Ünver PAZARLI
Mevsimlerden güz
İster solgun bir bağı, ister olgun bir ayvayı, ister kızarmış narın sararmış yapraklarını, isterse de kocamış bir ömrün tükenmiş yüzünü akla getirsin, güz, mevsimlerin en anlamlısı, en dokunaklısı, en ibret vericisidir bence. Onu iyi tanımadan ne insanı, ne hayvanı ve ne de tabiatı anlamak mümkün değildir. Onda ne yazın hareketi, ne kışın sessizliği, ne de baharın süsü vardır. Güzde kabullenme, bekleyiş, gözyaşı ve veda vardır sadece. Onda hem biten bir ömrü hem de yeniden dirilişi keşfeder hisseden gönüller.
Mevsimlerle insan karakterini keşfetmeye meraklı olanlarımız, değişik insanları anlamaya çalışırlar. Her insanı bir mevsime, her karakteri bir zamana yakıştırma eğilimine girerler. İnsanların kişiliğini sevdikleri mevsime göre tanımlamaya çalışanlar da vardır. Nasıl bir yaklaşım olursa olsun, güzü sevmek duygulu yüreklerin anlayabilecekleri bir marifettir aslında. Geçimden, menfaatten, rahatlıktan sıyrılmış, sadece duygu denizine akan nehri takip etmektir bu sevgi. Köz gibi yakan yaz mevsimi ile duyguları bile donduran kış arasında varlığını sürdürmektir "Güz olmak."
Fakat, çoğumuz mevsim olarak en çok baharı severiz. Bahar, ömrümüzün gençliği, güzelliği ve asaletidir. Sanat dünyamız, baharı anlatan, yaşatan, yücelten eserler veren ressam, şair ve bestekârlarla doludur. Bu, Romantizmin ta kendisidir aslında. Çünkü gönül dünyamızı elimizden alan baharın ne yazık ki madde dünyamıza verebileceği fazla bir şey yok gibidir. Vücudumuzu besleyen ana gıdaların hiç birini bu mevsimde bulamazsınız. Bu mevsim, kurtların, kuşların, böceklerin, sürüngenlerin uyandığı, coştuğu, karnını doyurduğu zamandır. Yani biz insanları değil, hayvanları besleyen mevsimdir. Bizi ise güzellikleriyle doyurur.
Eskiden "Bana güzün nesi güzel geliyor?" diye sorgulardım kendimi. Çünkü kışın telaşından, stresinden allak bullak olmuş bir zaman, nasıl oluyordu da bize kendisini sevdiriyordu? Öyle ya boşanmaların bile en çok bu mevsimde olduğu dile getiriliyordu. Yemyeşil hali dururken, sararmış ve düşmemek için çırpınan bir kaç yaprağından başka bir şeyi kalmamış ağaçlarla; neşeyle ötüşüp cıvıl cıvıl uçuşanları yerine, sığınak ve can derdine düşmüş garip, çaresiz kuşlar nasıl olurdu da böyle çekici olabilirdi? Bazen de "Niçin okulların açılışı, başlangıcı, insan ömrünün yaşlılığıyla örtüştürdüğümüz güzde yapılır ki?" diye sorardım kendi kendime. Öyle ya, insanın yaşlılığıyla özdeşleşen bu mevsim belki de karnelerin verildiği zaman olmalıydı. Zamanla bunların cevabının akılda değil, duygularda saklı olduğunu öğrendim...
Şiir, ruhumuzdaki acıların şairler elinde zevke dönüştüğü efsanevi bir haykırıştır. Acılara yabancı olanın şiiri de yoktur. Onlar, ağustosböceği gibi hep eğlencenin peşindedirler. Ve onlar baharda gelinliğini giymiş, yeşil elbiselerini kuşanmış en tatlı çağındaki bir gülü koklamak dururken, onun için gözyaşı döken bülbülü nereden bilsinler? Bunu anlamak için zeka dolu bir beyne değil, derya gibi bir gönle ihtiyaç vardır. Ancak, bu mevsimlerin en açık sözlüsü olan güzde âşıkın da mâşukun da birbirinden hiç farkı kalmamıştır. Ve bu mevsimde ne görülemeyecek bir sır, ne de sezilemeyecek bir duygu kalmamıştır. Çünkü "Gül hazin, bülbül perişan"dır.(1) Güz insanı da "Dönülmez akşamın ufkunda"dır.(2)
Mutluluğun anahtarı büyük oranda elimizde olanlarla yetinmek, onların değerini fark etmek olduğuna göre, bizler de elimizdeki güzellikleri keşfetmek için, gerekirse ömür boyu, mutluluğu aramaya devam edeceğiz. Yaz tatili bitince, serin sahillerden dostlarının sıcak sohbetlerine dönen dostlara, dünyanın bilmediğimiz yerlerinden, bilmediğimiz mesafeleri aşarak misafirliğe gelen kuşlara; sararmış tenleriyle, veda akşamlarında sundukları hediyeleriyle: ayvaya, asmaya, nara, kızılcığa, elmaya; kurumuş çiçeklerden, dökülmüş yapraklardan, buruşmuş tabiattan ebediyeti keşfeden gönüllere selam olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.