Nebil ALPARSLAN

Nebil ALPARSLAN

İbrahim...

Şirke put yontulan evde büyüyen şirk düşmanı asi kahraman...

İbrahim...

Koca ömründe bir kez olsun korkudan titremeyen çelik yapılı Risalet eri...

Allah adının yeryüzünden kovulup şirkin egemen olduğu bir devirde, tek başına Allah’ı arayan bir Allah dostu.

Allah’ı dost bilmekten öte;

Allah’ın dost edindiği İbrahim.

Kalbi kolay teslim olmayan, hakkın ve hakikatin ne olduğunu Hakka karşı bile cesaretle sorgulayan, gönlünü mutmain kılmak için Allah’tan, kendine özel mucize isteyen, peygamberler halkasının ulu nebilerinden biri...

Yaşadığı zaman ve mekânın en yüce şirk objelerini akıl ve tefekkür havuzunda tek tek yıkayan, temizlendiklerini görmeyince hepsini birden puthane çöplüğüne boca eden nebiler kahramanı İbrahim...

Elinde balta, gözünü kırpmadan canı pahasına Nemrut’un put haremine dalan, yüce yaratıcının “tek başına ümmet” olma şerefiyle payelendirdiği Halilurramhan... 

Zilletin saltanatından izzetin şehadetine iltica edip, Nemrut ateşini Kevser havuzuna çeviren iman ve cesaret abidesi...

İbrahim...

Arştan arza inen muhabbet, arzdan arşa yükselen hürmet...

Görkem, ikram ve ihtişama, huşû, tevazu ve aşkla ulaşan...

Bu en çetin yolda,

İsmail üzerinden iblisle cenk…

İblis ’in devirleri aşıp gelen bildik hilesi: Evlât sevgisi,

İsmail...

İbrahim’in ciğerparesi İsmail…

İbrahim’in kurbanlığı can İsmail,

Ve İblis İsmail’in hamisi, Allah’ın düşmanı, beşerin ezel-ebet düşmanı İblis, İsmail’i müdafaa hattında...

Sözde...

Cennetin Mina’daki aksidir bu hal…

Cennette sürçen Âdem ayağı Mina’da yere sağlam basmalı...

İbrahim:

Ya İsmail, ya Allah...

Allah buyruğu...

Hem İsmail, hem Allah!

Aşkını İsmail’in boğazına dayadığı bıçağa nakşedip, İsmail’e gösterebileceği son şefkatin, bıçağın en keskin halinde olduğunu kabullenip, “Bir” yolunda bin İsmail’i feda makamında bir Allah Dostu...

Şeriati’nin (*) tabiriyle “kulluğun mutlak özgürlüğünü, İsmail’ini kurban etmekte bulan” bir Allah Dostu...

“Allah var; gam yok” kitabesinin zaman ve mekân ötesi editörü...

Allah’ın Evi’nin banisi, tevhit evinin mimarı, gönüller ustası...

İblisin ve yandaşlarının ebediyen ümidini kestiği Mukaddes Belde’nin fatihi..

Mina’nın, Mekke’nin, “Selâm Yurdu”nun...

Bütün evrenin fatihi...

Bundan böyle soyunu, “kurban” derekesinden hilafet makamına yeniden yücelten İbrahim…

Yaratıcı’nın Habibim dediği Muhammed Mustafa (SAV)’ya salât ve selâmında adını ortak kıldığı, peygamberler atası, Allah aşkının en yüce zirvesi...

Tek Beka ve tek Sevgili ’nin aşkı uğruna, candan evlâda, yardan yarene, bütün fenaları bir çırpıda feda edebilen feragat ve fedakârlık timsali, beşeriyetin nüvesi, azmin ve azametin kalesi...

Evlâdı iyalini kıyamete kadar yanmaktan kurtarabilmek uğruna, yedi kat göğe yükselen alev deryasına, gülistana girercesine atlayan zahit...

Zamanın bütün İsmail’lerini uğruna kurban bellediğin, bağışladığı kurbanlıkla şirkin ve zulmün topyekûn argümanlarını kurban ederken, kıyamete kadar kesilecek bütün kurbanların izzet ve şerefini de İsmail’in canında sana hediye etti.

İbrahim...

Umre ziyaretimde ayak izlerini aradım Beyt’in yanında.

İzinden yürüyebilmek, bastığın yerlere basabilmek, ayağının tozuna bulanabilmek, kokladığın cennet güllerinin kokusunu duyabilmek arzusuyla.

Heyhat...

Metal bir muhafaza içindeydi ayak izin. Kur’an’ın “Makam-ı İbrahim” diye ibadetin şiarı olarak bildirdiği “İbrahimî İz”i  bir kaba koymuşlardı.

Bu yüzden İbrahim’in ümmeti, onun izine basma, izinden yürüme, ayak tozuna bulanma saadetinden mahrum.

Ardından İsmail’i gördüm Hicr’de, evlâtlarımın profilinde... Hacer’i, feragat ve fedakârlığına zirve kadınını nakşettim öz annemin ve de çocuklarımın annesinin çehresine. İbrahim özlemi, İsmail sevdası, Hacer sevgisi ruhumu kuşattı, sardı, esir aldı adeta. Bilmem kaç bin yıl öncesine mi gitsem, yoksa devirler alt üst olup İbrahimî Çağ bana mı gelse dedim.

Her ikisine de razıydım. Yeter ki buluşma noktasına varabileyim. 

Mahrumuz İbrahim’den, İsmail’den...

Mahrumuz Hacer Validemizin azminden, Allah aşkında son bulan evlât sevgisinden…

Mahrumuz İbrahim’in ayak izlerinden...

Oysa İbrahim’in ayak izi…

Vahyin ayak izi, nübüvvetin yolu...

Ne yazık ki kapalı bir kapta...

Peki, nasıl iz olacak ümmete...

Nasıl yol olacak…

Ya sırat-i müstakime varmak nice.

Risalet’in izi olmadan Darüsselâma varmak nasıl?

Medet ya İbrahim!

Medet Ya İsmail!

Medet Ya Rasûlallah (SAV)...

 

(*) Ali Şeriati. İranlı yazar ve düşünür. Şah rejimine karşı durduğu için ülkesinden ayrılmış, 1977 yılında İngiltere’de, İran istihbarat örgütü SAVAK tarafından 44 yaşında öldürülmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.