Buket SARAN
Menderes nehri
Siyasi çalışmalarım nedeniyle yazılarıma uzun süre ara vermek durumunda kaldım. Üstad Ömer Eru’nun "Aydın İçin Gördüklerim" ve Orhan Erdem'in “Büyük Menderes Bitiyor” başlıklı yazısı üzerine ben de bir şeyler yazma ihtiyacı duydum.
Çevre benim de üzerinde hassasiyetle durduğum bir konu. Güzel Aydınımızın havası kirlenirken maalesef suyu da bundan nasibini alıyor.
Büyük Menderes, Afyonkarahisar’da bir dağın tepesinden Suçıkan mevkiinden doğar. Ankara’ya her gidişimizde Dinar’da doğduğu yeri görür ve hayretle “Bu su mu o koca nehri oluşturan?” deriz.
Gittikçe büyüyen, genişleyen nehir Denizli ve Aydın’ı geçip Ege denizine dökülür. Büyük Menderes Havzası, taşıdığı alüvyonlarla bugün ülkemizin en verimli tarım arazilerine sahiptir.
Menderes sayesinde başka yerde bir karış derinlikte olan tarım toprağı, Aydın’da metrelercedir. O nedenledir ki bu havzadan bir yılda iki üç ürün alınır.
Fakat ne yazık ki, izlediği yol boyunca Büyük Menderes Nehrine bırakılan evsel ve endüstriyel atıklar nehirdeki canlı yaşamın sona ermesine, çevresel dengenin bozulmasına neden oluyor.
2016 yılında Kurban Bayramı Eylül ayına rastlamıştı. Oğlum bisikletle Gürcistan’dan Orta Asya turuna başlamış, bizi de yol güzergâhındaki Azerbaycan’a çağırmıştı. Uçağımız saat 17.00’de Bakü’ye ulaştı. Kötü olduğunu nice sonra fark ettiğimiz gezi programımız uyarınca havaalanından kiraladığımız araç ile 300 km. kuzeydeki Mingeçevir kentine gitmek üzere yola çıktık. Önümüzdeki 300 km. yolu Türkiye şartlarında en çok dört saatte alabileceğimizi düşündüysek de gerek dağlara tırmanmamız, gerek yolların tek gidiş geliş olması nedeniyle fazla hız yapamadık ve gece karanlığına kaldık. Bilmediğimiz ve karanlıktan göremediğimiz yerlerde, dik dağlara sararak yol almak bizi epey germiş, bu harika (!) gezi planını hangimiz yaptık diye gülerek rahatlamaya çalışmıştık. Sonuçta gece yarısından sonra otelimize ulaştık ve nasıl bir yerde olduğumuzu anlayamadan yatıp uyuduk.
Ertesi sabah sessiz sakin bir ortamda kuş cıvıltıları ile uyandık. Önümüzden kollarından birisi Türkiye’de olan geniş bir nehir akıyordu. Çevresi yemyeşildi. Gençler nehirde kano yaparken kuğular ve ördekler onlara eşlik ediyordu. Karşı sahilde ise hoş bir otelin kendine özgü görüntüsü ile bu güzellik bütünleşmişti. Bir yıl önce Azerbaycan’da düzenlenmiş olan olimpiyatların su sporları bölümünün burada düzenlendiğini öğrendik. Hepsi bu nehir sayesindeydi.
Orada kaldığımız dört gün süresince bu manzarayı gıpta ile izledim ve hep Menderes nehrinin çevresine küçük güzel oteller, kafeler yapılıp yapılamayacağını, su sporlarına açılıp açılamayacağını düşündüm durdum. Hala da bu benim bir özlemimdir.
Yurdumuza dönersek; Ağva, çevresinde yer alan küçük bir dere sayesinde turizm merkezi olmuş, Porsuk nehrinin ıslahı ile Eskişehir Anadolu’nun ortasında önemli bir kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir.
Peki, Aydınımızın da bu örnekler arasında yer alması için nesi eksik?
Geçen yaz yaptığımız İtalya gezisinde Alplerde ismi bizim buralarda duyulmamış küçük bir göl üzerindeki yüzlerce sandal, yelkenli, insanların o gölden ne denli yararlandığını gösteriyor, o güzel pazar günü karavanları ile gelip piknik yapanlar, kite surf yapanlar gölün tadını fazlasıyla çıkarıyordu.
Su medeniyettir. Su hayattır. Öyleyse biz neden Menderes nehrimize özen göstermiyoruz, neden onun pislik taşıyan bir kanal olmasına izin veriyor, neden ondan turizm amaçlı yararlanmıyor, ölüp gitmesini izliyoruz? Başkası yapıyorsa biz neden daha iyisini yapmıyoruz?
Menderes nehrinde gezen tekneleri, yüzen kuğuları, kıyısında yemyeşil ağaçlar altında piknik yaptığınızı, çay bahçelerinde çayınızı içtiğinizi, hatta küçük motellerde kaldığınızı hayal edin. Güzel olmaz mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.