Efendi BARUTÇU
Marş, milli marşlar, İstiklal Marşı
Bu yazı kısa bir süre önce AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın İstiklal Marşı’nın bestesinin Türk müziği formlarına pek uygun olmadığı ve değiştirilirse iyi olacağı gibi beyanatından sonra kamuoyunda lehte ve aleyhte geniş tartışmalara yol açılması üzerine kaleme alınmıştır.
Bize göre bunun ne yeri ne de zamanıdır. Hep söylediğimiz gibi, “Türkiye küresel güçlerin saldırılarıyla karşı karşıyadır bu sebeple ‘iç cephe’ yi tahkim etmek, safları sıklaştırmak ve Türk toplumunda ayrışmalara yol alacak tutum ve davranışlardan kaçınmak gerekir. Bu konuda özellikle siyaset ve devlet adamlarımızın azami hassasiyet göstermesi icap eder.”
Her ne kadar sayın Recep Tayyip Erdoğan İstiklal Marşı’nın güftesini yani sözlerini değil bestesini eleştirmiş olsa da birçok konuda olduğu gibi ‘bunun arkası gelecektir’ şeklindeki kaygılarımızı ifade etmekten geri kalamıyoruz. Şimdiki bestesinin resmiyet kazandığı 1930 yılından bu tarafa 78 yıl geçtiğine göre artık topluma mal olmuş bu gibi meseleleri kurcalayıp yeni ihtilaf konuları ve kamplaşmalar meydana getirmenin hiçbir anlamı yoktur.
Zamanın çok hızlı akıp gittiği ve kitap okuma oranının çok düşük olduğu göz önüne alınarak İstiklal Marşının kabulünden bestesine, muhtevasından hedeflerine kadar bazı konuları özet olarak okuyucularımızla paylaşmak için bu yazıyı kaleme aldık. Dört bölüm halinde yayınlanacak olan işbu yazımızın faydalı olacağını ümit ediyoruz (Konu ile ilgili kaynaklar listesi dördüncü bölümün sonuna eklenmiştir.) Bu vesileyle büyük bir iman, ahlak, mücadele ve şahsiyet abidesi kabul ettiğimiz Mehmet Akif ERSOY’u ve milli mücadelenin bütün kahramanlarını en derin saygı ve rahmetle yad ediyoruz.
Bize göre bu tartışmaların yegane faydası -merhum Mehmet Akif’in fikir ve dünya görüşü ile hiçbir zaman arası iyi olmamış- sol Kemalistlerin, Batıcıların ve Ulusalcıların bu tartışma üzerine İstiklal Marşı’na dört elle sarılmış olmalarıdır. Her ne kadar bu tavır “hubbu Ali değil buğzu Muaviye’den” kaynaklansa da sevindirici bir gelişmedir. Dileriz ki bu ulusalcı çevreler Mehmet Akif’in fikir ve dünya görüşü ile de barışırlar. Zira, Mehmet Akif ERSOY bir çok müstesna hususiyetlerinin yanı sıra Türk Tarihinin en büyük antiemperyalist şahsiyetlerinden de biridir.
Marşın Anlamı
Marş kelimesinin aslı marsch’dır. (Almanca) Fransızcası da marche sözcüğüdür.
Bu kelime basitçe yürüyüş anlamına gelir. Fakat bu yürüyüşü diğerlerinden ayıran tarafı “uygun adım” olması.
Uygun adım yürüyüş, askeri adımlarla yürüyüş. Düzenli yürüyüş.
Demek oluyor ki marş kelimesinin kökünde üç temel anlam fark ediyoruz.
1.) Bu yürüyüş, tek kişilik değildir. Bir topluluğun bir toplumun yürüyüşüdür. Birlikte yürüyüştür. Eylemin özünde ‘birlik ve beraberlik vardır’.
