Efendi BARUTÇU

Efendi BARUTÇU

MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye açık mektup -3-

Sayın Genel Başkan;

Bu açık mektupta yazacaklarımıza bir temel teşkil etmesi bakımından yüksek müsaadelerinizde tekrar geri tarihlere dönmek istiyorum. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra 1983’te siyasi faaliyetler serbest bırakılınca kapatılan MHP tabanına sahiplenmek için 7 Temmuz 1983’te Muhafazakâr Parti kurulmuştu. Zat-ı aliniz de hatırlayacaktır Sayın Muharrem Şemsek Ordu Dil İstihbarat Okulu’nda tutuklu Türkeş Bey’in tarafındam bütün ülkücü teşkilatların faaliyetlerini ve partileşme sürecini yönetmek üzere kendisinin görevlendirildiğini ileri sürerek Muhafazakâr Parti’nin genel başkanlığına darbeci generallerin oluşturduğu Danışma Meclisi’ne Çanakkale’den üye olarak atanan Mehmet Pamak’ı getirmişti.

Mehmet Pamak, mahkemelerce idam cezasına çarptırılan, Fikri Arıkan, (27 Mart 1982) Cengiz Baktemur, (2 Mayıs 1982) Ali Bülent Orkan, (13 Ağustos 1982), Ahmet Kerse (31 Ocak 1983), Halil Esendağ (5 Haziran 1983), ve Selçuk Duracık (5 Haziran 1983) gibi birçok ülküdaşımızın idam cezaları danışma meclisinde oylanırken evet oyu verdiği için ülkücü vicdanda mahkûm edilmişti.

6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimlere Turgut Özal’ın genel başkan olduğu Anavatan Partisi, darbeci generaller tarafından emekli Org. Turgut Sunalp’a kurdurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Nejdet Calp’ın genel başkan olduğu Halkçı Parti katılabilmiş, Milli Güvenlik Konsey’i Muhafazakâr Parti’nin seçimlere katılmasına izin vermemişti.

Bu defa aynı çevreler Türkeş Bey’in içeriden talimat gönderdiğini Turgut Sunalp’ın Türkeş Beyin harbiyeden arkadaşı olduğu, eğer iktidara gelirse Türkeş Bey’i serbest bıraktıracağını bu sebeple de MHP camiasının ve ülkücülerin Turgut Sunalp’ın partisini desteklemesi gerektiği haberini yayıyorlardı. Böyle bir emri vakiyi biz içeridekilerin veya dışarıdaki aklı selim sahibi ülkücülerin kabul edebilmesi mümkün değildi. MDP’nin desteklenmesi bizim için cellatlarımıza âşık olmak veya onlara dalkavukluk yapmak anlamına gelirdi. Bu sebeple de zat-ı aliniz, merhum Ali Güngör ve azımsanmayacak sayıdaki milliyetçi ülkücü aydınlar ve biz içeridekiler bunu şiddetle reddetmiş ve karşı çıkmıştık. Türkeş Bey’den geldiği söylenen böyle bir talimat doğru olsa bile sadece Türkeş Bey’in serbest bırakılması meselenin çözümüne yetmeyecek, 12 Eylül’ün cellatlarının zindanlarında yatan on binlerce ülküdaşımız işkence hanelere dönüştürülen askeri cezaevlerinde ömür tüketmeye devam edecekti.

Özetle ifade etmek gerekirse camia, Muharrem Şemsek ve çevresindeki bir grup, zat-ı aliniz ve çevrenizdeki bir grup olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Bu arada yapılan genel seçimlerde küresel güçler Türk Milleti’ni ters köşeye yatırmış, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Org. Kenan Evren Anavatan Partisi hakkında çok ağır konuşmalar yapmış, Necip Milletimiz de mağdura sahip çıkmak adına Anavatan Partisi’ni iktidara getirmişti.

Bugün Türkiye olarak yaşadığımız iktisadi krizlerin temelinde küresel güçlerin “Washington Kararlarını” hayata geçirmek üzere iktidara taşıdıkları Turgut Özal’ın başlattığı Kamu İktisadi Teşekküllerinin (Süt Endüstrisi Kurumu, Et Balık Kurumu, Türkiye Gübre Sanayii, Türkiye Yem Sanayii, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri vb. fabrika ve sanayi tesisleri) özelleştirilmesi adı altında birilerine peşkeş çekilmesi ve bu fabrikaların büyük bir kısmı kapatılarak arazilerine rant yiyiciler tarafından beton bloklar halinde sözde konutlar veya alışveriş merkezleri inşa edilmesi yatmaktadır.

