Mürşit Canbeldek
İslami Hareket ve İslamcılık Nedir?
1970'li 80'li yıllara kadar İslami hareket adı ortalama Müslümanlar için soğuk bir nesnenin adıydı. İçinde geçen “İslam” adından dolayı halk direk karşısında olmak istemiyor fakat sonundaki “i” takısına takıntı yaptığından yanında da görünmek istemiyordu. Veya çok çocuksu bulduğundan bu türden faaliyetlere “he he” deyip geçiyordu.
Karşısında olmaması, yanında da görünememesi ve “he he deyip geçmesi” aslında bir idrakin yansımasıdır. Bu idrak bir Mısırlı ile bir İranlı ile bir Arap ile arasındaki farkı aynı zamanda kesin çizgilerle ayırt eden bir farktır. İslam kelimesinin ayakta durabilmesi için bir payandaya ihtiyacı yoktur. Dolaysıyla İslam’ın önüne, arkasına getirilen bütün sıfatlar ve takılar lüzumsuz parçadır. Şanına gölge düşüren değersiz “ortaklardır.”
İşte 80'lere kadar; İslami, İslamcı, gibi sıfatlandırmalara halkımız; kendi içinde bir tezat kokusu barındırmasından ötürü bir ünsiyet ve ülfet duymamıştır. İlminden dolayı değil vehminden dolayı uzak durmuştur. İrfanı o gün bunu emretmekte idi. Sonra bu memlekette İslami; bakın lütfen ne kadar sırıtkan ve diken gibi dalayıcı duruyor; İslami ilimler yaygınlaştı. Bedir yayınevinin çıkardığı kitaplar; yoldaki işaretler, Minyeli Abdullah, Said Havva’nın Peygamber’i, Yusuf El Kardavinin Fakirlik karşısında İslamı artık insanların çantalarında dolaşmaya başladı.
Okunan sadece Minyeli Abdullah oldu o da roman olduğu için. Fakat çok düz bir roman. Mesaja boğulmuş bir roman olmasına rağmen değişik bir hava pompaladığından Şule Yüksel’in Huzur Sokağı romanı gibi okundu. Bu iki romanın dışındakiler, yani diğerleri, bütün fikir kitapları gibi okunmadı sadece çantalarda taşındı. Takdim yazısında tercümanın sunduğu iki sayfalık bilgiyle kitap okunmuş sayıldı. Bütün “İslami” külliyatı yutmuş havası basanlar sadece bize Seyit Kutub’un Nasır tarafından idam edildiğini söylemekten ileri geçemediler. Fakat biz hissediyorduk ki Türkiye’de bir bardak suda fırtına koparılıyordu. Bu yayın faaliyetleri konuyu öyle abarttılar ki; bir bardak suda kopan fırtınanın okyanus ötelerinde yıkımlar yaptığı, dünyayı alt-üst ettiği masalına sonun da biz de inandık ve anamıza babamıza da heyecanla anlattık. Yani bize; Türk idrakına ters gelen, kan uyuşmazlığı barındıran bir evlilik önerdiler. İslama payanda bulma ihtiyacı duydular ve hatta o payandaları İslam’ın ayrılmaz parçası haline getirecek adeta bir tenkihname ile islama nikah ettiler. Bugün dünyada İslam’ın barındığı yereler iyice küçüldü. Fakat bununla ters orantılı bir biçimde İslamcılık, İslami yayınlardan tutun İslami bankaya kadar her şeyin ama aklınıza gelen her şeyin İslamisi bağırtıları-çığırtıları arttı. Gürültü o kadar arttı ki sıradan Müslümanlık artık bizi kesmez oldu. Eskiden marjinal kalan İslami söylemler bugün herkesi temsil eder hale geldi. Dünyayı böyle etkileyen ve biz de de varoş kültürü iktidara taşıyacak güce erişen değişimin adına bakarak içindeki mahvedici bayağılığın ve ucuzculuğun görmediğimiz görmek istemediğimiz muhtevası belki de tek başına kıyametin sebebi olacak kadar büyük ihanet barındırmaktadır.
Kimse, Cübbeli Ahmet Hoca bile İslam ile İslami arasındaki soysuzlaşma farkını idrak edememekte belki etmekte fakat dile getirmeye cesaret edememektedir. Tekrar söylüyoruz; İslam; önüne ardına getirilecek hiçbir sıfatla uyum sağlamaz. Çünkü payandaya ihtiyacı yoktur. Yorgun bir din değildir. Nerede İslam’ın önüne ardına getirilmiş bir sıfatla göklere çıkarılmış versiyonu varsa orada manipüle edilmiş bir siyaset ve Müslümanın boynuna indirilmeye hazırlanmış bir islamcı kılıcı vardır.
Müslüman Kardeşler örgütü bugün adıyla hiç alakası kalmamış, siyasilere zıplama tahtası bir örgüttür. Hasan Ül Benna 1928'de kurduğu örgütünü bir müddet sonra gördüğü aşırı alaka yüzünden tanıyamaz olmuş 1949 yılında kendisini siyasetin kucağında ve kafasını da namluların ucunda bulmuştur. Arap ırkçılığının medarı iftiharı Albay Nasır bu örgüt ile zıtlaşmanın faydasından çok zararı olacağına inandığından politikasını değiştirmiş vehapisteki bütün ihvancıları serbest bırakmış olmasına rağmen be sefer de örgütün aşırı talepleriyle karşılaşmış siyasileşen Müslüman Kardeşler örgütü kuruluş amacından uzaklaşmış gitmiştir. Cezayirli büyük mütefekkir Malik Bin Nebi İhvan için “siyasileşmiş ve amacından uzaklaşmıştır”diyor. Doğrudur. Hem siyasi hem de dini düşünmek zordur. Her babayiğidin harcı değildir.
Bunu başarabilmiş yeryüzünde peygamberden sonraki en büyük müçtehit HZ. Ömer’dir. İşte bu noktada Hz Ömer olmaya cüret edip bir inat adamı olmaktan yukarıya çıkamamış olan Seyit Kutup karşımıza çıkıyor. Zaten Hasan-EL Benna’yı da sivri talepleri yüzünden ölüme sürükleyen de Seyit Kutup'un mühtedi psikolojisidir. Çünkü seyid Kutup 1940'lı yıllara kadar islam ile pek alakası olmayan bir ilkokul öğretmenidir. Aynı Hasan-el Benna gibi. Örgüte girdikten sonra gibi keskin bir İslamcı kesilmiştir. İslam’a ilk payandayı yamayan adam Seyit Kutup'dur. İngiliz desteğinde kurulan Vahhabilik kokusunu ihvana taşıyan adamdır. İnat adamıdır. Gerginliği sever İngilizler de dışardan bu gerginliğin destekçisidir. Müslüman Kardeşler örgütü Seyit Kutup etkisinde artık siyasetin içinde kendisine vazife çıkartmaya çalışan bir şımarıklar örgütü haline gelmiştir. Seyit Kutup; toplumu Hizbullah ve hizbuşşeytan olmak üzere iki kutuplu olmaya sürüklemiştir. Ne kadar iddialı değil mi? Kendilerine hiçbir yanılma payı bırakmayan keskinler ordusu. Bir de bu keskinleri Bedir ehli gibi takdim etmeye kalkışan kalem erbabı araya girince bütün Arap alemi siyasette rotayı şaşırmış, devlet ciddiyeti gerektiren kararlarda heyecanlarıyla hareket etmiş ve nihayetinde 60 milyonluk birleşik Arap krallığı 3.5 milyonluk İsrail ordusuna yenilmiştir.
Mısır'daki dağılmışlığı görüp 36 yılında memleketine geri dönen rahmetli Akif, "Kalan ömrüm varsa rabbim onu da Atatürk’e bağışladım sen kabul et" diye dua da bulunmuştur. Yani Akif ta 67 Arap - İsrail savaşındaki hezimeti 30 yıl öncesinden görmüştür. İslam ve İslamcılık veya islam ve islamilik söylemleri birbiriyle taban tabana zıt şeylerdir. Gavur tarafından manipüle edilmiş izlenimi doğuracak kadar kontrol dışıdır.
İslam; akıllı, tedbirli, vakur ve vatan sevgisine önem veren devlet adamı ister. İslamcılar ise; devamlı kurban ister, zafere ulaşmak muhaldir. Adeta zaferden ve sonuçtan nefret eder. Ama bu gayretlerden nemalanan kalem sahiplerinden başka da kahramanları yoktur.
Türk’ün idrakinde de bu yoktur. Sadece zafer vardır. Kanı sebil gibi akıtır ya zafere ulaşır ya da toptan yok olur. Alp Arslan ve Malazgirt Zaferi Türk idrakinin bir zaferidir. İstanbul’un fethi yine Türk idrakinin bir zaferdir. Toptan yok olmayı göze alamayan toplumlar ne Fatih ne Alp Arslanlar çıkarabilir. Onlardan ancak nasırlar Enver Sedatlar ve Seyit Kutuplar çıkar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.