Ahmet KELEŞOĞLU
İzin Verin
Her akşam okul çıkışında denizin kıyısına kadar gelip, oradan uçsuz bucaksız, sonsuza dek uzanan dalgaların kavgasını izlemek nasıl bir duygu. Bunun merakı içerisinde okul ders zilinin çalması ve havanın kararmasını beklemek. Gökyüzünün yavaş yavaş değişmeye başladığına tüm benliğinizle şahitlik etmek. Dünya’nın, karanlığın içinde gömülerek kaybolması, beyaz rengin siyahla birbirine girerek kendisini geceye teslim etmesi küçük çocuğun bugüne yansıyan hatırası gibi sanki. Sahile vuran dalgalar bile farklı görünür gözüne, belli belirsiz tekneler kaybolur gecenin karanlığında. Kendisini o sonsuz sulardaymış gibi hisseder bazen. Belki de suların derinliklerinde, teknelerden birine uzatır elini özgürlüklere doğru. Çocuk gözleri yerinden çıkarcasına bakar denize, düşünür o küçücük hayal dünyasında sonsuzluğu. Gecenin karanlığında dalgaların gürültüsü kulaklarında yankılanır. Uzaklardaki ay’ın parlaklığı alır gözlerini. Öylece dalar gider boşluğa. Suyun içindeki canlılar hep onunladır hiç ayrılmazlar beyninin derinliklerinden. Adeta birlikte nefes alır, birlikte koşarlar uzaklara doğru. ‘Sevgi nasıl bir duygu’, ‘sevilmek nasıl bir şey’ der kendi kendine. Okşanmak, dokunmak, bir canlıya. Mutluluktan çığlık atmak, bağırmak, karanlık ve sessizliğe doğru avazı çıktığınca. Hiç uyanmak istemez bu tatlı rüyadan. Eve dönme vaktinin gelmiş olması , hava nın kararmasının farkına bile varmadan. Çaresiz vedalaşma zamanı gelmiş, adını bile koyamadığı duygularının dağıldığı bu huzur dolu dünyadan. Kısa bir ayrılık vardır artık, oysa denizle, balıklarla, gece ve ay’la birlikte olmak ne kadarda güzeldi. Sabah olacak her yer aydınlanacak, önce martılar basacak piyanonun tuşlarına, sonra gürültülü bir kalabalık, arkasından, otomobiller. Yine günün ışıkları ile her şey dökülecek ortaya. Bekleyecek çocuk yine son ders zilini, denize ve gökyüzüne kavuşmak için. Hava yine kararacak yeni bir gece başlayacak çocuğun dünyasında. Dünya güneşin battığına üzülecek, o ise ay ışığında denizle dans edecek umarsızca. Denizin verdiği gücü başka hiç bir yerde göremezsiniz. Size ve ruhunuza çok farklı çağrışımlar yaptırır deniz. Bazen kendinizi çok kötü hisseder, işin içinden çıkamadığınız zamanlarda ne yapacağınızı bilemez, sıkıntınızı kimseyle paylaşamazsınız. Tamda böyle anlarda koşarak bulunduğunuz yerden uzaklaşır, belki de sizin bile belirleyemediğiniz bir yöne doğru gidersiniz. Belli belirsiz koşturur, sonunda kendinizi sahilde bulursunuz. Derin bir nefes alır ve olduğunuz yere çökersiniz. Sizi üzen ve beyninizi meşgul eden olumsuzluklar bir an gözünüzün önünden geçer. O anda istemediğiniz sizi zorlayan düşüncelerle mücadele ediyorsunuzdur. Bir an başınızı kaldırır derin bir nefes alırsınız, beyninize oksijen gittiğini fark eder, doğrulur ve ayağa kalkarsınız. Yavaş yavaş dalgaların geldiği yöne doğru yürürsünüz. Aslında hiç bir şeyin farkında değilsinizdir. Sizi mıknatıs kendisine doğru çekmeye başlamıştır. Artık o azgın suların girdabında kaybolmuş, büyük rüyanın içine girmişsinizdir. O anda yerden aldığınız bir çakıl tanesi, istiridye kabuğuyla birlikte avuçlarınızdadır. Yürürsünüz sessizliğin orkestrası ile uzun uzadıya. Bütün enstrümanların yönü size dönüktür. Salladıkça kollarınızı bilinçsizce sağa sola, melodilerde dalgalanır eşliğinizde belirsizce. Gözünüzün gördüğü bütün alan sizindir artık. Bir taraftan tepenizdeki kuşlar, diğer taraftan yaprakların birbiriyle konuşması, orkestranın ara nağmelerini oluşturuverirler. Her şeyi arkanıza katarak önünüze geleni sürüklersiniz farkında olmadan. Artık en büyük senfoninin baş şefi olarak gururla kaldırırsınız dünyayı avuçlarınızla. Hep istediğiniz mutlu olma duygusu sarar bedeninizi. Hiç geri vermek, uyanmak istemezsiniz bu rüyadan. Hayatın neresindesiniz, hangi pencereden bakıyorsunuz olan bitene, nereden geliyor nereye gidiyorsunuz, belirsizdir bütün bunlar. Biraz sonra yaşanmış ve yaşanacak olanların karmaşık geçişleri ile birlikte uyanır, aldığınız nefesin farkına varırsınız. Yaşadığınız yer, üzerinizi örten çatı, ekmeğinizi paylaştığınız kişi, dokunduğunuz canlının farkına varırsınız. Yaşamın tamamında, yolunuza bu dokunulası varlıklarla devam edeceksiniz. Zorluklarla karşılaşacak, çatışmalara girecek, bitmeyen kavgaların içinde bulacaksınız kendinizi. İşte, böyle içinden çıkamadığınız anlar kırılma noktalarınız olacak, kaçmak, kurtulmak, uzaklara yelken açmak, tek çarenizmiş gibi. Bu duygu yoğunluğu belirledi küçük çocuğun gelecekteki yaşamını. Tabi, çocuk ruhu içindeki çabası ve çareleri hiç eksilmedi, hep aradı, sordu, sorguladı varlığını. Kafasını kaldırıp başka çocuklara baktı düşündü, sonra onların düşlerini kendi düşleriyle karşılaştırdı. Hiç birinin düşleri onunkine benzemiyordu. Kaçmak, kurtulmak, gibi düşünceleri yoktu. Sürüklendiği hayaller, ulaşmasını istediği gerçekleri yakalamaya yetmiyordu. Günün ışıkları ile başlayan aydınlık, çocuğun koşuşturmasıyla şekilleniyordu küçük bedeninde. Ayakta kaldığı, nefes aldığı süre içerisine, yapacak çok işi vardı. Telaşı hiç eksilmez, koşuşturması hiç bitmez, koşardı gün boyu oradan oraya. Yaşadığı ev, arkadaşları, Anne ve Babası kardeşleri ile bir dünyası vardı kuşkusuz. Hayal kurar, sorgular, düşünür, her şeyin nedenini arar, yürürken yola döşenmiş taşların şeklini, uzun uzadıya telefon direklerinin birbirine bağlanarak devam ettiğini, gecenin karanlığındaki lambaları, ayın etrafındaki yıldızları ve sabah güneşinin doğuşunu. İlgisiz değildir hiç bir şeye, merakı ve sorgusu hiç bitmeyecektir. Çocuk ruhu onu yönlendirmeye yetmeyecek, hep düşünecek soracak ve sorgulayacaktır yaşamı. Yaşadığı evini ve içindeki dünyasını kurtarmak için.
İzin verin geleceğin dünyasını kuracak bugünün hayalcilerine, yarının yaratıcılarına izin verin, sorgulamasına yargılamasına hayatı, izin verin. Dokunmayın çekin ellerinizi üzerlerinden, gelecek onların gözleriyle daha aydınlık, onların elleriyle daha güzel şekillenecek. Hayalleri ve yaratıcılıklarıyla öne çıksınlar, takdir edilen, sevilen, mutluluğu yakalayanlardan olsunlar. İzin verin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.