2.) Bu nedenledir ki bu yürüyüş düzenli, uygun adımlarla, ritmik olmak zorundadır. Kargaşa ve karmaşa(tefrika)yürüyüşün türüne ve amacına aykırıdır.
3.) Bu yürüyüş, her şeyden evvel, yürüyenlerin kendilerini harekete mecbur hissettikleri bir tarzdadır. Yürüyenleri bir araya getiren, onları ‘toplu(m)’kılan ve bir hedefe yürüten sebep, tek tek kendi irade ve isteklerinden bağımsızdır. Yürüyüş sebebi, kişisel değildir, olamaz. Sebep, bir idealdir; toplumun varlığını borçlu olduğu değerler manzumesidir.
Marşlara bakıldığında, üç türlü marş karşımıza çıkmıştır. Birincisi, kralı ve krallığı takdis esası üzerine kurulu İngiliz Marşı, ikincisi de krallık rejimi ile birlikte aristokratik sınıfların tasfiyesi temelinde gelişen Fransız milli marşı. Rusların 1917 Devrimi sonrasında kabul ettikleri ilk marş bu kategoride değerlendirilebilir. Üçüncüsü de, ya bir işgalden kurtuluşu, ya da dış düşmanın bertaraf edilmesi fikrinden kuvvet alan diğer milli marşlar…
İngiliz Milli Marşı edindiğimiz bilgilere göre, bunlar arasında en eskisidir. Bizdeki mehter ve askeri musiki örneklerinde olduğu gibi…
Türk milletinin tarihinde kadim zamanlardan beri özellikle savaşlarda askeri teşvik edici cesaretlendirici, düşman askerlerinin yüreğine korku salıcı başta davul, zurna olmak üzere muhtelif müzik aletleriyle çalınan marşlar olmuştur. Bunların içerisinde en ünlüsü mehteran bölüğünün yüzyıllarca çalınan söylenen marşlarıdır.
Osmanlı’nın son döneminde iki ayrı marş geleneği ortaya çıktı. Birincisi, ikinci Mahmud’la başlayan ve Donizetti Paşa ile devam eden marş geleneği… İkincisi de, Namık Kemal’in Fransa örneğinden hareketle peşine düştüğü diğer bir gelenek…
Osmanlılar’da, Batılılaşma hareketiyle beraber Fransızca’daki “hymne national” karşılığı bir millî marş ihtiyacı II. Mahmud döneminden beri zaman zaman hissedilmiştir. Özellikle Avrupa devlet temsilcileriyle yapılan törenlerde gündeme gelen bu ihtiyacın, resmî bir statüsü olmaksızın değişik padişahlar zamanında birbirinden farklı güfte ve bestelerin okunmasıyla giderildiği bilinmektedir. Böylece bestesini Donizetti Paşa’nın yaptığı Mahmûdiye ve Mecidiye, Necib Paşa’nın Hamidiye, Guatelli Paşa’nın Marş-ı Sultânî besteleri millî marş gibi söylenmiştir.
Osmanlı’nın son döneminde Sultanlar adına yapılmış marş bestelerinin yanı sıra, toplumsal ruhu harekete geçirecek daha yeni, coşkulu eserlere duyulan ihtiyaç zamanla artış kaydetti.
Tabii böyle bir marş için, önce vatan ve milliyet hislerini merkez alan yeni bir edebiyatın doğması gerekirdi. Nitekim Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi, bu yolda kaleme alınmış örneklerden biridir.
Netice olarak edebiyatımızda Namık Kemal’le başlayan süreç Akif’le devam etmiş, ülkenin milli marşını yazma da sonunda Akif’e nasip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında duyulan bazı zaruretler dolayısıyla, İttihatçılar (Enver Paşa’nın işareti ile) Mehterhaneyi yeni baştan canlandırmış, yeni mehter besteleri de ayrıca teşvik edilmiştir. Fakat bu tarihi geleneği Ankara hükümeti nedense sürdürmek taraftarı olmadı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.