Kasaba kültürü ve şehir yönetmek

Ben bir kasabalıyım...

Kuyucak’ın şirin kasabası Pamukören’de 1984-1994 yılları arası iki dönem belediye başkanlığı yaptım..

O yıllarda başbakan Turgut Özal’dı…

Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olan rahmetli Özal, genç kuşakları yerel yönetimlerde mülki idarede, siyasette ve bürokraside çok büyük fırsat ve önem veriliyordu. Bunlardan biri kendine has üslubu ile sigaraya karşı savaş açan Recep Yazıcıoğlu’ydu. 1985’li yılların en genç valisiydi. Tokat Valisi iken karakollarda, ‘pembekol’ uygulaması başlatmış, devletle vatandaş arasındaki kalın duvarları yıkmayı amaçlamıştı. Valilik yaptığı illerde resmi kuramlarla ilgili analizler yapan Yazıcıoğlu, dönemin en büyük sorununu, halka karşı sert olmak, işi yokuşa sürmek, vatandaşı engellemek gibi nedenlere bağlar ve hepsini ‘Bürokrasi hastalığı’ adını verirdi. Aydın’da da görev yapan sıradışı fikirleri ve enerjisiyle hatırladığımız valimiz, 2003 yılında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Aradan yıllar geçti ama ‘4. Murat’ lakaplı ‘efsane vali’ unutulmadı.

Şimdi ‘dağlarından yağ, ovalarından bal akan’ şehrin küçük bir ilçesinde görev yapan henüz 29 yaşında idealist genç bir öğretmen hayal edin. Öyle müdür, müdür yardımcısı falan da değil, bir gün bile yöneticilik yapmamış sıradan bir öğretmen…

Sıradan ama yaşadığı memleketinin gelişimiyle ilgili hayalleri olan bir öğretmen… Meslekten aldığı eğitim nosyonu ile kazandığı kültürün ufuk açtığı bir öğretmen…

İşte bu genç öğretmen zamanın en güçlü partisinden belediye başkanlığı adaylığı teklifi almıştır. Yöneticilik tecrübesi yok ama cesareti vardır, ‘halka hizmet, Hakka hizmet’ düstur edenmiş bir anlayışa sahiptir. Aday olur ve seçilerek, Türkiye’nin en genç belediye başkanı ünvanlını alır.

Artık o belediye başkanıdır. Şehrin emin kişisidir. Sorumluluğun farkındadır. Yol, su, kanalizasyon, alt yapı, üst yapı, imar planları, temizlik işleri gibi işler uzmanlık alanı değildir. Ama o başarıya odaklanmış, belediyecilik ve teknik hizmetler konusunda bilmediği her ne varsa danışmaktan geri kalmayan biridir.

Öyle de yapmıştır…

Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Bedreddin Dalan’dan, İzmir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’dan, Denizli Belediye Başkanı Ziya Tıkıroğlu’ndan, Aydın Belediye Başkanı Nevzat Biçer’den, Nazilli Belediye Başkanı Mehmet Yüzügüler’den, Bozdoğan Belediye Başkanı Mustafa Sarıoğlu’ndan destek almıştır.

Siz anladınız zaten...

“Ben” demeyi pek sevmem ama o belediye başkanı bendim.

Ülkemizin en ücra köşelerine kadar hizmet eden, kentlerde şehirleşmenin fitilini ateşleyen vizyon sahibi proje adamı rahmetli Özal’ın hizmet kadrolarının içinde bulunmuş olmam bir kasaba belediye başkanı için bulunmaz çok iyi bir fırsattı. O güzel, sevimli, tonton, sevecen halk adamı Özal’ın liderliğindeki dev bir kadronun hizmet mutfağında bulunmak benim için büyük bir şeref vesilesi oldu.

Başkanlığım döneminde hemşerimiz Cengiz Altınkaya’nın Bayındırlık ve İskân Bakanı olması tüm belediye başkanları için fırsat olmuş, Aydın’ın gelişmesine imkân sağlamıştır.

Gerçekten hiç abartmıyorum. Çok güzel iklimi olan Aydın coğrafyasında, tohumla toprağı buluşturduğumuz çok güzel fidanlar diktik. Başardığımız pek çok hizmeti bu kalite kadrolarla gerçekleştirdik.

Böyle bir kadroyla bir kasaba belediye başkanlığı yaptık. Sonra belediyecilik mastırımızı, yüksek lisansımızı, doktora tezimizi de proje adamı, hizmet delisi, çağdaş şehircilik ve belediyecilik uzmanı Sayın Hüseyin Aksu gibi efsane bir ismin başkan yardımcılığını yaptım. Daha sonra Aydın siyasetinin  ustalarından pratik zekâsıyla iş bitiren sosyal belediyeciliğin mimarı ‘baba’ lakaplı İlhami Ortekin’in yardımcılığını yapmak nasip oldu.

Bazen “keşke bu işlerle hiç uğraşmasaydım, bu tecrübe ve kazanımları elde etmeseydim”  diyorum. “Bir kasabalı olarak yasayıp Kuyucak Lisesinde öğretmenliğime devam etseydim” dediğim zamanlar da oluyor. Çünkü yaşadığım kentte belediyeciliğin b’sini bile göremediğim için hayıflanıyor, üzülüyorum. Halkımızın saf ve temiz duygularının siyasi malzeme yapılıp istismar edildiğini gördükçe kahroluyorum.

Üzüntümü içime atıp, susmak istiyorum ama ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan’ olmamak için yazıyorum ve okurlarımla hasbihal ediyorum.

Bugün size bir kasabalıyı anlattım.

Neden mi?

Uyanık, şark kurnazlığı  içinde kasabalının saf temiz duygularını, düşüncelerini istismar eden, kasaba kültürünü şahsi çıkarlar uğruna dejenere ederek; kozmopolit, kimliksiz yaklaşımlardan duyduğum rahatsızlık bilinsin istedim.

“Kimi ölüler bize ne kadar yakın ve yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.”

Uğur Mumcu’nun bu güzel sözünün üstene daha ne yazılabilir ki…

O halde nokta koyalım.

Okurlarımın Ramazan Bayramını tebrik ediyorum, sevgi ve saygılarımla.

Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum