.
-Hocam, biz büyük kapının köpeklerindeniz; Biz havlayıp hırlamasak kapının büyük olduğunu kim anlar?

Vefatının 64’üncü yıl dönümünde bir kez daha üstadı saygı ile gülümseyerek anıyoruz. Aslında şöyle bir düşünüyorum da Neyzen Tevfik yaşasaydı: günümüzde yaşananlara ne derdi acaba? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum