Nevzat ARSLAN
Kesikbaşlar
Ankara, Nallıhan yöresindeki ordugâhta,
Düzenli Türk Ordusu savaş hazırlıkları yapıyordu.
İnönü Savaşları öncesi…
Nefer Çakıcı Hasan, bir haber duyar ki, kendini kaybeder.
Direcik köyü üzerinde, yaşayan karısı Erbi kadına tacizde bulunulur.
Bu arada (Ana dedemin dayısı olan) Kadir oğlu İbrahim de, Afyon yöresinde askerdir, karısı Direcikli (Ballı) Gülsüm kadın da aynı şekilde sıkıntılıdır.
Gök Veli oğlu Çakıcı Hasan’ın akrabası olan dul bir kadın da tecavüz edilerek gebe bırakılmıştır, kararını verir, çeşmeye sulamaya götürdüğü kumandanın atı ile intikam için memleketi Yenipazar’a gelir. At, yolda çatladı, öldü diye anlatılır.
Kasımlılardan Kadir oğlu İbrahim’in bacısı Cennet kadının kocası Çanakkale’de şehit olmuş, 3 çocuklu, taciz ve tecavüzlerle karşılaşarak, eziyet çekmektedir. O da Trenden atlayarak asker kaçağı da olmuşlardır.
Her ikisi için de “Vur Emri “ çıkarılır.
Kısacası vatan işgal altındayken, erkeklerin cephede olduğu günlerde, kadınlara, ırz ve namusa göz diken bedbahtlar da vardı.
Şeytana uyup da mı desek, bilinmez yola çıkanlar, çıkarılanlar da…
**
Yörüklerde “efe” demek ağabey demekti.
Efe, koruyan, kollayan, şefkat duyan kimse ile de eş anlamlıdır.
Dalamalı Beşpınarlı Mustafa Efe yanında bir süre kalan Hasan ve İbrahim zeybek terbiyesi ve kültürü de almışlardı. Daha önce Konyalı Çetesi, Kozalaklı gibi, efe, eşkıya ve çalı kakıcılardan çok çekmiş olan Yörükler, rahatladılar. Nitekim Çakıcı Hasan ve Kadir oğlu İbrahim, Karaçakal Yörüklerini diğer eşkıya ve kem kişilere karşı koruyanlar olmuş, Irz ve namus bekçiliği de yapmışlardı. “Efelerimiz, Zeybeklerimiz” diyen Yörükler, “Kahramanlarımız” da demekte, karşılığında kahramanlarının azıklarını sağlamakta, yataklık yapmaktalar…
**
1922 yılı sonları…
Dağlarda kala kala 3-5 kaçak kalır.
Zaptiyece takip üstüne takip yapılmaktadır.
Osmanlı'nın son döneminde zaptiye (Jandarma), asayişi sağlamaya çalışan önemli bir güç ve kuvvet konumunu sürdürmektedir.
Bu arada, Çakıcı Hasan ve İbrahim’i besleyen, destekleyen Karaçakal Yörükleri dağlardan toplanarak kasaba içerisine ve kıyılarına göçürülür ki, kaçaklar aç kalsın diye düşünülür. Oysa efelere sevgi duyulmakta, gizliden gizleye yine azık taşımaktalar.
Yeni köy tüzel kişiliğine geçilmiş, ilk Muhtar olan Halil Hoca (Babamın Dedesi) mayasıl derdine tutulmuş, ayağındaki donunun sıkça kıpkızıl olmasından sıkıntı duymakta, 20 yıllık muhtarlık mührünü, birinci sıradaki ihtiyar heyeti azası Kara İmam Mehmet Gündüz’ e vermişti. Kara İmam, Çamurcunun evinin olduğu tepeciğe çadırını kondurmuş, Halil Hoca ise, şimdiki Jandarma Karakolunun olduğu yere yerleşmiş, sürüleri de az ötedeki dağ eteklerindedir.
Yörükler zaptiye ile iç içe alışılmadık bir hayat sürmeye başlamışlardır.
Gelen, geçen, giden, dönen zaptiyece sorgudan geçirilip tartaklanmakta, hatta dayak faslı da başladı. Herkes kontrole tabi tutulur. Helaya giden bile tartaklanır hale gelir. Yörüklerde bir bunalma baş gösterir.
**
Olanları haber alan Efeler;
“Biz en iyisi teslim olalım.” diyerek karara varırlar.
Varlıklı Hacı Bey (Bekir Özkan) ve Kara İmam(Mehmet Gündüz) ile görüşürler.
Hacı Bey: “Para bulun öyle teslim olun derim. Parasız teslim olmanın hemen ölüm olacağını unutmayın. Para ile bir şeyler yapılabilir” der.
Efeler, Çakıcı Hasan ve Kadirin İbrahim, Atçalı zengin Hacı Hafız Efendi’yi dağa kaldırıp fidye istemede karar kılmışlardır. Bir bahane ile Hacıyı dağa kaldırırlar. Gün geçtikçe, Hafız efendinin babacan tavırlarından etkilenmişler, kaçırdıkları adam ile Kur’an okumaya başlarlar. Zeybekler, Hacı Hafız Efendinin elini öpüp, helâlleşirler.