Milliyetçi Hareketin kurucu lideri Başbuğ Alparslan Türkeş’in 1985 Nisan’ında cezaevinden tahliye edilmesi, içeride ve dışarıda bütün camiamızı sevince boğmuştu. Bizler cezaevinden tahliye olduğumuzda camiada iki başlı bir yapıyla karşılaşmıştık. Halbuki birçok ülküdaşımız gibi biz de ülkücü milliyetçi mücadelemize bıraktığımız yerden devam etmek azmindeydik. Samimiyetle ifade edeyim ki kendimizde bütün dünyayla dövüşecek gücü buluyorduk. Ama karşılaştığımız bu iki başlılık bizde derin üzüntülere yol açmıştı. Önceki mektubumda bahsettiğim Keçiören’deki bir evde sabaha kadar “camiamızı nasıl toparlayabiliriz, ülkücü milliyetçi hareketi nasıl yeniden ayağa kaldırabiliriz ve birliğimizi yeniden nasıl sağlayabiliriz ve Türkeş Bey’in etrafında nasıl kenetleriniz” mevzularını konuştuk ve birlikte hareket etme kararı aldık, daha doğrusu “akit” yapmıştık.

Aynı günlerde merhum M. Metin Kaplan Erzurum Ülkü Ocakları eski başkanı Muammer Cindıllı (halen sağdır ve Erzurum’da iş adamıdır.) ile Bahçelievler’de bir binanın giriş katında küçük bir daireyi ziyaretçilerini kabul yeri olarak kullanan ve o tarihlerde siyasi yasaklı olan Türkeş Bey’i ziyarete gittik. Bize hitaben “Oğlum bana sahip çıkın, bu Muharrem Şemsek benim şoförümü dövdürmüş yarın beni de dövdürmeye cüret edebilir. Gençlik masası, basın yayın masası ve parti işleri masası olarak üç masa kuracağım, sizin her birinizin bu masanın başına geçmesini istiyorum.” Dedi. Kendilerine teşekkür edip dışarıya çıktık.

O günlerde sıkı yönetim kaldırılmış ve devam eden davalar Diyarbakır’a gönderilmişti. Muammer Cindıllı’da Diyarbakır Askeri Mahkemesi’ne teslim olup birkaç gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye olup Ankara’ya gelmişti. Fakat Erzurum’daki bir başka dosyadan dolayı aranıyordu ve “ağabey ben gidiyorum” diyerek ayrıldı. Şerefim üzerine yemin ederim ki ben böyle bir görevi kabul edersem siz, Ali Güngör, şu an ki genel sekreteriniz, daha doğrusu Mayaş Grubu olarak bilinen arkadaşlarımıza karşı tavır almaya zorlanırız diye kabul etmedik.

Bu görevi daha önce Muharrem Şemsek’te teklif etmişti ve teşekkür ederek kabul etmemiştim. Muharrem Bey daha sonra “seni Avrupa’daki Türk Federasyon’a yönetici olarak gönderelim” teklifinde bulundu, bu defa da gıyabında tanıdığım Musa Serdar Çelebi, Bursa’dan okul arkadaşım ve ülküdaşımız Cevat Saraç, Denizli Ülkü Ocakları eski başkanı Mustafa Karahan gibi Türk Federasyonun eski yöneticilerine karşı tavır almaya zorlanırız diye yine teşekkür ederek kabul etmedim. Sayın Muharrem Şemsek uzun zamandır devam eden sağlık sıkıntıları sebebiyle bunları hatırlayabilir mi bilmiyorum ama canlı şahidi Muammer Cindıllı Bey halen hayattadır ve kendisine sorulursa teyid edeceği inancındayım.

Sayın Genel Başkan; Yine aynı aylarda Muharrem Şemsek tarafından yönlendirildiği iddia edilen çirkin bir saldırıya maruz kaldınız. Metin Kaplan’la beraber Muharrem Şemsek Bey’e giderek bu tür adam dövdürme işlerinin çok yanlış olduğunu, siyasete şiddetin karışmaması gerektiğini, hele de kendi aramızdaki meseleleri konuşarak istişarelerle çözmemiz gerektiğini, bu gibi olayların bizleri kamuoyunda müşkül durumda bırakacağını, böyle saldırıları hiçbir ülkücü vicdanın bunu kabullenemeyeceğini ve bu tür saldırıların camiamızı daha da ayrıştıracağını söyleyip ayrıldık.

Muhafazakâr Parti 30 Kasım 1985’te Kurultay kararıyla ismini Milliyetçi Çalışma Partisi olarak değiştirmişti.

Hatırlar mısınız zat-ı alinizle ilk tanışmamız cezaevinden çıktıktan sonra 1985 eylül veya ekim ayında Ankara Beşevler’de Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ndeki odanıza sizi ziyaretimle gerçekleşmişti. Karşımda son derece de beyefendi, nezaket sahibi, misafirini ayakta karşılayan ve yine misafirini kapıya kadar uğurlayan, gıyabınızda hep söylenen “Devlet Ağabey” ile tanışmıştım. Keşke hep “Devlet Ağabeyimiz” olarak kalsaydınız.

İleriki aylarda Türkeş Bey’in ısrarıyla – daha önce aramızda akit yapmamıza rağmen bizlere de haber vermeden- Milliyetçi Çalışma Partisi’ne katıldınız ve bilahare genel sekreter oldunuz. MÇP sık sık genel başkan değiştiriyordu.

Yine hatırlanacağı üzere 6 Eylül 1987 günü yapılan referandumla 12 Eylül’de kapatılan ve yöneticilerine yasaklar konulan siyasi parti genel başkanlarının yasakları kaldırıldı. Akabinde MÇP kurultayında Türkeş Bey genel başkanlığa seçildi ve sizde genel sekreterliğe devam ettiniz.

Referandumdan sonra çıkarılan bir kanunla 12 Eylül’de kapatılan siyasi partilerin en son kurultay delegeleri toplanarak partinin tüzel kişiliğinin devam edip etmeyeceğine karar vereceklerdi. Buna istinaden de Ankara’da şu an ki TOBB Üniversitesi’nin bulunduğu binalarda -o tarihler Yükseliş Koleji- tarihi MHP’nin 12 Eylül’den önceki son kurultay delegeleri toplandı. Bizler tarihi MHP’nin devamı yönünde gayret gösterdik. Askeri darbeden sonra değişik partilerde siyasete giren arkadaşlarımızın ancak Tarihi MHP nin çatısı altında bir araya gelebileceğine inanıyorduk. .Başta merhum Nevzat Kösoğlu,Sadi Somuncuoğlu,Necati Gültekin Paşa olmak üzere 12 Eylül öncesi MHP genel idare kurulunun büyük bir kısmı Ve delegelerin önemli bir kısmı böyle düşünüyordu. ama maalesef Türkeş Bey ve o tarihlerdeki MÇP yöneticileri -başta zat-ı aliniz olmak üzere- tarihi MHP’nin kendi kendini feshetmesi yönünde ısrarcı oldunuz.

 Türkiye’nin dört bir yanından toplanan ve delege olmayan binlerce insan kongre salonunu işgal ettiler. Dışarıda Şefkat Çetinle birlikte yönettiğiniz operasyonda eski Milletvekili, Eski sağlık bakanı Merhum Cengiz Gökçek ve bazı delegeler saldırıya uğradı. O gün Kurultaya katılmak için Keçiörendeki evimden çıkarken Evimizde misafir Rahmetli Babam Anam ve eşimle helalleşmiştim çünkü çok tehditler alıyorduk.

Çoğu artık ileri yaşlara gelmiş MHP kurultay delegelerine psikolojik baskıyla tarihi MHP feshettirildi. Akabinde MÇP olağanüstü kurultay yaparak ismini MHP olarak değiştirdi ama iyi biliyorsunuz ki bu MHP -isminin ve üç hilalin dışında- tarihi MHP değildir.

Daha sonra 1997’de Türkeş Bey’in vefatından sonraki MHP olağanüstü kurultayının ikinci turunda -Azmi Karamahmutoğlu’nun divan başkanlığı kürsüsünü devirmesine rağmen bizim de desteğimizle- daha sonra tamamlanan kurultaylarda MHP genel başkanlığına seçildiniz, “Devlet Bey” oldunuz.

Kürsünün devrilip, Tuğrul Türkeş’in adamlarının salonda terör estirdiği o anlarda biz birkaç arkadaşımızla beraber kongre salonunun ortasındaydık. Şu anda MHP’den Mamak Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi (MHP Mamak eski ilçe başkanı) Naci Bayanlı Beyin belime sarılarak yalvar yakar “Ağabey kötü şeyler olacak, salondan bir an önce çıkın” demesine rağmen “Devlet Bey’in güvenliğini sağlamadan bir yere ayrılamayız.” Dedik ve cep telefonundan Şefkat Çetin’i aradım. “Neredesiniz, yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sorduğumda “zat-ı alinizde birlikte salonun arka taraflarında bir odada saklandığınızı, kapının arkasına masa, sandalye vs. birtakım malzemeler yığarak kendinizi emniyete aldığınızı, endişelenecek bir durum olmadığını” söyledikten sonra bizler de salondan ayrıldık.

Sayın Genel Başkan; Allah şahittir ki bu kadar teferruata girmemin sebebi -sosyal medyada tetikçilik yapan birtakım klavye kahramanlarının(!) iddia ettiği gibi- kendi kahramanlık hikayelerimi anlatıp nefsimi tatmin etmek değildir. Yegâne amacımız camiamızda derin kırılmalara yol açan bu hadiselerin sebep ve sonuçlarının özellikle genç nesiller tarafından bilinip muhakeme edilmesi ve ibret alınması içindir.

***DEVAM EDECEĞİZ***

Yarın: 1999 seçimlerinden sonra “Devlet Ağabey” gidiyor, yerine öfkeden gözlerinden kıvılcım saçan her türlü teklif ve tenkide şiddetle karşılık veren ülkücülere yöneltilen bütün hakaret ve aşağılamalara kayıtsız kalan ve Türk Milleti’ne verdiği sözleri unutan bir “Devlet Bey” geliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.