**
Ahlar bağı, Söğütlü Pınar tarafında muhtar vekili Kara İmam Mehmet ve Ekâbirden Hacı Bey ile buluşulup, teslim olacaklar, ardından 2-3 yıl hapislik sonrası serbest kalacakları da söylenir.
**
O günlerde Ödemiş takip müfrezesi, Nazilli’den Arap Nuri Binbaşı kumandasında bu yörededir. Müfreze, Ahlar Bağı, Orthasia Harabeleri tarafında pusudalar.
Efeler, kuşluk vakti, hazırlıklarını yaparlar.
Önce tıraş olurlar, abdest alıp namaz kılarlar.
İbrahim, önündeki kayacıktan atlar.
Ayağının altında ezilmiş bir çiçek, usulca eğilir, bastığı çiçeği düzeltir.
Morca çiçeğin yapraklarını okşar. Yıllardır ilk kez böylesine bir duygu ve damarlarında bir sıcaklık hisseder.
Yanda bir zaptiye askeri ile göz göze gelirler, asker yere kapanır.
Az ötede, Kara İmam Mehmet ve Hacı Bey beklemekteler.
Bir kurşun patlar,
İbrahim göğsünden vurulur.
Tekke Düzü yakınlarına çöker, Hasan’ı bekler, yürüse kurtulacak…
Yiğit yiğidi en iyi bilendir.
Çakıcı Hasan, belindeki el bombasına uzanır, mavzeriyle ateş ederek geri geri İbrahim’in yanına ulaşmaya çalışmakta, çemberden kurtuldu, kurtulacak, killi toprakta ayağı kayarak düşer. Elindeki bombanın pimini gayriihtiyarî asılır, patlamayla sağ şakağı parçalanır…
Emirle efelerin kafası kesilir.
Kesikbaşların her biri bir sırığın ucuna takılır.
Zaptiyelerin gitmesinden sonra, Yörüklerden bir gurup genç tarafından dereden taşıdıkları sularla başsız kalan vücutlar, yıkanır, namazları kılınır ve Tekkenin üstündeki yere yan yana gömülür.
Yakın zamanda, İsmail Dinler ağabey ile mezarlarının başucuna, unutulmaması için birer mermer taşa adlarını yazdırdık.
Burası “Zeybek Mezarı” olarak anılır.
Yörükler ikindi sonrası Koca çay kıyısına toplanmış oturuyorlardı.
Ahlar Bağı eteğinden bir marş sesi ile irkilirler.
“Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Şaşkın düşman çıka gelmiş
Şu feleğin işine bak.”
Türk Bayrağı, ardında yorgun, argın zaptiye neferleri, ellerinde iki sırık(ince sopa) ucunda birer karaltıyla yürüyorlardı. Dikkatle baktıklarında şaşkınlık ve korkudan gözleri büyüdü. Sırıkların ucunda efelerinin kesik başları takılıydı…
Yenipazar nahiye müdürlüğünün iki katlı ahşap binasının arkasında (Şimdiki PTT binası yeri)zaptiye karakolu ve önünde küçük bir süs havuzu ile yanında akasya ağacı vardı. Zaptiyeler karakola geldiklerinde sopa ucundaki kesik başları Aydın Merkez Kumandanlığına gönderilmek üzere, bahçe demirlerine yasladılar. Elleri kızıl kana boyanmıştı. Küçük havuzun kenarına, akasya ağacı altına, kumandan oturdu. Dağlarda efe, zeybek, eşkıya kalmamıştı.
Girişte kutlama için davul- zurna çalmaya başladı.
**
Yörükler, vedalaşmaya gelmişçesine, içini çekerek ağlamaya başladılar. Ürkek, şaşkın ve korkudan büyümüş gözleriyle iki zeybeğin bedensiz başlarına odaklanmışlardı. Davul zurna sesini duymuyorlardı bile...
Bir çocuk gitti, keçeden kendi başlığını çıkarıp İbrahim’e giydirdi, kanayan yeri kapattı, akan kan kesildi. Zaptiye erinin “Hişt” demesini tınmayan, bir diğer genç, sarığını çıkararak Çakıcı Hasan’ın patlayan bombadan parçalanan şakağını da örterek sardı. Herkes için için hıçkırmakta idi. Şu sırıkların ucundaki iki insan başları, hepsinin bir akrabası idi. Kadınlar örtülerinin ucu ile gözyaşlarını silmekte, çocuklar, korkmuş, durgun el ele tutuşmuş bir halde olup biteni izlemekteler. Erkekler ise, çaresizce boş gözlerle bakınmaktalar…
Hiç kimseyi de öldürmemişlerdi oysa…
Son efe, zeybek, kaçak ne derseniz deyin öldürülmelerinden sonra Karaçakal Yörüklerine, dağlara göçebilecekleri bildirilir.
Herkes buruk bir şekilde yukarılara, dağlara yönelir.
Pembe ve mor küpeliler, sarı tarçın çiçekleri kıraç yerleri kaplamıştı. Hazan günlerin ardından bir renk cümbüşü sarar ortalığı, bahar görmeyen, solan çiçekler hemencecik boynunu bükmüşlerdi. Bu yalancı ve son bir bahardı aslında.
Dağlar; keçi, koyun, inek sürüleri ve çobanlarla dolmaya başlar. Hayvan melemeleri ve çan sesleri ile buruk yürekleriyle, dağlar, tepeler yine eski günlere dönmeye başlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.